XIX. Türk Tarih Kongresi III. Cilt – II. Kısım

XIX. Türk Tarih Kongresi

Kongreye Sunulan Bildiriler (III. Cilt – II. Kısım)
Osmanlı Tarihi

Hazırlayanlar: Abdullah KAYMAK – Selin EREN – Semiha NURDAN – Kübra GÜNEY – Muhammed ÖZLER
E-Kitap Yayın Tarihi: 30.07.2024
Yayınlayan: Türk Tarih Kurumu
eISBN: 978-975-17-5644-2 (3.c) - 978-975-17-5640-4 (Tk)
DOI: 10.37879/9789751756442
Sayfa: 752
Konular: Türk Tarih Kongresi, Türk Tarihi

Türk tarihçiliği açısından güçlü bir geleneği gösteren Türk Tarih Kongrelerinin 19’uncusu 3-6 Ekim 2022 tarihlerinde Ankara’da icra edilmişti. Kurumumuza ulaşan 600’e yakın bildiri özeti, kapsamlı bir hakem kurulu tarafından titizlikle incelenmiş ve neticede 233 bildirinin kongrede sunulması kararlaştırılmıştır. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının yanında, Azerbaycan, Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Gürcistan, Hindistan, İngiltere, İran, İskoçya, İsviçre, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Malezya, Özbekistan, Romanya, Rusya, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ülkelerden 70 araştırmacı da bu kongrede çalışmalarını bilim dünyasıyla paylaşmışlardır. Kongredeki bildiriler Eski Anadolu Uygarlıkları, Türk-İslam Devletleri Tarihi, Osmanlı Tarihi, Orta Asya Türk Tarihi, Dünya Tarihi, Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ile Büyük Taarruzun 100. Yıl Dönümü Özel Oturumu olmak üzere toplamda 8 ana konuda ve 59 oturumda sunulmuştur. İşbu Kongre Bildirileri Kitabı, yukarıda zikredilen 233 bildirinin Kurumumuza son hâli ulaştırılan 212’sini içermekte ve yedi cilt olarak yayımlanmaktadır. Bildirilerin hem fizikî olarak hem de çevrimiçi ortamda istifadeye sunulmasıyla da Türkiye’de ve dünyada Türk tarihi ile ilgilenen çok daha geniş çevrelere ulaşılabileceği düşünülmektedir.

BİLDİRİLER - SEKSİYON III (OSMANLI TARİHİ)

Evkaf Defterlerine Göre 19. Yüzyıl Ortalarında İstanbul Şehiriçi Hanları

Ahmet Yaşar
ORCID:
0000-0002-9942-2398
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.34
Sayfalar: 789-812

Bu bildiri, 19. yüzyılın ortalarında Osmanlı İstanbul’unda mevcut olan han ve bekâr odaları üzerinedir. Çalışma, Evkaf Defterleri arasında yer alan, başkentte kâin toplam 593 han ve bekâr odasına dair kapsamlı bilgiler ihtiva eden iki deftere dayanmaktadır. “Dersaadet ve Bilad-ı Selase’de kâin hanların mahal ve isimlerini mübeyyin defterdir” başlığıyla başlayan iki defter İstanbul’u 26 kola ayırarak han ve bekâr odalarını kayıt altına almaktadır. Çakmakçılar’daki hanlarla başlayan defter, Hasırcılar, Asmaaltı, Uzun Çarşı, Alaca Hamam, Mahmutpaşa, Bab-ı Zaptiye, Mercan, Çarşı-yı Kebir, Yorgancılar, Tavuk Pazarı, Kalpakçılar Başı, Dikilitaş, Üsküdar, Kasımpaşa, Tophane ve Tophane’ye merbut Beşiktaş, Tahmis, Ayvansaray, Sultan Beyazıt, Fatih, Yedikule, Aksaray, Kapan-ı Dakik, Kadırga Limanı ve Hasköy’deki han ve bekâr odalarının listelenmesi ile sona ermektedir. Bir anlamda payitahtın hemen hemen bütün bölgelerindeki han ve bekâr odaları kayıt altında alınmıştır, sadece Galata ve Beşiktaş’tan Rumeli Kavağı’na ve Anadolu Kavağı’ndan Üsküdar’a kadar olan Boğaziçi’nin iki yakasında yer alan ünitelere dair bilgiler yer almamaktadır. Defterlerde listelenen 593 yapıdan 418’i ‘han’ ismiyle, 175’i ise ‘bekâr odası ya da oda’ ismiyle kaydedilmiştir. Bu iki defterdeki kayıtlar, özellikle hanların İstanbul şehir mekânsal düzlemindeki yerleri ve şehirde yoğunlaştıkları bölgeleri, oda sayıları, vakıf sahipleri ve han ve bekâr odası ayrımı hususlarında çok önemli veriler sunmaktadır. Bu tahrirler 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İstanbul’unun değişimi ve dönüşümü eşiğinde şehiriçi hanlarının en erken tarihli ve kapsamlı bir dökümünü ortaya koyma imkânı sunmaktadır. Bildiri çerçevesinde defterlerin tanıtımı yapıldıktan sonra, Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) kullanılarak hanların yoğunlaştığı bölgeler, belli başlı hanlar, han oda sayısı, han ve bekâr odası farklılıkları gibi ilgili mevzular ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı İstanbul’u, Evkaf Defterleri, Şehiriçi Hanı, Bekâr Odası, Topoğrafya.

This paper is about the urban khans and bachelor chambers in Ottoman Istanbul in the middle of the 19th century. The study is based on two registers among the Evkaf Defterleri, which contain comprehensive information about a total of 593 urban khans and bachelor rooms in the capital. These registers, which start with the title “Registers that declare the locations and names of khans located in the capital city and its three boroughs”, divided Istanbul into 26 branches and record a total of 593 units. The record of the khans starts with those located in Çakmakçılar and continue with the list of khans and bachelor chambers located respectively in Hasırcılar, Asmaaltı, Uzun Çarşı, Alaca Hamam, Mahmudpaşa, Bab-ı Zaptiye, Mercan, Çarşı-yı Kebir, Yorgancılar, Tavuk Pazarı, Kalpakçılar Başı, Dikilitaş, Üsküdar, Kasımpaşa, Tophane, Beşiktaş, Tahmis, Ayvansaray, Sultan Bayezid, Fatih, Yedikule, Aksaray, Kapan-ı Dakik, Kadırga Port and ended in Hasköy. All the khans and bachelor chambers located in the imperial capital were recorded in these registers, with the exception of two regions: Galata and the two sides of the Bosphorus from Beşiktaş to Rumeli Kavağı and from Anadolu Kavağı to Üsküdar. These registers listed 593 buildings, of which 418 were called ‘khan’ and 175 were called ‘bachelor chamber or room’. The records in these two registers provide very important data about the location of the urban khans in the spatial setting of Istanbul and the regions where these places are concentrated in the city, the separation of urban khans and bachelor rooms, the number of rooms of urban khans and bachelor chambers, and the foundations that own these buildings. These registers off er the opportunity to present the earliest and most comprehensive inventory of urban khans and bachelor chambers at the eve of change and transformation in Ottoman Istanbul in the second half of the 19th century. After the introduction of the registers within the framework of the article, by using Geographical Information Systems (GIS), issues such as the regions where the urban khans are concentrated, the main khans, the number of khans, the diff erence between of khans and bachelor chambers will be made.

Keywords: Ottoman Istanbul, Evkaf Registers, Urban Khan, Bachelor Chamber, Topography.

Osmanlı Bahriye Nezâreti Teşkilatında Lojistik Faaliyet Alanları

Funda Songur
ORCID:
0000-0003-4887-6506
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.35
Sayfalar: 813-846

Bahri yapının kendi idamesi için gerçekleştirilen lojistik faaliyetler ve bu faaliyetlerin sürekliliği, onu yöneten teşkilat yapısından ve denetleyen hukuki zeminden ayrı düşünülemez. Bu nedenle lojistik faaliyetlere ilişkin yapılacak bir çalışma, doğrudan bahriye kurumunun organizasyon yapısını, kanunnamelerini, resmi karar ve talimatlarını içermektedir. Bahriye kurumunun kendi ihtiyaçlarını belirlemesinden satın alma ya da üretim kararına, satın alma ya da üretim yoluyla tedarik edilen bu ihtiyaçların dağıtım ve depolanmasından tüketimine kadar tüm unsurlar, bu çalışmada lojistik faaliyet alanları kapsamında malzeme temini ve kullanımına ilişkin örneklerle ortaya çıkarılmıştır. Burada ifade edilen lojistik faaliyet alanları; (1) ikmal malzemeleri, (2) destek personel ve işgücü, (3) bakım ve onarım faaliyetleri, (4) sağlık hizmetleri ve malzemeleri, (5) intikal ve ulaştırma ve (6) altyapı ve inşaat başlıkları altında sınıfl andırılarak açıklanmıştır. Osmanlı bahriye lojistiği; gemileri, Tersâne-i Âmireyi, taşra teşkilatını ve bağlısı depo ve ambarları içererek makro seviyede bir bakış açısıyla Bahriye kurumunun tamamını kapsam içerisine almak suretiyle ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmada modern Osmanlı Bahriyesinin lojistik faaliyetleri değerlendirilirken büyük ölçüde kullanılan belge ve dokümanlar, İstanbul Beşiktaş’ta bulunan Deniz Müzesi Komutanlığına bağlı eski Deniz Tarihi Arşivi ile Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivinden elde edilmiş olup ayrıca ilgili dönemdeki bahriye kanunnameleri ve talimatları ile telif eserler dikkate alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Deniz Lojistiği, Bahriye Lojistiği, Donanma, Bahriye Nezâreti.

The logistics carried out for continuation of the naval structure and endurance of these activities cannot be considered separately from the organisational structure that manages it and the legal ground that supervises it. For this reason, a study on naval logistics is directly related to the organisational structure, laws, offi cial decisions, and instructions of the navy. All aspects, from the determination of the navy’s own needs to the purchasing or production decision, from the distribution and storage of these needs, which are procured through purchasing or production, to the consumption, have been revealed in this study with examples related to the supply and use of materials within the scope of naval logistics areas. In this context, logistics areas are: (1) supplies, (2) support personnel and workforce, (3) maintenance and repair activities, (4) health services and supplies, (5) transfer and transportation, and (6) infrastructure and construction. Activities related to naval logistics are revealed with a macro-level perspective by covering the entire naval institution such as individual ships, Tersâne-i Âmire, the provincial organization and its affi liated warehouses. In this study, the documents used while evaluating the logistics activities of the modern Ottoman Navy are obtained mostly from the former Naval History Archive affi liated to the Naval Museum Command in Istanbul Beşiktaş and the Ottoman Archives of the Presidential State Archives, and in the meantime the naval laws, instructions, and contemporary studies are taken into account.

Keywords: Naval Logistics, Ottoman Navy, Ottoman Naval Ministry.

19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Şifreli Telgrafın “Olağandışı” Vakalarda Kullanımı

Melike Karabacak Yılmaz
ORCID:
0000-0001-6589-0831
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.36
Sayfalar: 847-870

Devletler dönemsel olarak farklı biçimlerde şifreli yazışma ve haberleşme sistemlerine sahip olmuşlardır. Osmanlı Devleti de yazışmaların gizliliğini korumak adına dönemin koşullarına uygun olarak önlemler almıştır. Klasik dönemde yazışmaları taşıyan ulakların dürüst ve namuslu kişiler olmasına özen gösterilmiş, görevini suiistimal edenler cezalandırılmıştır. 19. yüzyılda haberleşmede telgrafın kullanılmaya başlanması ile yazışmaların gizliliği daha fazla özen gösterilmesi gereken bir hale gelmiş, Osmanlı Devleti de bu çerçevede önlemler almıştır. Devletin bekasını ilgilendiren meselelerin sadece birkaç kişinin uhdesinde kalmasını sağlamak amacıyla bu türden konular şifreleme yöntemiyle yazılmıştır. Osmanlı arşivi kataloglarında Dâ hiliye Nezareti fonunda muhtelif konularda 19. yüzyıla ait çok sayıda şifreli yazışma olduğu görülür. Gündelik yaşamda “olağandışı” kabul edilecek konulara ait cadılık, mehdilik gibi spekülatif iddialar yanında yamyamlık olarak addedilebilecek türden vakalar bu sınıfl andırmaya dahil edilebilir. Şifreli yazışmaların diplomasi ve askerî içerikli belgelerde kullanıldığına dair halihazırda bir literatür mevcuttur. Osmanlı toplum yaşamının içinden çıkan ve bu çalışmada “olağandışı” olarak isimlendirilen vakalara yönetici sınıfl arın yaklaşımı konusu henüz incelenmemiş görünmektedir. Osmanlı arşivinde cadılık vakası ile ilgili çok az sayıda belge bulunmaktadır. Bu belgelere dayanarak yapılan araştırmalarda cadı mefhumunun Osmanlı coğrafyasında nasıl algılandığına, Avrupa’daki anlayışla farklarına değinilmiş ve Türk kültüründe görülen benzer nitelikli olgulara yer verilmiştir. Konuyla ilgili az sayıda olan belge ve bilgiden hareketle cadılık iddialarının ortaya çıkış nedenleri ve Osmanlı Devleti’nin ne tür bir cezalandırma yoluna gittiği bu çalışmalarla gösterilmiştir. 19. yüzyıl Osmanlı bürokrasisinde merkeziyetçi yönetim anlayışının uygulandığı ve kamu düzenini ilgilendiren her konunun yakın takibe alındığı bir dönemdir. Bu çalışmada 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı yöneticilerinin “olağandışı” kabul edilebilecek olaylar ve iddiaları gizli tutma eğilimi gösterdiği tartışılarak geçmiş dönemlerdeki tutum ile karşılaştırma yapılmaya çalışılacaktır. Bu karşılaştırmayı yaparken Osmanlı arşivinde bulunan belgelerden, dönemin gazete haberlerinden faydalanılacaktır. Bunların yanında olayların folklorik boyutunu anlamada seyahatname ve hatıralar da yardımcı olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Tarihi, Şifreli Belgeler, Olağandışı Vakalar, Cadılık, Mehdilik, Yamyamlık.

States periodically have used diff erent forms of cryptic correspondence and communication systems. Ottoman Empire took also preventive precautions to protect the confi dentiality of correspondence in accordance with the conditions of the period. During the classical period, the couriers were chosen as honest and honorable to bear tremendous responsibility, otherwise the abuse of trust was punished. The confi – dentiality of correspondence became more important and the Ottoman government took measures within this framework the usage of telegraph as a communication tool in the 19th century. In order to ensure that the issues concerning the permanency of the state remain in the responsibility of only a few people, such issues had been written by means of encryption. It is seen in the Ottoman archive catalogs funds of Dahiliye Nezareti documents that there are numerous encrypted correspondences about miscellaneous topics from the 19th century. Among the topics that would be considered “extraordinary” in daily life, speculative claims such as witchcraft and mahdiness, cases that can be considered as cannibalism can be included in this classifi cation. There is an available literature on the use of encrypted correspondence about diplomatic and military content. This study about the issue of the ruling classes’ approach to the cases that emerged from the Ottoman social life and named as “extraordinary” has not been examined in the literature yet. There are very few documents about the witchcraft case in the Ottoman archive. In the researches based on these documents the perspectives of witchcraft were examined in the Ottoman geography, the diff erences within European understanding had been demonstrated, and similar phenomena that had been in Turkish culture were mentioned. Based on the few documents and knowledge on this subject, the reasons for each witchcraft allegations and the type of punishment was used were shown in these studies. The 19th century was a period in which the centralist administration was applied in the Ottoman bureaucracy and every issue concerning public order was examined detailed. The aim of this study to discuss towards the changes in attitudes of the Ottoman Empire in the late 19th century and tendency of keeping the claims about the extraordinary events such as witchcraft and also the comparisons about this attitude with the previous instances. These comparisons will be realized by using the Ottoman archive documents and newspaper of the period. Besides these the travel books and memoirs will be helpful to understand the folkloric dimensions of the events.

Keywords: Ottoman History, Cryptography Correspondence, Extraordinary Cases, Witchcraft, Mahdiness, Cannibalism.

III. Selim Devri’nde Samakov’da Demir Üretimi ve Nakliyesi

Pınar Doğanay
ORCID:
0000-0001-9733-2172
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.37
Sayfalar: 871-893

Sofya’nın 50 km. güneydoğusunda bulunan Samakov, Osmanlı döneminde, Balkan coğrafyasında yer alan en önemli ve en verimli ve maden kasabalarından birisi olarak bilinmekteydi. Sahip olduğu zengin maden yatakları sayesinde, XVI. yüzyılın başından, XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar yaklaşık dört yüz yıl boyunca, Osmanlı İmparatorluğu’nun demir ihtiyacının büyük ölçüde karşılandığı bir yerleşim yeri olan Samakov, aynı zamanda tekstil, ağaç oymacılığı ve yapı endüstrisi gibi birçok endüstri alanında da gelişime göstermiştir. İlk defa M. 1378 tarihli bir belgede kale ve idarî bir merkez olarak adı geçen Samakov, idarî yönden Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönem kayıtlarında, Sofya livası ve Sağkol kazaları arasında yer almaktaydı. XV. yüzyıla kadar kale ve çevresinden oluşan küçük bir yerleşim yeri olan Samakov, XVI. yüzyıldan itibaren bir hayli gelişme göstererek kasaba haline dönüşmüştür. XIX. yüzyıldan itibaren ise Niş eyaletine bağlı bir yerleşim yeri olan Samakov, özellikle III. Selim Devri’nde Balkanlar’da baş gösteren başta dağlı eşkıyası olmak üzere kaçakçılık faaliyetleri gibi bir dizi probleme de sahne olmuştur. Dolayısıyla Samakov, ekonomik öneminin yanında güvenlik zafi yeti açısından da Osmanlı dönemi Balkan şehir tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Bu çalışmada, öncelikle Tersane-i Amire, Tophane-i Amire ve Cebehane-i Amire gibi kurumların demir ihtiyacının yanı sıra sivil halkın demir ihtiyacının karşılanmasında da önemli bir yere sahip olan Samakov demirlerinin üretimi ve bu demirlerin kullanım alanları hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır. Ardından burada üretilen demirlerin nakliyesine, bu nakliyenin nasıl gerçekleştiğine ve nakliye esnasında yaşanan sorunlara odaklanılmaya çalışmıştır. Özellikle III. Selim Dönemi’nde Balkanlar’da baş gösteren dağlı eşkıyası ve kaçakçılık faaliyetleri gibi problemlerin demir sevkiyatını ne ölçüde etkilediği ve devletin bu problemler karşısında ne gibi önlemler aldığı, çalışmada üzerinde durulan bir diğer husus olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Samakov, Balkanlar, Demir Üretimi, Maden, III. Selim.

Samakov, located in the southeast 50 km from Sofa, was known as one of the most important and most productive mining towns in the Balkan geography during the Ottoman period. Thanks to its rich mineral deposits, Samakov was the settlement where the iron needs of the Ottoman Empire were met to a large extent about four hundred years from beginning of the XVI. century, until last quarter of the XIX. century. Samakov city also developed in many industrial areas such as textile, wood carving and construction industry. Samakov, which was mentioned for the fi rst time as a castle and an administrative centre in a document dated 1378, was administratively located between Sofa and Sağkol counties in the fi rst period records of the Ottoman Empire. Samakov, which was a small settlement consisting of a castle and its surroundings until the XVI. century, developed into a town since XIX. century. Samakov, which became a settlement connected to the province of Nis since XIX. century, was also the scene of a series of problems such as smuggling activities, especially mountain bandits, which emerged in the Balkans during the Selim III Period. Therefore, Samakov had an important place in history of the Ottoman Balkan city period in terms of its economic activities and the security weakness of these activities. In this study, it has been tried to give information about the production of Samakov irons, which had an important place in meeting the iron needs of institutions such as Tersane-i Amire, Tophane-i Amire and Cephane-i Amire, as well as the iron needs of the civilian population, and the usage areas of these irons. Then, it tried to focus on the transportation of the iron produced here, how this transportation took place and the problems experienced during transportation. Especially in another issue emphasized in the study is to what extent the problems such as mountain bandits and smuggling activities that emerged in the Balkans during the Selim III period aff ected the iron shipment and what measures the state took against these problems.

Keywords: Samakov, Balkans, Iron Production, Mining, Selim III.

Mapping the Heartlands of Ottoman Empire: Russian Cartographic Project in Anatolia (1829-1835)

Mikhail Baskhanov
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.38
Sayfalar: 895-904

Rus-Türk Savaşı’ndan (1828-29) önce, Rusların Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya’daki toprakları üzerine coğrafi ve kartografi k fi kirleri son derece sınırlıydı. Savaş, Anadolu topraklarının coğrafi keşfi ne ve Osmanlı mülkünün bu geniş bölümünün güvenilir coğrafi haritalarının oluşturulmasına yönelik büyük bir ihtiyaca dikkat çekti. Rus-Türk Savaşı’ndan (1828-29) önce Rus askerî coğrafyacıları ve topografl arı Anadolu’da çalışma yapma olanağına sahip değillerdi. Kısa ömürlü Osmanlı-Rus ittifakı (1833-41), Rus Genelkurmayı tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya topraklarının haritasını çıkarmaya yönelik geniş çaplı çalışmalar yapmak için azami ölçüde kullanıldı. Kısa sürede Rus Genelkurmay Başkanlığı’nın Petr Lvov, Mihail Vronchenko, Alexander Diugamel gibi deneyimli subayları Anadolu’ya gönderildi. Bu subaylar, önemli jeodezik ve topografi k çalışmaları yürütmek için kayda değer bir dizi coğrafi , askerî ve etnografi k veri topladı. Bu zengin veri, büyük ölçüde, Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya’daki tapraklarının kafi doğrulukta haritalarını oluşturmak için kullanıldı. Anadolu’nun kartografi k görünümü, ilk kez, Rus coğrafi haritalarında ana hatlarıyla belirdi. 1829-35 kartografi projesi, İmparatorluk Rusya’sında Anadolu’nun sistematik olarak incelenmesinin temelini attı.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu, Kartografi, Topografi.

Russian geographical and cartographic ideas about the Asiatic possessions of the Ottoman Empire before the Russo-Turkish War (1828-29) remained extremely limited. The war spotlighted a great need for the geographical exploration of the territory of Anatolia and the creation of reliable geographical maps of this vast part of the Ottoman possessions. Before the Russo-Turkish War (1828-29), Russian military geographers and topographers did not have the opportunity to carry out works in Anatolia. The short-lived Ottoman-Russian alliance (1833-41) was used to the maximum by the Russian General Staff to deploy large-scale work on mapping the Asiatic territories of the Ottoman Empire. In a short period, experienced offi cers of the Russian General Staff , like Petr Lvov, Mikhail Vronchenko, and Alexander Diugamel, were posted to Anatolia. They collected a signifi cant array of geographical, military and ethnographic data, to carry out important geodetic and topographic works. This wealth of knowledge was widely used to create suffi ciently accurate maps of the Asiatic possessions of the Ottoman Empire. The cartographic appearance of Anatolia, for the fi rst time, received clear outlines on Russian geographical maps. The cartographic project of 1829-35 laid the foundation for the systematic study of Anatolia in Imperial Russia.

Keywords: Ottoman Empire, Anatolia, Cartographic, Topographic.

Denizli Tavas İlçesi Hırka Köyü Mezarlığı Ön Araştırmaları

Mustafa Beyazıt
ORCID:
0000-0003-0684-2383
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.39
Sayfalar: 905-929

Denizli’nin Tavas ilçesi sınırlarında yer alan Hırka Köyü/Mahallesi, Denizli Muğla karayolunun güneyindedir. Hırka köyünün tespit edilebilen tarihi XVI. yüzyıla kadar gitmektedir. Hırka, XVIII. yüzyıldan itibaren Menteşe sancağı mütesellimliği görevini yürüten Tavaslızâdeler lakabıyla tanınan ayan ailesinin de merkezliğini yapmıştır. Tavaslızâdeler ayan ailesinden mahallede bir cami, bir konak ve bir de hamam bulunmaktadır. Söz konusu kalıntıların yanı sıra Hırka Mahallesi Mezarlığı’nda, çoğunluğu Osmanlının son döneminden kaldığı anlaşılan kültürel miras kapsamında değerlendirebileceğimiz üç yüz elli mezar taşı ile mezarlığın güneybatı köşesinde tarihi bir çeşme yer almaktadır. Etrafı taş duvarla çevrili Denizli Muğla karayolunun güney kenarında iki paftadan oluşan Hırka Mahallesi Mezarlığı, günümüzde hala defi nlere açıktır. Mezarlıkta yüksek ve alçak çerçeveli, sandukalı ve çoğunlukla toprak mezar türü bulunmaktadır. Çalışmaya konu olan mezar taşları içerisinde bölge sakinlerinin yanı sıra ayan ailesine ve onların hizmetkârlarına ait mezar taşları da bulunmaktadır. Mezar taşları içerisinde farklı özellikleri ile dikkat çeken örneklerden bazıları taşra çizgisinin dışına çıkan süslemelere sahiptir. Ağırlıklı olarak XVIII. ve XIX. yüzyıllara tarihlenen mezar taşlarını kendi içerisinde kadın, erkek ve çocuk mezar taşları olarak üç grupta incelemek mümkündür. Erkek mezar taşları, kitabelerinde yer alan sülale ismi, meslek ismi ya da kullanılan başlıklar ile önemli bilgiler içerirken, kadın mezar taşları bezemeleri ve kullanılan takı motiferi ile dönemin moda anlayışını, beğenisini gözler önüne sermektedir. Hırka Mezarlığı tarih, edebiyat, felsefe, sosyoloji ve sanat tarihi bilim dalları için önemli bilgiler barındırmaktadır. Daha önce hakkında herhangi bir yayın bulunmayan mezarlık kültürel mirasımızın ve tarihimizin önemli bir parçasıdır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Mezar Taşları, Tavaslızâdeler, Denizli, Tavas, Hırka, Ayan.

Located within the Tavas district limits of Denizli, the Village/Neighborhood of Hırka is on the south of Denizli-Muğla highway. The existence of Hırka village can be dated back to the XVI century. Furthermore, it had served as the center to the noble family known as Tavaslızâdeler who had assumed the duty of mütesellim (lieutenant governor) of the Menteşe sanjak from the XVIII century onwards. The neighborhood holds a mosque, an estate and a Turkish bath from the Tavaslızâdeler noble family. Aside from the remnants in question, the Hırka Neighborhood Cemetery has three hundred fi fty tombstones, most of which are understood to pertaining to the last era of the Ottoman Empire and which can be considered as cultural heritage, as well as a historical fountain situated on the southwestern corner of the cemetery. Surrounded by a stone wall and consisting of two sections on the southern side of the Denizli/Muğla highway, the Hırka Neighborhood Cemetery today is still open to new burials. There are high and low bordered, cist and mostly of earth graves in the cemetery. Aside from tombstones pertaining to the residents of the region, there are also those that belong to the noble family and their servants amongst the tombstones mentioned in the study. The tombstones that have decorations which exceed the periphery line are amongst some of the examples that stand out with their diff erent features. The tombstones, which largely date to the XVIII and XIX centuries, can be examined in three groups as female, male and child tombstones. While male tombstones entail important information with their epitaphs that contain the family name and the name of occupation or with the headwear used, the female tombstones display the sense of fashion and tastes of the era with their decorative patterns and the jewelry motifs they encompass. Thus the Hırka Cemetery holds important information for fi elds of history, literature, philosophy, sociology and art history. The cemetery which has no prior publication is an important part of our cultural heritage and history.

Keywords: Ottoman Tombstones, Tavaslızâdeler, Denizli, Tavas, Hırka, Noble.

Osmanlı Kültür ve Sanatında Kadem-i Şerif Örnekleri (Türkiye ve Bulgaristan)

Lyubomir Mikov
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.40
Sayfalar: 931-948

Makale, Hz. Muhammed’in göğe mucizevi yükselişinin (mi’racının) gerçekleştiği kaya üzerinde bıraktığına inanılan mucizevi ayak izlerine odaklanmaktadır. Yazar, Hz. Muhammed’in çıplak ayaklarının veya sandaletlerinin izlerinin görünüşünü, yayılımını ve amacını incelemektedir. Bu damgalara, özellikle kadem-i şerif ve nal-ı şerif adını veren Osmanlı Türkleri tarafından büyük saygı duyulmuştur. Araştırma günümüzde, hepsi İstanbul’da yer alan Topkapı Sarayı, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, aynı zamanda Eyüp Sultan, Sultan I. Abdülhamit ve Sultan III. Mustafa türbelerinde muhafaza edilen izler üzerinde durmaktadır. Yazar, bu izlerin Hz. Muhammed’in mucizevi gücünü açıkça gösterdiğini ve bu itibarla Müslüman kültüründe oldukça önemli bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Yazar ayrıca Seyyid Battal Gazi (türbesi Türkiye’nin kuzeybatısında Seyitgazi ilçesi yakınlarındaki bir tepeye dikilmiştir) ile Demir Baba, Otman Baba, Kademli Baba, Akyazılı Baba, Yağmur Baba, Hacı Bektaş Veli ve Sarı Saltık gibi Bektaşi erenlerinin bıraktığına inanılan ayak izlerini de incelemektedir. Güney Slav halk destanlarında oldukça popüler olan yarı efsanevi kahraman Krali Marko’nun bıraktığına inanılan ayak izlerine de özel bir önem verilmiştir. Yazar, İslam’ın bir diğer yüzü olan tasavvufi İslam tarafından İslam’da mucize inancının kıvılcımının ateşlendiğini belirtmektedir. Başka bir deyişle, tasavvuf, mucizelere olan inancı mitlere dönüştürerek İslam’ı mitolojikleştirmiştir. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in Kudüs’te bir kayaya bıraktığı ayak izlerinin mucizesi de bir efsane haline gelmiştir. Bu ayak izlerinin sayısız kopyası, taklit kalıntılar olarak sunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Kültürü, Türk Sanatı, Tasavvuf, Ayak İzleri.

The paper is focused on the miraculous footprints of Prophet Muhammad which he is believed to have left on the rock from where his miraculous ascent (mi’raj) into the heavens took place. The author studies the appearance, spread and purpose of the imprints of Prophet Muhammad’s bare feet or sandals. These imprints were especially venerated by the Ottoman Turks who called them kadem-i şerif and nal-ı şerif respectively. The research dwells on the imprints preserved nowadays in Topkapı Palace and the Museum for Islamic and Turkish Art, as well as in the mausoleums (türbe) of Sultan Еyüb, Sultan Abdülhamid I and Sultan Mustafa III, all of them located in Istanbul. The author emphasizes that these imprints manifested Prophet Muhammad’s miraculous power and as such they played quite important a role in Muslim culture. The author studies also the footprints that are believed to have been left by some historical fi gures such as Seyyid Battal Gazi (his mausoleum is erected on a hill near the town of Seyitgazi in north-western Turkey) and some Bektashi saints such as Demir Baba, Othman Baba, Kademli Baba, Akyazılı Baba, Yağmur Baba, Hacı Bektaş Veli and Sarı Saltık. A special attention is paid also to the footprints that are believed to have been left by the semilegendary hero Krali Marko who is quite popular in South-Slavic folk-epics. The author points out that the belief in miracles in Islam was sparked by mystical Islam (Sufi sm) which is the other face of Islam. In other words, Sufi sm mythologised Islam by converting the belief in miracles into myths. Therefore, the miracle of Prophet Muhammad’s footprints left on a rock in Jerusalem became also a myth. The numerous copies of these footprints serve as mock relics.

Keywords: Ottoman Culture, Turkish Art, Sufism, Footprints.

Manastır’da Kadın Giyim-Kuşam Kültürü (1700-1730)

Zülfiye Koçak
ORCID:
0000-0002-1352-9849
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.41
Sayfalar: 949-981

Maddi kültür unsurlarından olan ve bir milletin örf, adet ve dinî temalarının önemli göstergeleri arasında yer alan giyim-kuşam kültürü, tarihsel süreç içerisinde toplumdan topluma, kadından erkeğe, büyükten küçüğe değişim göstermiştir. Bu yönüyle kadınların günlük hayatta giydikleri kıyafetler ve bunlarda kullanılan kumaş ve renkler toplumun örf, adet ve dini temalarını ortaya koymada, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapısını belirlemede önemli ipuçları sunmaktadır. Bunların yanı sıra giyim-kuşam kültürü, farklı sosyal ve ekonomik seviyelere mensup insanların gündelik hayatları, yaşam standartları, üretim ve tüketim alışkanlıkları hakkında da fi kir vermektedir. Bu çalışmada, günümüzde Bitola adıyla bilinen ve Kuzey Makedonya’da Pelister Dağı’nın eteğinde, Dragon Nehri’nin kıyısında kurulan Manastır’da Müslim ve gayrimüslim kadınların giyim kuşam kültürleri ele alınacaktır. Manastır, I. Murat zamanında Osmanlı egemenliğine girmiş, Adriyatik kıyıları ile Ege Denizi arasında Via Egnatia adı verilen ticaret yolunun ortasında bulunduğundan kısa sürede Osmanlı Rumeli’sinin en önemli şehirlerinden biri haline gelmişti. Osmanlı egemenliğinde olduğu sürede Manastır mahkemesi halkın hukuksal sorunlarını çözerken aynı zamanda dava kayıtlarını da tutmuştu. Şer‘iyye sicili adıyla da anılan bu kayıtlar arasında dağınık şekilde bulunan ve ölen kişilerden kalan mirasların ayrıntılı kaydedildiği tereke kayıtları, bu çalışmanın ana kaynaklarını teşkil etmektedir. Metodolojik olarak 1700-1730 yılları arasında Manastır mahkemesinde tutulan on dört adet şer‘iyye sicil defterlerinde yer alan kadın terekeleri gözden geçirilmiş ve bu kayıtlardan hareketle şehirde kadınlar tarafından kullanılan giyim-kuşam malzemelerinin neler olduğu, bu malzemelerin kişilerin toplumsal konumlarına göre değişip değişmediği sorularına cevap aranmıştır.

Anahtar Kelimeler: Manastır, Balkanlar, Tereke Defterleri, Kadın, Giyim-Kuşam.

Clothing culture, which is a material cultural element as well as an important indicator of customs, traditions, and religious themes of a nation, changes from society to society, from women to men, and from large to small over the course of history. To that end, the clothes that women wear throughout their everyday life, the fabrics and their colours all off er important clues both about revealing the customs, traditions and religious themes of the society and determining its socio-economic and socio-cultural structure. Moreover, they give us an idea about the clothing culture along with daily lives, living standards, production, and consumption habits of people from diff erent social and economic levels. This study investigates the clothing culture of Muslim and non-Muslim women in Manastır (known as Bitola today), a North Macedonian city that was established at the foot of the Pelister Mountain along the banks of the Dragon River. Manastır fell under Ottoman rule during the reign of Sultan Murat I. Given that it was located at the centre of the Via Egnatia trading route between the Adriatic coasts and the Aegean Sea, it soon became one of most important cities of Ottoman Rumelia. During Ottoman rule, the Manastır Court had kept case records whilst solving the public’s legal issues at the same time. Inheritance records which are scattered among these records, also known as şer’iyye registration, and keep detailed records of the inheritances of the deceased, constitute the primary sources of this study. Methodologically, women’s estates in fourteen Şer’iyye registry books kept in the Manastır court between 1700 and 1730 were reviewed, and based on these records, answers were sought to the questions of what clothing materials were used by women in the city and whether these materials changed according to the social status of the people.

Keywords: Manastır, The Balkans, Inheritance Registers, Women, Clothing.

Osmanlı Topraklarını Filme Almak (1896-1914)

Oya Kasap Ortaklan
ORCID:
0000-0002-4475-0431
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.42
Sayfalar: 983-1017

Sinematografın icadı ve sinema teknolojisinin geliştirilmesi ile birlikte fi lm turizmi de başlar. Seyahatin ve sinemanın harmanı olan dönemin bu yeni sektörü farklı gelenekleri içinde barındırmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı’dan Doğu’ya artan siyasal, ekonomik ve imgesel ilgi, ulaşımın da kolaylaştırıcı desteği ile yerinde görülmesi gereken bir arzu nesnesi, egemen olunmak istenen bir öteki yaratır. Seyahat, yazın ve fotoğrafın yarattığı bir Batılı gözle Doğu’nun izini süren sinema, göstergelerinde ve söylemlerinde kendisinden önce gelen gelenekleri, görüntüleri hareketlendirerek takip ederken, Batı’da hâkim Oryantalizmi ve Doğu Egzotizmini yeniden üretmektedir. Diğer yandan sanayi devriminin içine doğmuş bir medya aracı olarak sinema, çağdaş olmanın göstergesi, modernliğin kurucu ve tanımlayıcı ajanlarından biridir. Yeni sömürgeciliğin yükselişe geçtiği göstergeler çağının başında sinema, imparatorlukların meşruiyet söylemini geliştirip yaymalarında da önemli bir işlev üstlenmiştir. Erken dönem fi lmler sözü edilen bu denklemleri tekrar ederken seyirciye tüm bu dönüşümlere tanıklık etme olanağı sunmaktadır. Osmanlı topraklarını gösteren ilk fi lmler 1896-1897 yıllarında Lumière operatörleri tarafından çekilir ve dolaşıma girer. Görüntülerin büyük bir bölümü yazın, resim, kartpostal, fotoğraf, basın ve reklam yoluyla sunulmuş imgelerin yeniden çoğaltılmasıdır. Pazar yerleri, meydanlar, kalabalıklar, düğün ya da cenaze merasimleri, resmi ya da dini törenler, yerel kıyafetler içindeki insan kalabalıkları, kadınlar ve çocuklar, hükümdarların ziyaretleri fi lme alınan, etnografi k kavramsallaştırmaları aktaran, gösteren ve bilgisini üreten en yaygın konulardır. Filmler Batı’nın Doğu’yu nasıl gördüğüne dair önemli veriler sunarken, sinemanın başından itibaren nasıl araçsallaştırıldığına, yeni bir görme biçimi olarak kendi pazar alanını nasıl genişlettiğine dair bilgi vermektedir. Bu makalede Osmanlı toprakları üzerine çekilen erken dönem fi lmler söylem analizi, fi lm analizi ve arşiv belgelerinin ışığında incelenmektedir ve mevcut görüntüler, içine doğduğu dönem dahilinde değerlendirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Erken Sinema, Seyahat, Oryantalizm, Belge Film.

With the invention of the cinematograph and the development of cinema technology, fi lm tourism also begins. This new sector of the period, which is a blend of travel and cinema, contains diff erent traditions. Since the second half of the 19th century, the increasing political, economic and imaginary interest from the West to the East creates an object of desire that should be seen in its place, an other to be conquered, with the facilitating support of transportation. Tracing the East with a western eye created by travel, literature and photography, cinema reproduces the dominant Orientalism and Eastern Exoticism in the West, while following the traditions that preceded it in its displays and discourses, by moving images. On the other hand, as a media born into the industrial revolution, cinema is an indicator of being contemporary and one of the establishing and defi ning agents of modernity. At the beginning of the age of images in which neo-colonialism was on the rise, cinema also plays an important role in developing and spreading the legitimacy discourse of empires. While early fi lms repeat these equations, they off er the audience the opportunity to witness all these transformations. The fi rst fi lms showing the Ottoman lands were shot and circulated by Lumière operators in 1896-1897. The majority of images are reproductions of images presented in literature, drawing, postcards, photographs, the press and advertising. Market places, squares, wedding or funeral ceremonies, offi cial or religious ceremonies, crowds of people in local dress, women and children, visits of monarchs are the most common subjects fi lmed, transmitting, showing and generating knowledge of ethnographic conceptualizations. While the fi lms provide important data on how the West sees the East, they also provide valuable information on how cinema was instrumentalized from the very beginning and how it expanded its market space as a new way of seeing. In this article, the early fi lms on the Ottoman land will be examined in the light of discourse analysis, fi lm analysis and archival documents, and the current images will be evaluated within the period in which they were born.

Keywords: Ottoman Empire, Early Cinema, Travelling, Orientalism, Documentary Film.

Rasathane-i Âmire’nin Annuaire a l’Usage de Constantinople pour l’Année 1871 Adlı Salnâmesi Hakkında Bir Değerlendirme

Kübra Fettahoğlu
ORCID:
0000-0001-9620-6473
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.43
Sayfalar: 1019-1041

Bu çalışmada, 1868’de kurulan Rasathane-i Âmire’nin, Annuaire a l’Usage de Constantinople pour l’Année 1871 adıyla yayımlanan ilk Fransızca salnâmesi incelenmiştir. Ekim 1870’de İstanbul’da Typographie et Lithographie Centrales tarafından basılan yıllık, 77 sayfadan oluşmaktadır. Rasathane’nin öğle vaktini (12:00) top atışıyla ilan etme projesi kapsamında hazırlanan eser, 1871 yılı için Hicrî, Rumî, Miladî tarihleri ve alaturka-alafranga saat ayarlarını birlikte içeren bir takvimdir. Yayımlanma amacı, günlük sapmaları dikkate alarak tam öğle vaktinin alaturka ve alafranga karşılıklarını yıl boyunca takip edilebilir kılmaktır. Salnâme, bununla birlikte dünyadaki önemli dağların yüksekliklerinden Osmanlı Devleti’nde düzenlenen fuar ve panayırlara kadar çok çeşitli konularda idarî, beşerî, ticarî ve coğrafî bilgiler de sunmaktadır. Zengin içeriği ile dünyaya dair bilgileri Osmanlı kamuoyuna, imparatorluğu ise dünyaya tanıtan eser, yayımlandığı dönemde bir nev’i çift taraflı temsilcilik rolü üstlenmiştir. Rasathane’nin kuruluşundan yaklaşık iki yıl sonra yayımlanan salnâme, kurumun kısa sürede gösterdiği gelişimi ve bilimsel faaliyeti ortaya koyan ilk önemli göstergedir. Bu kapsamda mevcut literatürde yeterince bilinmeyen salnâme, konu başlıklarına göre ayrıntılı bir şekilde tasnif edilerek tanıtılmış ve Rasathane’nin 1872 yılı için hazırladığı Türkçe-Fransızca ikinci ve son yıllığı ile karşılaştırmalı şekilde değerlendirilmiştir. Buna göre 1871 yılı salnâmesi, on iki ay için ayrı ayrı hazırlanan tablolardan oluşan takvim kısmı dışında, Rasathane ile ilgili genel bilgiler, o yılki tutulma tarihleri, yabancı sefi rler, frankın yıllık ortalama faiz oranına göre değer değişimi, dünyadaki önemli nehirlerin uzunluğu ve binaların yüksekliği, ulusal ve uluslararası posta ağları ve tarifeleri gibi çok farklı konuları bir araya getiren genel bir rehber konumundadır. Dolayısıyla bu ilk tecrübeden sonra yine aynı amaçla yayımlanan 1872 yılı salnâmesinin kurumun esas çalışma alanı olan meteoroloji ve astronomiye ağırlık veren bir içerikte hazırlandığı gözlemlenmiştir. Sonuç olarak 1871 yılı salnâmesinin 19. yüzyıl Osmanlı bilim tarihi açısından öncü ve önemli bir rol oynadığı tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Rasathane-i Amire, Salname, Takvim.

The present study examines Annuaire a l’Usage de Constantinople pour l’Année 1871, the fi rst French yearbook of the Imperial Observatory (today Kandilli Observatory), founded in 1868. The annual, published by Typographie et Lithographie Centrales in Istanbul in October 1870, consists of 77 pages. The yearbook, prepared under the Observatory’s project to announce the noontime (12:00) with a cannon shot, is a calendar for 1871 with Hijri, Rumi, Gregorian dates and Turkish-Alla Franca clocks. The calendar’s purpose is to make Turkish and Alla Franca equivalents of the noontime traceable throughout the year, considering the daily deviations. The yearbook also off ers a wide variety of administrative, commercial, and geographical information, from the heights of signifi cant mountains in the world to the fairs and markets in the Ottoman Empire. The book, which introduced global knowledge to the Ottoman public and the empire to the world with its various content, makes a mutual representation. Hence, the yearbook published after two years of the Observatory’s founding, is the fi rst important indicator of the institution’s development and scientifi c activity in a short time. In this context, this work introduces the yearbook, which is not known enough in the modern literature, classifying it in detail according to its subject headings and evaluates it, comparing to the second and last yearbook in Turkish-French prepared by the Observatory for 1872. Accordingly, the yearbook of 1871, apart from the calendar part consisting of tables designed for twelve months, is a general guidebook, brought together so diff erent topics such as information about the Observatory, the dates of the eclipse of 1871, foreign ambassadors, the change in the value of the franc according to the annual average interest rate, the length of the major rivers and the height of the buildings in the world, national and international postal networks and tariff s. Therefore, this study turns out that after the fi rst experience, the yearbook of 1872 published for the same purpose has content focusing on meteorology and astronomy, which were the main research areas of the institution. As a result, it also shows that the yearbook of 1871 plays a pioneering and vital role in the 19th century Ottoman history of science.

Keywords: Imperial Observatory, Annual, Calendar.

XIX. Yüzyılda Mecitözü Havalisinde Milli ve Kavilli Aşiretleri (Tarihsel Geçmiş, Nüfus ve İskânları)

Murat Alandağlı
ORCID:
0000-0001-5136-4910
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.44
Sayfalar: 1043-1080

Tarihsel olarak XII. yüzyıla kadar geriye giden Milli Aşiretinin ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Oldukça büyük bir aşiret yapısı içerinde organize olmuş bu konar-göçer yapı ile ilgili ülkemizdeki çalışmalar genellikle bölge ve tarihsel zaman üzerine kurgulanmıştır. Doğu-Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile XVI. yüzyıl üzerinde ağırlık kazanan bu çalışmalarda aşiretin yapısı, dağılışına temas edilmiştir. Milli Aşireti de diğer göçer unsurlar gibi zaman zaman iskân politikalarına konu olmuştur. Aşiretin dağılış coğrafyasının genişliğinin gerisinde askerî, idarî ve malî amaçlarla yapılan yer değişiklikleri ve diğer konargöçer unsurlarda olduğu gibi uygulanan bazı iskân faaliyetleri yer almış olabilir. Tesadüf ettiğimiz belgelerde Milli Aşiretinin yukarıda bahsedilen bölgesel mekân ve tarihsel dönemin dışında da önemli bir hareketliliğinin olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle askerî ve malî sebeplere ilave olarak bölgesel dirlik ve düzenin sağlanması maksadıyla aşiretin, XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun güney eyaletlerine sevki ile başlayan süreç bu hareketliliği görmemize önemli bir imkân sunmaktadır. Aşiret mensuplarının gönderildikleri bölgelerin iklimsel özelliklerine uyum sağlayamaması nedeniyle Kuzey’e doğru yönelmeleri ve Kuzey Orta Anadolu’ya uzanan tarihsel geçmişleri bu bakımdan ilk olarak ele alınması gereken konudur. Çorum, Amasya ve Tokat havalisinde ilk olarak “Milli ve Kavilli” şeklinde belgelere konu olmuş olması yakın zamanda bir birliktelik veya aynı mekânsal sahada yaşama amaçlarının işareti olabilir. Önceki yurtlarına benzer tabii şartları ile harekete açık yapıları nedeniyle Mecitözü ve Alaca (Hüseyinabad) kazalarında kümelenen aşiret mensuplarının buradaki faaliyetleri ele alınacak bir diğer önemli meseledir. Nitekim aşiret mensuplarının düzen bozan faaliyet ve davranışlarını içeren ve giderek artan şikâyet imparatorluk idaresine intikal eder. Hem imparatorluk idaresinin sıkı bir disiplinle konuyu ele alması hem de yerel unsurların aşiret kaynaklı olumsuz davranışlara tepki reaksiyonu bölgede tedrici bir iskânın da adeta ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle XVIII. yüzyıl sonlarına doğru uygunsuz davranışlarıyla ön plana çıkan Milli ve Kavilli Aşireti mensuplarının XIX. yüzyılın ortalarına doğru özellikle Mecitözü havalisinde dağ yamaçları ve yüksek rakımlı bölgeleri mesken edindikleri anlaşılmaktadır. Çalışma hem Milli ve Kavilli Aşiretlerinin var olan mekân ve tarihsel zaman sınırlarına ilavelerle eklemlenme ve hem de Kuzey Orta Anadolu’nun ilgili kazalarındaki iskân mazilerinin ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Milli, Kavilli, Mecitözü, İskân, Göç, Konar-Göçer.

Historically it is obvious that the Milli Tribe, which goes back to the 12th century, is mainly located in the Eastern and Southeastern Anatolia regions. The studies on this migrant settler structure, which was organized within a rather large tribal structure, were generally built on the region and historical time. Eastern and Southeastern Anatolia regions and in these studies, which gained weight over the 16th century, the structure and distribution of the tribe are touched upon. Milli Tribe, like other nomadic elements, has been subject to settlement policies from time to time. One of the important factors in the width of the distribution geography of the tribe may be the relocation and settlement activities for military, administrative and fi nancial purposes. In the documents we have come across, it is understood that the Milli Tribe had an important activity outside of the above-mentioned regional area and historical period. The process that started with the dispatch of the Ottoman Empire to the southern provinces in the 18th century for the purpose of ensuring regional peace and order, in addition to military and fi nancial reasons, off ers an important opportunity to see this mobility. Due to the fact that the members of the tribe could not adapt to the climatic characteristics of the regions they were sent to, their orientation towards the North, and their historical past extending to the northern central Anatolia, are the fi rst issues to be addressed in this regard. The fact that it was the subject of documents such as “National and Kavilli” for the fi rst time in the vicinity of Çorum, Amasya and Tokat may be a sign of a union or the purpose of living in the same spatial area in the near future. Another important issue to be discussed is the activities of the tribesmen clustered in Mecitözü and Alaca (Hüseyinabad) districts of the area, due to their natural conditions similar to their previous homelands and their open structures. As a matter of fact, the increasing complaints about the disorderly activities and behaviors of the tribesmen were transferred to the imperial administration. Both the strict discipline of the imperial administration and the reaction of the local elements to the negative behaviors of the tribes led to the emergence of a gradual settlement in the region. Therefore, towards the middle of the 18th century, they settled in the mountain slopes and high-altitude areas in the 19th century, especially around Mecitözü. The study aims both to articulate the Milli and Kavilli Tribe with additions to the existing area and historical time limits, and to reveal the past of the settlement in the relevant districts of the northern central Anatolia, which is usually Mecitözü field.

Keywords: Milli, Kavilli, Mecitözü, Settlement, Migration, Nomads.

Sicill-i Ahvâl Defterlerinde Kayıtlı İskilipli Devlet Adamları

Hümeyra Karabıyık
ORCID:
0000-0001-9739-3709
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.45
Sayfalar: 1081-1104

Sultan II. Abdülhamid dönemi, (1876-1909) gerek idarî gerekse mülkî alanda yapılan yeniliklerle Osmanlı Devleti tarihinde önem arz eder. Bu dönemde yapılan önemli yeniliklerden biri, Dâhiliye Nezareti’ne bağlı olarak 1879 yılında kurulan Sicill-i Ahvâl Komisyonu’dur. Bu tarihe kadar Osmanlı Devleti’nde görev yapan memurların sicillerini bir araya toplayan herhangi bir defter bulunmamaktadır. Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nda Osmanlı Devleti’nde görevli memurların terceme-i hâlleri yani biyografi leri resmi olarak ve tek tek kayıt altına alınmıştır. Bu kayıtların yer aldığı defterlere de Sicill-i Ahvâl Defterleri adı verilmiştir. Defterlerde memurların doğum yeri ve yılı, lakabı, baba adı, babası memurluk yapıyorsa rütbesi kaydedilmiştir. Bunlara ilave olarak memurların aldıkları eğitim, bildikleri yabancı diller, hangi görevlerde bulundukları, nişan, madalya, rütbe ya da aldıkları ceza gibi bilgilere de yer verilmiştir. Gayrimüslim memurların da hangi millete mensup oldukları kayıtlar arasında yerini almıştır. Sicill-i Ahvâl Komisyonu tarafından yürütülen sicil çalışmaları 1896 yılına kadar devam etmiştir. Komisyon bu tarihte lağvedilmiş ve yerine Memurîn-i Mülkiye Komisyonu kurulmuştur. Memurîn-i Mülkiye Komisyonu ise 1908 yılında kaldırılmış ve Dâhiliye Nezâreti içinde Sicill-i Ahvâl İdâresi adıyla ayrı bir daire meydana getirilmiştir. Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun kurulduğu tarih olan 1879 yılından 1909 yılına kadar geçen 30 yıllık süre zarfında teferruatlı şekilde birçok memurun kaydı yapılmıştır. Günümüzde bu defterler Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi bünyesinde DH.SAİD fonunda kayıtlıdır. Bu çalışmanın ana kaynağını ise 1879-1909 yılları arasında tutulmuş olan Sicill-i Ahvâl Defterleri oluşturmaktadır. Adı geçen defterlerin ışığında, bugün Çorum iline bağlı ilçelerden biri olan İskilip’te doğmuş olan memurların biyografi leri incelenecektir. Böylece, başta yerel tarih çalışmaları olmak üzere II. Abdülhamid dönemi bürokrasi tarihine de katkıda bulunmak hedeflenmektedir.

Anahtar Kelimler: Osmanlı, İskilip, Bürokrasi, Sicill-i Ahvâl, Memur.

Sultan Abdülhamid the Second’s period (1876-1909) is important in the history of the Ottoman state with innovations made both in the administrative and administrative fi elds. One of the important innovations made during this period was the Sicill-i Ahval Commission, established in 1879 under the supervision of Internal Medicine. Until that date, there had had no registers hat collected the records of offi cers who served in the Ottoman decommissioning. In the Sicill-i Ahval Commission, the terceme-i hal or the biographies of the offi cers in the Ottoman state, were offi cially and individually recorded. The registers containing these records are also called Sicill-i Ahval registers. In these registers, the birth place and year of the offi cers, nickname, father’s name,his rank stating whether his father was an offi cer or not were recorded. In addition, information such as the training that offi cers received, the foreign languages they knew, what duties they performed, insignia, medals, ranks or penalties they received were also included. Non-Muslim offi cers also took their place among the records of which nation they belonged to. The registry works carried out by the Sicill-i Ahval Commission continued until 1896. The commission was abolished on this date and the Offi cers of the Mulkiye Commision was established instead of the commission. In 1908, the Offi cer of the Mulkiye was abolished and a separate circle was created under the name of the Sicill-i-Ahval administration within the Internal Medicine Department. During the 30-year period from 1879 to 1909, the date of the establishment of the Sicill-i Ahval Commission, many offi cers were recorded with details. Currently, these registers are located in the Ottoman archive of the Presidential State Archives of the Republic of Turkey. It is registered in the DH.SAID fund. The main source of this work is the Sicill-i Ahval registers, which were kept between 1879 and 1909. In the light of the Said Fund registers, the biographies of the offi cers who were born in Iskilip, one of the districts of Çorum province, will be examined. In this way, It is aimed to contribute to the local history studies and history of bureaucracy in the Abdülhamid II-era.

Keywords: Ottoman, Iskilip, Bureaucracy, Sicill-i Ahvâl, Officer.

Yerel İktidarların Çatışma Alanı: İkinci Edirne Vakası

Şeyma Dereci
ORCID:
0000-0003-2294-9906
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.46
Sayfalar: 1105-1128

III. Selim döneminde başlatılan ve Nizam-ı Cedid olarak adlandırılan yenilikler merkez ile sınırlı kalmayarak taşraya da teşmil edilecekti. Fakat merkez yönetiminin otoritesinin taşrada zayıflığı ve ayanların gücü gibi nedenlerden dolayı bunun gerçekleşmesi mümkün olmadı. İlk olarak kışlalar kurulması gibi bazı girişimlerde bulunulmuş ve 1806 yılında İstanbul’dan sonra yeniçerilerin en güçlü olduğu ve Balkanlar’daki âyanları doğrudan kontrol altına alabilmek için önemli bir üs olan Edirne’de bu plan tekrar yürürlüğe koyulmuştur. Fakat bu girişimlere bölgedeki yeniçerilerin tepki göstermesi üzerine III. Selim, Nizâm-ı Cedîd’in önde gelen fi gürlerinden Karaman Valisi Abdurrahman Paşa’yı Anadolu ayanlarının askerlerinden oluşan Nizâm-ı Cedîd ordusunun başında Tekirdağ ve Edirne’deki âsilerin üzerine yolladı. Fakat bunu bir tehdit olarak algılayan Rumeli âyanı ise Edirne âyanı Dağdevirenzade Mehmed liderliğinde güçlerini topladı ve ordunun Edirne’nin ötesine geçmesini engeldi. Bu gelişmeler sonucu olaylar bir iç savaşa dönüştü ve bu olay tarihte Edirne Vakası olarak kayda geçti. Bunun üzerine III. Selim İstanbul’da da yeniçerilerin bir isyana kalkışabilecekleri korkusu ile Abdurrahman Paşa kuvvetlerini geri çekerek yeni düzenin Rumeli’de uygulanması politikasından vazgeçtiğini bildirdi. Edirne Vakası’nda bizim açımızdan dikkat çeken Yeniçeriler ve yerel halkla beraber hareket eden Rumeli âyanının Edirne’de Anadolu ayanlarının askerlerinden oluşan Nizâm-ı Cedîd ordusunun Balkanlara girişini engellemesidir. Edirne’de durdurulan Nizâm-ı Cedîd ordusu Anadolu’nun ileri gelen âyanından Çapanoğulları ve Karaosmanoğulları’nın askerinden oluşmaktadır. Bununla birlikte Rumeli ayanlarının bir yandan İstanbul’da Anadolu âyanının desteğiyle oluşan Nizâm-ı Cedîd’i destekledikleri, diğer yandan Nizâm-ı Cedîd’in Balkanlar’da yerleşmesine muhalefet ettikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Rumeli ve Anadolu ayanları arasında bir ayrımdan ve karşıtlıktan bahsetmek mümkün ve hem yerel düzeyde hem de bölgesel düzeyde birbirleriyle rekabet ettikleri görülmektedir. 1806 tarihli Edirne Vakası ayanlar arasındaki bu kaygan zemini analiz etmek için ele alınacak, dolayısıyla bu vaka çerçevesinde Osmanlı ayanlarının hem yerel hem de bölgesel siyasetteki tavırlarının neye göre şekillendiği üzerinde durulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Ayan, Osmanlı, Edirne Vakası.

The innovations that were initiated during the reign of Selim III and called Nizam-ı Cedid would not be limited to the center but would also be extended to the countryside. However, this was not possible due to the weakness of the central government’s authority in the provinces and the power of the notables. Initially, some attempts were made, such as the establishment of barracks, and this plan was put into eff ect in Edirne, where the Janissaries were the strongest, after Istanbul, which was an important base in order to directly control the notables in the Balkans in 1806. However, upon the reaction of the janissaries in the region to these attempts, Selim III sent Abdurrahman Pasha who was the Governor of Karaman, one of the leading fi gures of the Nizam-ı Cedid which consisted of the soldiers of the Anatolian notables, against the rebels in Tekirdağ and Edirne. However, the Rumelian notables, who perceived this as a threat, gathered their forces under the leadership of Dağdevirenoğlu Mehmed who was Edirne notable and prevented the army from going beyond Edirne. As a result of these developments, the events turned into a civil war and this event was recorded in history as the Edirne Incident. Thereupon, fearing that the Janissaries might attempt a revolt in Istanbul, Selim III withdrew his forces and announced that he had abandoned the policy of implementing the new order in Rumelia. In this case, what draws attention for us is the Rumelia notables acting together with the Janissaries and the local people, preventing the Nizâm-ı Cedid army, consisting of the soldiers of the Anatolian notables, from entering the Balkans in Edirne. The army of Nizam-ı Cedid, which was stopped in Edirne, consisted of the soldiers of Capanoğulları and Karaosmanoğulları, the leading notables of Anatolia. However, it is understood that the Rumelian notables supported the Nizâm-ı Cedid, which was formed with the support of the Anatolian notables in Istanbul on the one hand, and opposed the settlement of the Nizam-i Cedid in the Balkans on the other. Therefore, it is possible to talk about a distinction and opposition between Rumelian and Anatolian notables. It is seen that they compete with each other at both the local and regional levels. The Edirne Incident of 1806 will be discussed in order to analyze this slippery ground among the notables, therefore, within the framework of this case. It will be emphasized how the attitudes of the Ottoman notables in both local and regional politics were shaped.

Keywords: The Notables, The Ottoman, Edirne Incident.

19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Cisr-i Mustafa Paşa Kazasının İdarî Yapısı (1875-1900)

Tarık Sarıoğlu
ORCID:
0000-0003-1223-3517
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.47
Sayfalar: 1129-1157

Cisr-i Mustafa Paşa bölgesi, günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan ve ipekçiliği ile ünlü olmasından dolayı Bulgarlar tarafından “ipek şehir” olarak adlandırılan Svilengrad (Свиленград)’dır. Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim’in damadı Boşnak (Çoban) Mustafa Paşa’nın Meriç Nehri üzerine inşa ettirdiği köprüye atfen “Cisr-i Mustafa Paşa” adıyla anılmıştır. Osmanlı hâkimiyetine geçtiği dönemden itibaren Çirmen Sancağı’na bağlı bir kaza konumundayken, bu sancağın 19. yüzyıl başlarında lağvedilmesi ile bölge Edirne Vilayeti’ne bağlı bir kaza merkezi haline getirilmiştir. Edirne sınırından başlayarak Meriç Nehri’nin takip ettiği düz bir ova üzerinde bulunan kaza toprakları, Yunanistan sınırına ve Kuzey Bulgaristan’a doğru yükselerek devam etmektedir. Rodop Dağları’nın bir uzantısı olarak görülen bu tepelerden birinin üzerine kurulmuş olan Neutzikon (Mezek) Kalesi, kazanın bulunduğu yerin tarihte önemli bir stratejik konuma sahip olduğunu göstermektedir. 19. yüzyıl boyunca Edirne Vilayeti’nin önemli bir kazası olan Cisr-i Mustafa Paşa, bu yüzyıl içerisinde Balkanlarda yaşanan çeşitli olaylardan nasibini almış, 1829 ve 1876 yıllarında Rus işgali sonucu diğer Balkan şehirleri ile birlikte aynı kaderi paylaşmıştır. Bu yüzyılın sonunda Cisr-i Mustafa Paşa Kazası, doğusunda Edirne, güneyinde Ortaköy, batısında ve kuzeyinde Harmanlı ile Kavaklı kazalarına sınırdır. Yine bu dönemde 10.432’si Müslüman, 4.325’i Rum, 12.910’u Bulgar, 417’si Musevi, 35’i Ermeni ve 89’u Katolik olmak üzere 28.208 nüfusu bulunmaktadır. Balkan Savaşları’na kadar bölgedeki önemini koruyan Cisr-i Mustafa Paşa, 1915 yılında Bulgaristan Krallığı’na bırakılmıştır. Bu çalışmada 1875-1900 tarihleri arasında Cisr-i Mustafa Paşa kazasının idarî yapısı hakkında bilgiler verilerek kazada görev yapan yöneticiler, memurlar ile kaza meclisleri hakkında bilgiler verilecektir. Bu doğrultuda Osmanlı Balkanlarında önemli bir konum ve işlevde bulunan kazanın ilgili tarihlerdeki bürokratik yapısının ortaya konulması amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Cisr-i Mustafa Paşa, Kaza Yönetimi, Osmanlı Taşra İdaresi, Kaza Meclisleri, Taşralarda Bürokrasi Sınıfı.

The region of Cisr-i Mustafa Pasha is Svilengrad (Свиленград), which is located within the borders of Bulgaria today and was given a name meaning “silk city” by the Bulgarians because it is famous for its sericulture. It was called “Cisr-i Mustafa Pasha” in reference to the bridge built by the Bosnian (Shepherd) Mustafa Pasha, groom of Yavuz Sultan Selim, on the Meriç River during the Ottoman period. While it was a district of Çirmen Sanjak since the time it came under Ottoman domination, the region became a district center of Edirne Province with the abolition of this sanjak at the beginning of the 19th century. Starting from the Edirne border, the lands of the district, located on a fl at plain followed by the Meriç River, continue to rise towards the Greek border and Northern Bulgaria. “Neutzikon (Mezek) Castle”, built on one of these hills, which is seen as an extension of the Rhodope Mountains, shows that the place where the district was found had an important strategic position in history. Cisr-i Mustafa Pasha, who was an important district of Edirne Province during the 19th century, had its share of various events in the Balkans during this century, and shared the same fate with other Balkan cities as a result of the Russian occupation in 1829 and 1876. At the end of this century, Cisr-i Mustafa Pasha District borders Edirne in the east, Ortaköy in the south, and Harmanlı and Kavaklı districts in the west and north. Again in this period, there were 28.208 inhabitants, of which 10.432 were Muslims, 4.325 Greeks, 12.910 Bulgarians, 417 Jews, 35 Armenians and 89 Catholics. Cisr-i Mustafa Pasha, who maintained his importance in the region until the Balkan Wars, was left to the Kingdom of Bulgaria in 1915. In this study, information about the administrative structure of the Cisr-i Mustafa Pasha District between 1875-1900, will be given and information will be given about the administrators, offi cials and district councils working in the district. In this direction, it is aimed to reveal the bureaucratic structure of the district, which has an important position and function in the Ottoman Balkans.

Keywords: Cisr-i Mustafa Pasha, District Management, Ottoman Provincial Organization, District Assemblies, Bureaucracy Class in the Provincials.

II. Abdülhamit Döneminde Rusya Yahudilerinin Selanik’te İskânları

Özer Özbozdağlı
ORCID:
0000-0003-3486-7270
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.48
Sayfalar: 1159-1176

XIX. yüzyılda antisemitik hareketlerin en fazla olduğu ülkelerden biri Rusya’ydı. Bu antisemitik hareketlerin 1850’lerden sonra giderek baskı ve zulme dönüşmesi Yahudiler için de yeni bir başlangıcını oluşturdu. 1881’de tahta çıkan III. Alexsandır’ın takip ettiği Rus-Ortodoks milleti yaratma politikası, Rusyalı Yahudileri ya Ruslaşma ya da yaşadıkları topraklardan göç etme seçeneği ile baş başa bıraktı. Mayıs 1882 Rusya’da kabul edilen “Yahudiler Hakkında Muvakkat Nizam” adlı kanun Yahudilerin yaşantısını daha da kısıtlayarak bu süreci hızlandırmıştır. Bu kanun Yahudilerin emlak tasarrufunda bulunmalarına ve bazı vilayetlerde ikamet etmelerine sınırlamalar getirmekteydi. Bunula birlikte Rusya’daki Yahudilerin vatandaş olarak hiçbir hakları yoktu. Artan baskı ve şiddet politikasıyla birlikte Yahudiler Amerika, Kanada, İngiltere ve Osmanlı topraklarına göç etmeye başladılar. Osmanlı topraklarına başlayan göçün rotası aslında Siyonist derneklerinin de teşvikiyle Filistin’di. Siyonist teşkilatların Filistin’de bir Yahudi devleti planlarından haberdar olan Osmanlı hükümeti, birkaç yüz bin Yahudi’nin bölgede toplanma ihtimaline karşı bazı tedbirler almıştır. Osmanlı topraklarına girmek isteyen Yahudilere bazı sınırlamalar getirilmiştir. Bu kararla birlikte Rusya’daki Osmanlı Sefareti ve Şehbenderlikleri, yalnızca Osmanlı tabiiyetine geçen ve Filistin dışında bir bölgede yerleşmeyi kabul eden Yahudilere pasaport vermeye başladı. Osmanlı hükümeti Rus kumpanyalarıyla kafi leler halinde gelen Yahudileri yasal işlemlerinin yapılmasının ardından Selanik, Aydın, İzmir, Manastır, Kosova ve Yanya vilayetlerinde iskân etme kararı aldı.1892 tarihli bir Osmanlı belgesinde Rusya’dan 963 nüfus Yahudi’nin İstanbul’a geldiği, bunlarının 826’sının Osmanlı, 103’nün Romanya, 20’sinin Yunan, 8’nin Avusturya, 6’sının Rusya tebaasından olduğu belirtilmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlı tabiiyetinden olan 826 nüfus Yahudi’nin yarısını Selanik’e, diğer yarısını da Aydın vilayetine iskân etme kararı almıştır. Bu düzensiz göç hareketi kafileler halinde devam etmiştir. Bu bildiride, Rusya’da gelen Yahudilerin Selanik vilayetinde iskânları Osmanlı arşiv belgeleri çerçevesinde ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Rusya, Yahudi, Osmanlı İmparatorluğu, Selanik, İskân.

Russia was one of countries having most anti-Semitic actions in the XIX century. After 1850s, these anti-Semitic actions turned into oppression and persecution and marked a new beginning for Jews. The policy of creating a Russian-Orthodox nation of Alexander III, who ascended the throne in 1881, forced Russian either to become Russifed or emigrate from their lands. The act “Temporary Order for Jews” adopted in Russia in May 1882, further restricted the lives of the Jews. This act was preventing Jews from acquiring estates and residing in certain provinces. The Jews in Russia had no rights as citizens. Due to increasing pressure, Jews began to migrate to America, Canada, England and Ottoman. The route of immigration to Ottoman lands was actually Palestine with encouragement of Zionist associations. Being aware of the Zionist organizations’ plans for a Jewish state in Palestine, the Ottoman government took some precautions against the possibility of Jews gathering in the region. Restrictions were imposed on Jews who entered Ottoman lands. Ottoman Embassy and Consulates in Russia issued passports only to Jews becoming Ottoman nationals and settling in a region outside Palestine. Ottoman Empire decided to settle the Jews, coming in convoys in the provinces of Thessaloniki, Aydın, İzmir, Bitola, Kosovo and Ioannina after completing legal proceedings. An Ottoman document dated 1892 stated that 963 Jews came to Istanbul from Russia and 826 of them were Ottomans; 103 were Romanians, 20 Greeks, 8 Austrians and 6 Russians. Ottoman government decided to settle half of 826 Ottoman Jews in Thessaloniki and the other half in Aydın. This irregular migration continued in convoys. In this paper, the settlement of Russian Jews in Thessaloniki will be discussed within the framework of Ottoman archive documents.

Keywords: Russia, Jews, Ottoman Empire, Thessaloniki, Settlement.

Dreyfus Davası’nın Osmanlı Devleti’ndeki Yansımaları

Ahmet Köksal
ORCID:
0000-0001-9350-1928
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.49
Sayfalar: 1177-1206

Hukuk tarihi açısından kayda değer bir yere sahip olan “Dreyfus Davası”, Fransa’da Yahudi asıllı bir subay olan Alfred Dreyfus’un Almanlara casusluk yaptığı iddiasıyla başlamıştır. Dreyfus, 1894 yılında delillerin yetersizliği ve yargılamadaki sorunlara rağmen vatana ihanet suçuyla mahkûm olmuştur. Çok geçmeden Almanlara bilgi sızdıran kişinin Easterhazy isimli bir başka Fransız subayı olduğu anlaşılmış, Dreyfus’un yakın çevresinin çabaları ve tepkiler neticesinde yeniden yargılama yapılmış ancak Easterhazy oy birliği ile beraat ettirilmiştir. Davanın unutulmaya yüz tuttuğu süreçte Emile Zola’nın “Suçluyorum” başlığıyla yayımlanan ve Fransız Cumhurbaşkanına hitaben yazdığı açık mektup büyük yankı uyandırmıştır. Zola mektubunda Fransız Genelkurmayını hukuku çiğnemek ve kamuoyunu yanıltmakla itham etmiş, bazı politikacılar ve aydınlar kendisine destek bildirileri yayınlamışlardır. Ancak Zola da orduya hakaretten mahkûm edilmiş sonrasında İngiltere’ye kaçmak zorunda kalmıştır. 1898 yılına gelindiğinde Fransız Genelkurmayındaki görev değişimlerinin ardından soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmediği, bazı belgelerin de sahte olduğu açıklaması yapılmıştır. Nitekim Easterhazy yeni sorgulamada suçunu itiraf etmiş ve sahte belgeleri üreten Henry de çok geçmeden yaşamına son vermiştir. Beraat kararının bir türlü alınamadığı dava, ancak 1906 yılında Dreyfus lehine sonuçlanmıştır. Dreyfus Davası, Avusturyalı Yahudi gazeteci Theodor Herzl’i de derinden etkilemiş bu tarihten sonra Yahudi Devleti’nin kurulması gerektiği fi krini savunmaya başlamıştır. Dreyfus Davası, Alcace-Lorraine bölgesinin Almanlarda olduğu bir dönemde aynı zamanda bir güvenlik meselesi olarak da addedilmiş, kendisinin zengin Yahudi bir aileye mensup olması nedeniyle farklı bir boyuta taşınmıştır. Fransız kamuoyunun iki kampa ayrıldığı ve hizipleşmelerin arttığı bu dönemde yargılamalar, Alfred Dreyfus’un şahsi bir meselesi olmaktan öteye geçerek Yahudilere karşı tepkileri ve baskıları da arttırmıştır. Hukuk tarihinde emsal bir haklılık mücadelesi olarak bilinen ve gösterilen Dreyfus Davası, sözü geçen süreç içerisinde dünyada olduğu gibi Osmanlı Devleti yöneticileri ve aydınlarının da dikkatini çekmiştir. Dava, arşiv belgelerinden anlaşıldığı üzere; Osmanlı Devleti’nin Paris Sefi ri vasıtasıyla, Fransa’nın politik durumu ve FransızAlman ilişkileri bağlamında titizlikle takip edilmiştir. Bazı devlet adamları davanın olumsuz örnek teşkil edebileceği endişelerini ortaya koymuşlardır. Meclis-i Mebusan’da dahi müzakere edilen dava Osmanlı basınında sıklıkla konu edilmiş gelişmeler gazete ve dergi sütunlarında yerini almıştır. Osmanlı Devleti’nde konuya dair ilk kapsamlı eser Ali Reşad ve İsmail Hakkı tarafından “Dreyfüs Meselesi ve Esbâb-ı Hafi yesi” ismiyle kaleme alınmıştır. Malumat, İctihad, Servet-i Fünun gibi dergilerdeki yazılara ilaveten gazetelerde de gelişmeler kimi zaman dış basından iktibas, kimi zaman da ajans haberleri şeklinde düzenli olarak sunulmuştur. Bu tebliğde de öncelikli olarak Osmanlı arşiv belgeleri, döneme ait eserler ve süreli yayınlardaki neşriyat çerçevesinde Dreyfus Davası’nın Osmanlı Devleti ve Osmanlı entelektüelleri üzerindeki etkisi değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: Dreyfus Davası, Alfred Dreyfus, Osmanlı Devleti.

The “Dreyfus Affair”, which has a remarkable place in terms of legal history, began in France with the allegation that Alfred Dreyfus, a Jewish-born offi cer, was spying on the Germans. Dreyfus was convicted of treason in 1894, despite the lack of evidence and problems in the trial. It soon became clear that the person who leaked information to the Germans was another French offi cer named Easterhazy. As a result of the eff orts and reactions of the people around Dreyfus, a retrial was held, but Easterhazy was acquitted unanimously. In the process when the case was fading into oblivion, the open letter of Emile Zola, which was published with the title “I Accuse” and addressed to the French President, had a great impact. In his letter, Zola accused the French General Staff of breaking the law and misleading the public, and some politicians and intellectuals issued statements of support to him. However, Zola was also convicted of insulting the army and later had to fl ee to England. In 1898, after the change of duties in the French General Staff , it was announced that the investigation was not carried out in a healthy way and that some documents were fake. As a matter of fact, Easterhazy confessed his guilt in the new interrogation and soon ended his life. The case, which could not be acquitted, was concluded in favor of Dreyfus in 1906. The Dreyfus Aff air also deeply aff ected the Austrian Jewish journalist Theodor Herzl, and after this case, he started to defend the idea that the Jewish State should be established. The Dreyfus Aff air was also considered a security issue at the same time as the Alcace-Lorraine region was in the Germans, and it was also moved to a diff erent dimension due to the fact that he belonged to a wealthy Jewish family. In this period, when the French public was divided into two camps and factions increased, the trials went beyond Alfred Dreyfus’s personal issue and increased the reactions and pressures against the Jews. The Dreyfus Aff air, which is known and shown as a precedent struggle for justifi cation in the history of law, has attracted the attention of the Ottoman State administrators and intellectuals as well as in the world. The case was followed up meticulously in the context of the political situation of France and Franco-German relations through the Paris Debauchery of the Ottoman Empire, as can be seen from the archival documents. Some statesmen raised concerns that the case could set a negative example. The case, which was discussed even in the Parliament, was frequently discussed in the Ottoman press, and the developments took place in the columns of newspapers and magazines. The fi rst comprehensive work on the subject in the Ottoman Empire was written by Ali Reşad and İsmail Hakkı under the name “Dreyfus Davası ve Esbâb-ı Hafi yesi”. In addition to the articles in magazines such as Malumat, İctihad and Servet-i Fünun, developments in newspapers were regularly presented, sometimes in the form of quotations from the foreign press, and sometimes in the form of agency news. In this paper, the impact of the Dreyfus Aff air on the Ottoman State and Ottoman intellectuals will be evaluated primarily within the framework of Ottoman archive documents, works belonging to the period and publications in periodicals.

Keywords: Dreyfus Affair, Alfred Dreyfus, Ottoman Empire.

Sadâkati Test Etmek: Tartışmalı Bir Hatırâtın Etrafında Sertabip Mavroyani Paşa’nın Sorgusu

Kasım Hızlı
ORCID:
0000-0001-7265-5522
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.50
Sayfalar: 1207-1228

Spiridon Mavroyani Paşa (d. 1817- ö. 1902), Sultan II. Abdülhamid’in şehzadeliğinden itibaren ilişki kurduğu, tahta geçtikten sonra yakın çevresine dâhil ettiği isimlerden biridir. İkilinin 1864 yılında başlayan tanışıklığı yıllar geçtikçe ilerlemiş, Mavroyani Paşa’nın sultana hekimlik yanında nedimlik ettiği durumlar da olmuştur. Uzun yıllara yayılan birliktelik Mavroyani Paşa’ya Sultan II. Abdülhamid’in sağlığı, özel hayatı ve dâhil olduğu politik süreçleri yakından takip etme fırsatı vermiştir. Mavroyani Paşa, 1846 yılında başlayan meslek hayatı boyunca tanıklık ettiği olayları 1879 yılından itibaren yazmaya başlamıştır. “Mémoires Sultaniques/Hatırât-ı Sultaniye” ismini verdiği anıları Sultan Abdülmecid dönemi, Sultan Abdülaziz’in hal’i, Sultan V. Murad’ın tahta çıkışı ve II. Abdülhamid döneminin ilk on beş yılını kapsamaktadır. 1892 yılında Mavroyani Paşa’nın eşinin ihbarı üzerine hatıraların varlığından haberdar olan II. Abdülhamid, paşanın sorguya çekilmesini istemiştir. Padişahın kararından haberdar olan Mavroyani Paşa Rus Büyükelçiliği’ne sığınmış, sefarethanede geçen bir gecenin ardından Yıldız Sarayı’nda sorguya çekilmiştir. Konutunda yapılan aramada ele geçirilen belge, mektup ve hatıralar tetkik edilerek muzır olanlar padişaha takdim edilmiştir. Mavroyani Paşa hatırat yazdığını kabul etmiş ancak yazdığı hatıralarda iddia edildiği gibi padişah ve hanedan aleyhinde ifadelere yer vermediğini beyan etmiştir. Paşa, Rum Patrikhanesi’nde rahipler huzurunda icra edilen yemin merasiminin ardından eski görevine devam etse de sonraki yıllarını kontrol altında geçirmiştir. Bu çalışmada kadrolarına karşı güven problemi yaşayan II. Abdülhamid’in, şehzadelik yıllarından itibaren özel hayatı ve politik kararlarına yakından tanıklık eden Sertabip Mavroyani Paşa’yla yaşadığı gerilim ortaya konacaktır. Gerilime sebep olan hatıratın mahiyeti ve mevcudiyeti hakkında bilgi verilecek, Mavroyani Paşa’nın aklanma sürecinde tabi tutulduğu sadakat testine yer verilecektir. Padişah ve sertabip arasındaki patrimonyal ilişki tarzı ortaya konacak, yaşanan olayların II. Abdülhamid’in yönetim tarzı içindeki yeri ile Mavroyani Paşa’nın kişisel ve meslekî kariyerine yaptığı etki incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Spiridon Mavroyani Paşa, Sultan II. Abdülhamid, Hatırât-ı Sultaniye, Patrimonyalizm.

Spiridon Mavroyéni Pasha (b. 1817 – d. 1902) is one of the fi gures with whom Sultan Abdülhamid had relations since his princehood and included in his close circle as he was brought up to the throne. The acquaintance of the two, which started in 1864, has progressed over the years, and except being the chief physician Mavroyéni Pasha served the sultan in many occasions. The long-term partnership gave Mavroyéni Pasha the opportunity to closely observe the health, private life and the political conducts of the Sultan. Starting from 1879 Mavroyéni Pasha took up writing about the events he witnessed throughout his career, which started in 1846. His memories, named “Mémoires Sultaniques”, cover the period of Sultan Abdülmecid, the dethronement of Sultan Abdülaziz, the accession of Sultan Murad V, and the fi rst fi fteen years of the reign of Abdülhamid II. On the notice of Mavroyéni Pasha’s wife, Abdülhamid, who was aware of the existence of the memories, wanted the pasha to be questioned. Having been aware of the Sultan’s decision, Mavroyéni took refuge in the Russian Embassy. Spending the night in the embassy, he was taken into custody and interrogated in Yıldız Palace; documents, letters and memories found during the search of his residence were examined and those mischievous were presented to the Sultan. Mavroyéni Pasha admitted that he wrote them himself, yet asserted that he did not include statements against the sultan and the dynasty as alleged. Although the Pasha resumed his former duty after the oath ceremony taken place in the presence of the priests in Greek Patriarchate, he spent the following years under control. In this study, the tension between Abdülhamid, who had a problem of trust with almost all his staff , with Mavroyéni Pasha the chief physician, who witnessed his private life and political decisions since the former was a prince, will be revealed. Information will be given about the nature and existence of the memoir that caused tension, and the loyalty test that Mavroyéni Pasha was subjected to during the acquittal process will be touched upon. The patrimonial relationship between the sultan and the chief physician will be revealed, and how the events eff ected the administrative style of Abdülhamid, and the personal and professional career of the Pasha is to be examined.

Keywords: Spiridon Mavroyéni Pasha, Sultan Abdülhamid II, Mémoires Sultaniques, Patrimonialism.

Tuna Vilayeti Muhacir Hastaneleri 1865 Yılı Talimatnâmelerinin Hastane Yönetimi/Sağlık İdaresi ve Hemşirelik Mevzuatı Bağlamında İrdelenmesi

Derya Derin Paşaoğlu
ORCID:
0000-0002-4046-6070
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.51
Sayfalar: 1229-1252

Devletlerin ulusal sağlık sistemlerine dair mevzuatları, ülkenin tarihi, kültürü, ekonomisi ve politik yaklaşımlarıyla şekillenir. Tarihi süreç içerisinde gelişen sistem, ihtiyaçlara göre düzenlenir, güncellenir. Osmanlı Devleti’nde, 19. yy’da yeni bir idari yapı olan Tuna Vilayeti’nin yönetimine getirilen Mithat Paşa, Kasım 1864 ile Mart 1866 yılları arasında bir dizi düzenlemeler yapmıştır. Söz konusu düzenlemelerle muhacirlerin sorunlarına da çözümler üretilmiştir. Kırım’ın elden çıkmasıyla başlayıp, 1859’da Kırım Savaşı sonrası artan ve 1859-1862 yılları arasında Nogayların, 1865’de Çerkeslerin katılımıyla yüzbinlerle ifade edilen Karadeniz’in kuzeyinden yapılan göçlerde, Vidin, Rusçuk ve Dobruca Sancakları başta olmak üzere Tuna Vilayeti; yaklaşık 300.000 muhacir için iskân yeri olmuştur. Mithat Paşa’nın vilayette başlattığı düzenlemelerde; hastanelerde söz konusu muhacirlere, fakirlere, çocuklara ve kadınlara yönelik çalışmalar yapılmıştır. Muhacir hekimleri ve gezici hekimlerle, tedavi ve çocukların aşılanmaları, gureba hastanesinin ve kadınlara özel nisa hastanesinin açılması bu bağlamda yapılmış düzenlemelerdir. Çalışmamızda, Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Sadaret 4 Nolu defterde yer alan 70 maddelik Gureba Hastanesi talimatnamesi, 5 maddelik aşı programı ve 7 maddelik Nisa Hastanesi talimatnamesi sağlık kurumları mevzuatı açısından irdelenecektir. Hastane personelinin görev tanımlarının açıkça ifade edildiği talimatnamelerde hastanenin işleyiş düzenine dair ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Hastanın hastaneye kabulü, tedavi hizmetlerinin nasıl yürütüleceği, hastane kuralları, eczane hizmeti, taburcu işlemleri, arşiv ve dokümantasyon için kayıtların yapılması, hasta haklarının korunmasına dair bilgiler içeren talimatnameler Sağlık İdaresi ve Hastane Yönetimi tarihi açısından oldukça kıymetli veriler içermektedir. Söz konusu veriler özellikle Osmanlı Devleti’nin muhacir iskân politikasına ve kadın haklarına yaklaşımları noktasına ışık tutacak niteliktedir. Dolaysıyla talimatnameler sosyal devlet sorumluluğunda muhacirlerin, kadınların ve çocukların sağlıklarının toplum sağlığına etkisi, katkısı ve Osmanlı Devleti’nin bunun farkındalığı noktasından değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: Muhacir, Nisa, Gureba, Sağlık İdaresi, Çiçek Aşısı.

Throughout history the national health legislations of the states have been shaped by their historical, cultural and economic background and their political understanding. The health systems of respective political units have been regulated and updated by their necessities. In 19th century, in the newly established Tuna Province of the Ottoman Empire, the prominent local governor Midhat Paşa was the architect of a series of regulations between November 1864 and March 1866. His regulations included those dealing with the status and problems of the refugees. The exodus of the Muslim/Turkic peoples from the Russian Empire to the Ottoman Balkan territories intensifi ed after the Crimean War and with the mass exodus of the Nogays between 1859-1862 and of the Circassians after 1865, the total number of the refugees exceeded hundreds of thousands of people. The Province of Tuna welcomed around 300.000 refugees who mostly settled in the sanjaks of Vidin, Rusçuk and Dobruca. Midhat Paşa’s provincial regulations involved the care of these refugees in the hospitals as well as the care of the children, women and the poor. The services of the refugee doctors and the ambulatory doctors who treated those in need and vaccinated the children, and the founding of the Hospital for the Poor (Gureba Hastanesi) and the Women’s Hospital (Nisa Hastanesi) were regulated by the energetic Governor. This study examines the ordinances of the Hospital for the Poor consisting of 70 articles, Womens’s Hospital with its 7 articles and the vaccination program composed of 5 articles in the Tuna Province of the Ottoman Empire. The ordinances and the program were found in the No.4 Sadaret Defteri (Records of the Prime Ministry) that is located in the Presidency of the State Ottoman Archives of Turkey. These records are examined in terms of the legislations of the health institutions. The ordinances, which clearly described the duties of the hospital personnel also provided detailed information on the operation and functioning of the hospitals. These ordinances are valuable sources in terms of Health Administration and Hospital Management by providing information on the patient admission, the operation of medical treatment services, the hospital rules and regulations, pharmaceutical services, discharge services, patient rights, and archive and documentation of patient records. These data also enlighten the offi cial approach of the Ottoman Empire in regards to the refugee settlement policies and women’s rights. Thus, this study evaluates the aforementioned ordinances by examining how the health of the refugees, women and children aff ected the public health placing special focus on the Ottoman bureaucratic awareness of such issues.

Keywords: Emigrant, Women, Health Administration, Smallpox Vaccine.

Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı’dan Cumhuriyete Uyuz Hastalığı (1850-1950)

Şenay Atam
ORCID:
0000-0001-8672-3063
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.52
Sayfalar: 1253-1281

Dilimizde uyuz etmek, uyuz olmak şeklinde insanın sinirlerini bozmak anlamında deyimlere konu olmuş bir hastalıktır uyuz. Hastalığın kişinin sosyo-ekonomik durumu ya da etnik yapısı ile ilişkisi yoktur. Tüm dünyada yıllık yaklaşık 300 bin kişinin yakalandığı hastalık, ağırlıklı olarak çocuklar ve yaşlılarda görülmektedir. Hastalık üçüncü dünya ülkeleri, tropikal ülkeler ve subtropikal ülkelerde endemik olarak görülmekle birlikte yedişer yıllık periyotlar halinde dünyanın her yerinde de görülebilmektedir. Yaşam şartlarının kötü olması, küçük mekanlarda kalabalık nüfusun yaşaması, göç, hijyenik ortamın olmaması, kötü beslenme ve demans gibi nedenler hastalığın yayılmasında etkilidir. Özellikle huzurevi, okul, hapishane, kreş gibi toplu yaşantının olduğu yerlerde hastalık kısa zamanda yayılım göstermektedir. Uyuz hastalığına sebep olan ajanlar 8 bacaklı akarlardır. Hastalığın bulaşmasında cilt temasının uzun süreli olması etkilidir. Hastalığın rahatsız edici kaşıntısı ise dişilerin vücutta deri altında kanallar yapması ve buralarda yumurta bırakmasıyla oluşmaktadır. Bu akarlar yarım milimetreye yakın büyüklüğe sahip olduklarından gözle görülmesi pek mümkün değildir. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı, Osmanlı Arşivi ve Cumhuriyet Arşivinde yapılan taramalar neticesinde hastalığın ağırlıklı olarak hapishaneler ve okullarda ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Cumhuriyet dönemi ile birlikte ise hastalığın Balkanlardan anavatana dönen muhacirler arasında görüldüğü saptanmıştır. Ayrıca hayvanlar arasında da uyuz hastalığının görüldüğü ve bu konuyla ilgili yazışmaların da yapıldığı görülmüştür. Bu çalışmada arşivde bulunan 27 adet belgeye göre Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uyuz vakalarına karşı hangi tedavi yöntemlerini ve hastalığın yayılması önlemek için hangi tedbirlerin uygulandığı üzerinde durulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Uyuz, Salgın, Bulaşıcı Hastalık, Osmanlı Devleti, Türkiye Cumhuriyeti.

In our language, scabies is a disease that has become the subject of idioms in the sense of getting on the nerves of people. The disease is not related to the socio-economic status or ethnicity of the person. The disease, which aff ects approximately 300 thousand people annually all over the world, is mainly seen in children and the elderly. Although the disease is seen endemic in third world countries, tropical countries and subtropical countries, it can be seen all over the world in periods of seven years. Reasons such as poor living conditions, crowded population living in small spaces, migration, lack of hygienic environment, malnutrition and dementia are eff ective in the spread of the disease. The disease spreads in a short time, especially in places where there is a collective life such as nursing homes, schools, prisons and kindergartens. The agents that cause scabies are 8-legged mites. Prolonged skin contact is eff ective in the transmission of the disease. The disturbing itching of the disease occurs when females make channels under the skin in the body and lay eggs there. Since these mites are close to half a millimeter in size, it is not possible to see them with the naked eye. As a result of the scans made in the Presidency of the State Archives, the Ottoman Archive and the Republic Archive, it was determined that the disease mainly occurred in prisons and schools. With the Republican period, it was determined that the disease was seen among the immigrants who returned to their homeland from the Balkans. In addition, it has been seen that scabies disease is seen among animals and correspondences have been made on this subject. In this study, according to 27 documents in the archive, the treatment methods of the Ottoman Empire and the Republic of Turkey against scabies cases and which measures were applied to prevent the spread of the disease were emphasized.

Keywords: Scabies, Epidemic, Contagious Disease, Ottoman Empire, Republic of Turkey.

Osmanlı Doğu Sınırında Kent Hijyeni: Basra Şehrine İçme Suyu Temini Meselesi

Burcu Kurt
ORCID:
0000-0002-5924-1779
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.53
Sayfalar: 1283-1307

Modern devletin en temel vazifelerden biri olan sağlık hizmetleri, 18. yüzyılın sonunda Avrupa devletlerinde askerler üzerinde yoğun bir şekilde uygulanmaya başladı. 1818’den sonra Hindistan’dan tüm dünyaya yayılan büyük kolera pandemilerinin görülmeye başlaması, hükümetlerin sıradan halkın sağlığıyla da ilgilenmesine sebep oldu. Osmanlı Devleti’nin kamu sağlığı uygulamaları ile tanışması ise 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde gerçekleşti. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletin içerisinde bulunduğu maddi imkansızlıklar kentsel alt ve üst yapı problemlerinin imparatorluğun her cephesinde aynı özenle uygulanmasının önünde ciddi bir engel oluşturdu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu sınırındaki Basra şehri, hem İran sınırına yakınlığı hem de 19. yüzyılda Hindistan menşeili salgınların Osmanlı topraklarına giriş noktası olması açısından sıhhi açıdan ayrı bir önem arz ediyordu. Basra şehri; Şattülarap üzerindeki nehir taşımacılığının Basra Körfezi’ne açılan son durağı olması ve Hint ticaret yolunun kara ve deniz ayaklarının burada birleşmesi nedeniyle birçok güzergahın merkezinde bulunmakta ve sıklıkla salgın hastalıklara maruz kalmaktaydı. Tüm bu öneme rağmen Basra şehri de kent hijyeninin gerekli ölçüde sağlanamadığı bölgelerdendi. Üstelik Basra şehri coğrafi koşulların getirdiği dezavantajlarla da karşı karşıyaydı. Havanın sıcaklığı ve nemim yüksekliğinin yanı sıra Şattü›l-Arap nehrinde yaşanan su taşkınları ve düzenli meydana gelen med-cezir hareketleri Basra şehrini temiz içme suyu temini açısından da sıkıntılı bir konumda bırakmaktaydı. Bu durum ise şehirde salgınların daha şiddetli cereyan etmesine neden oluyordu. Bu nedenle Basra şehrinde kamu sağlığını korumak ve kent hijyenini hayata geçirmek açısından en önemli adımlardan bir tanesini şehre temiz içme suyu temin edilmesi oluşturmuş fakat bu çaba ancak I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde hayata geçirilebilmiştir. Bu tebliğ şehirde yaşanan kolera salgınlarının etkisiyle 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Basra şehrine Şattü’l-Arap nehri üzerinden temiz su teminine yönelik gerçekleşen ve birçoğu hayata geçmeyen girişimleri mercek altına alacaktır. Büyük oranda Osmanlı ve İngiliz arşivlerinden elde edilen birinci el kaynaklara dayanan çalışmada, konuya ilişkin İngilizce, Türkçe, Osmanlıca ve Arapça literatür de kullanılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Basra, Irak, Kamu Sağlığı, İçme Suyu.

Health services, one of the most basic duties of the modern state, began to be applied intensively on soldiers in European states at the end of the 18th century. After 1818, the beginning of the great cholera pandemics that spread from India to the whole world caused the governments to take care of ordinary people’s health. The Ottoman Empire’s interest in public health practices took place in the second quarter of the 19th century. The fnancial impossibilities of the state since the second half of the 19th century, created a serious obstacle to the implementation of urban infrastructure and superstructure problems with the same care in every part of the empire. The city of Basra, on the eastern border of the Ottoman Empire, had a special importance in terms of both its proximity to the Iranian border and being the entry point of the epidemics originating in India in the 19th century to the Ottoman lands. The city of Basra was at the center of many routes and was frequently exposed to epidemics, as it was the last stop of the river transport on Shatt al-Arab to the Persian Gulf and the land and sea networks of the Indian trade route merged here. Despite all its importance, the city of Basra was one of the regions where urban hygiene could not be provided to the required extent. Moreover, the city of Basra was also faced with the disadvantages of geographical conditions. In addition to the temperature and humidity of the air, the foods in the Shattu’l-Arab river and the regular tide movements left the city of Basra in a troubled position in terms of clean drinking water supply. This situation caused epidemics to occur more severely in the city. For this reason, one of the most important steps in terms of protecting public health and realizing urban hygiene in the city of Basra was to provide clean drinking water to the city, but this eff ort could only be realized just before the First World War. This paper will focus on the attempts that were made to supply clean water to the city of Basra through the Şattü›l-Arab river during the second half of the 19th century due to the cholera epidemics in the city, many of which did not materialize. English, Turkish, Ottoman and Arabic literature on the subject will also be used in the study, which will largely based on frst-hand sources obtained from the Ottoman and British archives.

Keywords: Ottoman Empire, Basra, Iraq, Public Health, Drinking Water.

Osmanlı Devleti’nde Gıda Boyalarının Kullanımı ve Denetimi (1868-1912)

Özge Togral
ORCID:
0000-0003-1778-3817
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.54
Sayfalar: 1309-1328

Boyar maddeler tekstil boyası, gıda boyası, ahşap boyası gibi üretildiği madde ve kullanım alanlarına göre ayrılmaktadır. Temelde bitkisel, hayvansal ve mineral bazlı olarak kategorize edilen boyar maddeler, elde edildiği maddenin yanı sıra kullanım alanlarına göre de sınıfl andırılmıştır. Osmanlı sınırları dahilinde, üretimi yoğun olarak yapılan doğal boyalar, XIX. yüzyıla kadar küçük el sanatları başta olmak üzere en çok dokumacılık alanında kullanılmıştır. Ancak XIX. yüzyılda pek çok sektörde kullanılmaya başlanmıştır. Esasında Osmanlı sofra kültürü incelendiğinde, yiyecekleri renklendirmek için öteden beri baharat veya meyvelerden yararlanıldığı bilinmektedir. Bilhassa şerbet, şurup ve şekerleme gibi tatlı ürünlerin imalinde doğal renklendiriciler kullanılmıştır. Ancak doğal boyaların kullanımı, XIX. yüzyılda Osmanlı sanayisinde meydana gelen gelişmelerle farklılaşmış ve gıda fabrikaları açılmaya başlamıştır. Böylelikle doğal boyaların kullanımı sadece şeker veya şerbet renklendirmekle sınırlı kalmamış ve tahıllı ürünlerin boyanmasına kadar kullanım alanında geniş kapsamda değişiklikler olmuştur. Söz konusu değişim, Avrupalı devletlerle yapılan ticari faaliyetlerin yoğunlaşmasının etkisiyle daha da keskin bir hal almıştır. Nitekim; Avrupa’dan ithal edilen gıda boyaları veya boyalı yiyeceklerin ülke içinde dağıtımı bu dönemde artmıştır. İthal edilen boyalı yiyeceklerin ve gıda boyalarının gümrükten geçişini düzenlemek maksadıyla birtakım uygulamalara başvurulmuştur. Bu bağlamda gıda boyalarının temini ve kullanımına yönelik denetimlerle beraber kısıtlamalar getirilmiştir. Tüm bu koşullar göz önünde bulundurularak yapılan çalışmanın amacı, Osmanlı Devleti’nin sınırları dahilinde yiyecekleri renklendirmek için kullanılan gıda boyalarının tür ve özelliklerini ayrıntılı olarak incelemektir. Bununla birlikte Osmanlı mutfak kültürünün sanayileşme süreciyle birlikte geçirdiği değişime değinilecektir. Çalışmanın ana kaynağı olan Osmanlı Arşivi belgeleri ışığında, boyalı gıda üretimi ve ithali esnasında uygulanan düzenlemelere yer verilecektir. Ayrıca çeşitli araştırma ve inceleme eserler mercek altına alınarak Osmanlı mutfağında yer alan çeşitli renklendiricilere değinilecektir. Böylelikle 1868 ve 1912 yılları arasında Osmanlı mutfağında kullanılan gıda boyalarının ele alınacağı çalışmanın, Osmanlı Devleti’nin kültür tarihine katkı sunacağı kanısındayım.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Osmanlı Mutfağı, Gıda Boyası, Ticaret, Gıda.

Dyestuffs are divided according to the substance and areas of use in which they are produced, such as textile paint, food paint, wood paint. Mainly used as herbal, animal and mineral, those that are categorized and the obtained ones are also classifi ed according to the last substance. Natural dyes, produced intensively within the borders of the Ottoman Empire, until the XIXth century, it was most commonly used in weaving, especially small crafts. But in the XIXth century, natural dyes began to be used in many sectors. Fundamentally, when the Ottoman cuisine culture is examined, it is known that spices or fruits have been used to color food for a long time. Expressly natural colorants are used in the manufacture of sweet products such as sherbet, syrup and candy. However, the use of natural dyes, XIXth century, with the developments in the Ottoman industry, and food factories began to open. Thus, the use of natural dyes was not limited to coloring sugar or sherbet, and there were massive changes in the fi eld of use, from dyeing cereal products. Aforementioned change has become even more acute with the eff ect of the intensifi cation of commercial activities with European states. Thus; domestic trade of food dyes or dyed foods imported from Europe increased during this period. A number of practices have been applied to regulate the customs clearance of imported dyed foods and food dyes. In this regard, restrictions have been brought along with the controls on the supply and use of food dyes. Given these circumstances, the aim of the study is to examine in detail the types and properties of food dyes used to color foods within the borders of the Ottoman Empire. In addition, the change of Ottoman cuisine culture with the industrialization process will be mentioned. In the light of the Ottoman Archive documents, which are the main source of the study, the regulations applied during the production and import of dyed food will be included. In addition, various research and examination works will be examined and various colorants in the Ottoman cuisine will be mentioned. Thus, I believe that the study, which will deal with the food dyes used in Ottoman cuisine between 1868 and 1912, will contribute to the cultural history of the Ottoman State.

Keywords: Ottoman State, Ottoman Cuisine, Food Dye, Trade, Food.

Osmanlı İdaresi’nde Kıbrıs Adasında Pamuk Üretimi ve Pamuklu Dokumalar Ticareti (18. ve 19. Yüzyıllarda)

Ali Efdal Özkul
ORCID:
0000-0001-7868-7795
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.55
Sayfalar: 1329-1364

Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de siyasî, coğrafî ve ticarî bakımdan stratejik bir konuma sahiptir. Sahip olduğu bu özel konumundan dolayı adanın, İlk Çağlardan itibaren Doğu Akdeniz’de yapılan ticarette önemli bir payı olmuştur. Tarih boyunca Akdeniz’de faaliyet gösteren devletler birçok ürünün ticaretini yapmıştır. Akdeniz’de ticareti yapılan ürünlerden birisi de pamuk ve pamuklu dokumalardı. Osmanlı Devleti’nde pamuk üretilen yerlerden birisi olan Kıbrıs’ın birçok bölgesinde pamuk tarımı yapılmıştır. Adada yapılan sulu ziraatın en önemli ürünlerinden birisi olan pamuğun 16. yüzyıldan itibaren her geçen gün artan bir üretimi söz konusudur. Bu üretimin artmasında Kıbrıs’ta yetiştirilen pamuğun ve pamuklu dokumaların dış ticarette aranır olması etkilidir. Bu durum da pamuğun Osmanlı idaresi boyunca adadan yapılan ihracatta önemli bir pay sahibi olmasını sağlamıştır. Batılı seyyahlar Kıbrıs’ta yetiştirilen pamukla ilgili olarak Levant’ın en kaliteli pamuğu iddiasında da bulunmaktadırlar. Araştırma genel olarak 18. ve 19. yüzyıllardaki Lefkoşa Şeri Sicillerindeki ve Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’ndeki arşiv kaynaklarındaki bilgilere dayanmaktadır. Arşiv kaynaklarından elde edilen bilgiler dönemin seyyahlarının verdikleri bilgilerle karşılaştırılmıştır. Ayrıca ilgili çalışma alanı ile ilgili yerli ve yabancı literatürdeki araştırmalar incelenerek karşılaştırmalar da yapılmıştır. Araştırmada genel olarak Osmanlı hakimiyetinde Kıbrıs adasında üretilen pamuk ve pamuktan üretilen çeşitli eşyalar, pamuk ziraatıyla meşgul olan esnaf ve dış piyasada talep edilen pamuk ile pamuklu dokumaların ticareti üzerinde durulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Pamuk, Pamuklu Dokuma, Kıbrıs, Akdeniz.

Cyprus has a very important political, geographical and commercial position in the Eastern Mediterranean. Due to this special location, the island has had an important share in the trade in the Eastern Mediterranean since ancient times. Throughout history, many states have traded many products in the Mediterranean. One of the products traded in the Mediterranean was cotton and cotton fabrics. As in many parts of the Ottoman country, cotton cultivation was carried out on the island of Cyprus. Cotton, one of the most important products of irrigated agriculture in Cyprus, has been increasing day by day since the 16th century. The fact that the cotton grown in Cyprus and cotton fabrics are sought after in foreign trade is eff ective in increasing this production. This situation enabled cotton to have a signifi cant share in exports from the island during the Ottoman rule. Western travellers also claim the best quality cotton of the Levant in relation to the cotton grown in Cyprus. The related research is generally based on the information in the 18th and 19th century Nicosia Shari’s Register and the archive sources in the Presidency Ottoman Archives. The information obtained from archival sources will be compared with the information given by the travellers of the period. In addition, researches in the domestic and foreign literature related to the relevant fi eld of study will be examined and comparisons will be made. In the research process, in general, the cotton in the island of Cyprus under the Ottoman administration, the products produced from cotton, the tradesmen dealing with cotton production and the trade of cotton and cotton weavings will be emphasized.

Keywords: Cotton, Cotton Woven, Cyprus, Mediterranean.

Zeytinburnu Demir Fabrikası

Engin Kırlı
ORCID:
0000-0001-8607-3355
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.56
Sayfalar: 1365-1392

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1840’lı yıllarda, devlet eliyle gerçekleştirilen kararlı bir fabrikalaşma hamlesi görülür. 19. asır ortalarında gerçekleşen bu fabrikalaşma hareketi esnasında kurulan önemli sanayi tesislerinden biri de Zeytinburnu Demir Fabrikası’dır. Zeytinburnu’nda kurulan Büyük Demir Fabrikası vasıtasıyla gerçekleştirilmesi düşünülen üretim faaliyetleri arasında; demir cevheri eritilmesi (izabesi), demir ve çelik dökümü, demir top yapımı, yeni buharlı makinelerin imal edilmesi veya hali hazırda kullanılmakta olan buharlı ve diğer makinelerin tamir ve bakımlarının yapılması gibi hususlar yer alıyordu. Zeytinburnu’nda kurulan Demir Fabrikası’nda ayrıca; Osmanlı Kara Ordusunun ve Donanması’nın kullanmakta olduğu her türlü silahın gerek imalatının ve gerek tamirinin yapılması düşünüldüğü gibi özellikle yakın bir gelecekte memleket sathına yayılması düşünülen şimendifer hatlarının inşası için başta çelik ray olmak üzere gerekli olan her tür malzemenin de yine bu tesiste üretilmesi hedefl eniyordu. Osmanlı tersanesi bünyesinde faaliyetlerini sürdüren bazı gemilerin bakım ve onarımları da Zeytinburnu Demir Fabrikası’nda yapıldı. Bu tesiste 19. asrın ikinci yarısında başta tüfek ve top imalatı olmak üzere, silah sanayi faaliyetlerine yönelik birtakım çalışmalar da gerçekleştirildi. Bu tesis özellikle II. Abdülhamit’in saltanatı döneminde gerçekleştirilen yatırımlar sonrasında giderek mühimmat da üreten bir kuruluş haline geldi. Zeytinburnu Demir Fabrikası, Osmanlı İmparatorluğun sonuna kadar varlığını ve üretim faaliyetlerini sürdürdü.

Anahtar Kelimler: Osmanlı, Fabrika.

In the Ottoman Impire, especially in 1840’s. One of the prominent industrial institution during this period is Zeytinburnu Iron factory. The operations of this bir iron factory in Zeytinburnu are iron melting, steel and iron casting, iron ball manifacturing, new steam engines building or repairing available engines. In addition, the Iron Factory established in Zeytinburnu; All kinds of weapons used by the Ottoman Land Army and Navy were planned to be manufactured and repaired, as well as all kinds of materials needed for the construction of the steel rail, especially for the construction of the shemendifer lines, which are supposed to spread to the homeland in the near future, were also intended to be produced at this facility. Maintenance and repairs of some ships operating within the Ottoman shipyard were also carried out at the Zeytinburnu Iron Factory. This property is located on the 19th. in the second half of the century, a number of studies were carried out aimed at the activities of the arms industry, especially the manufacture of rifl es and cannons. This facility, especially thanks to the investments during Abdulhamid the Second’s reign, becomes a place to produce ammo as well. Zeytinburnu Iron Factory lasts its existence and manifacturing till the end of the Ottoman Empire.

Keywords: Ottoman, Factory.

Bursa’da Bir Pertevniyal Valide Sultan Vakfı: Namazgâh İpek Fabrikası

Sacit Uğuz
ORCID:
0000-0002-0412-8250
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.57
Sayfalar: 1393-1406

Sultan II. Mahmud’un eşi ve Sultan Abdülaziz’in annesi olan Pertevniyal Valide Sultan, şüphesiz son dönem Osmanlı sarayının en etkili fi gürlerinden biridir. Oğlu Sultan Abdülaziz’in tahta geçtiği ilk zamanlardan itibaren devlet işleri üzerindeki tesiri ile her daim yönetimde kendini hissettiren Valide Sultan, ayrıca hayırseverlik yönü ile de ön plana çıkmıştır. O, kurmuş olduğu çok sayıda vakıf ile toplum yararına olan birçok hizmeti gerçekleştirmiştir. Günümüzde de ülkemizin hemen her bölgesinde Pertevniyal Valide Sultan Evkafının bakiyesi eserler ile karşılaşmak mümkündür. Pertevniyal Valide Sultan evkafına bağlı çok sayıdaki hayır eseri arasında az bilinenlerinden biri, Bursa’nın Namazgâh semtinde bulunan ipek fabrikasıdır. Osmanlı ipekçiliğinin merkezi konumunda olan Bursa’da ipek üretiminin gerilediği ve ipekçiliğin devlet tarafından da teşvik edildiği bir dönemde, Bursa’nın Namazgah semtinde mevcut bir ipek fabrikası 1863 senesinde satın alınarak Pertevniyal Valide Sultan vakıfl arına dahil edilmiştir. İşletmecilere kiralanmak suretiyle işletilen fabrika, çok sayıda insanın geçimini temin ettiği ekmek kapısı olarak uzun yıllar hizmet vermiştir. Literatürde mevcut akademik çalışmalarda bu fabrika ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Sadece birkaç makalede ve kitapta tek bir cümle ile Namazgâh İpek Fabrikasının varlığından bahsedilmekte, ancak başka herhangi bir bilgi sunulmamaktadır. Bu çalışmanın ana kaynağını oluşturan vesikalar, çoğunlukla İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’ndan temin edilmiştir. Bu nedenle araştırıcıların dikkatinden kaçtığı ve bugüne kadar üzerinde çalışma yapılmadığı düşünülmektedir. Osmanlı Arşivinden de bazı vesika ve diğer araştırma eserlerle desteklenerek ele alınan bu çalışma; Namazgâh İpek Fabrikasının kuruluşu, işleyişi ve Osmanlı ekonomisine katkıları ile ilgilidir.

Anahtar Kelimeler: Pertevniyal Valide Sultan, Vakıflar, Bursa, İpekçilik.

Pertevniyal Valide Sultan, wife of Sultan Mahmud II and mother of Sultan Abdulaziz, is undoubtedly one of the most infl uential fi gure of the late Ottoman palace. Valide Sultan, who has always felt herself in the administration with her infl uence on state aff airs since the fi rst times when her son Sultan Abdulaziz ascended to the throne, also came to the fore with her philanthropy. She has carried out many services for the benefi t of society with the many foundations she has established. Today, it is possible to encounter the remnants of Pertevniyal Valide Sultan Foundations in almost every region of our country. Among the many charitable works of Pertevniyal Valide Sultan foundations, one of the lesser known ones is the silk factory located in the Namazgah district of Bursa. In Bursa, which was the center of Ottoman sericulture, at a time when silk production declined and sericulture was encouraged by the state, an existing silk factory in the Namazgah district of Bursa was purchased in 1863 and included in the Pertevniyal Valide Sultan foundations. The factory, which is operated by leasing, has served for many years as an institution where many people earn their living. In the current academic studies in the literature, no information about this factory has been found. Only a few articles and books mention the existence of the Namazgah Silk Factory in a single sentence, but no other information is provided. The documents, which constitute the main source of this study, were mostly obtained from the Istanbul Metropolitan Municipality Atatürk Library. For this reason, it is thought that it escaped the attention of researchers and no study has been conducted on it until today. This study, which is supported by some documents and other research works from the Ottoman Archive; It is about the establishment, operation and contribution of the Namazgah Silk Factory to the Ottoman economy.

Keywords: Pertevniyal Valide Sultan, Foundations, Bursa, Sericulture.

XIX. Yüzyılda Menteşe Sancağı’nda Ormancılık Faaliyetleri ve Ticareti

Aysun Sarıbey Haykıran
ORCID:
0000-0002-1016-7707
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.58
Sayfalar: 1407-1434

Gerek coğrafi konumu gerekse fi ziksel özellikleriyle Anadolu vilayetleri içinde önemli bir yer teşkil eden Aydın Vilayeti XIX. yüzyılda Aydın, İzmir, Saruhan, Denizli ve Menteşe Sancaklarını kapsamaktadır. Sahip olduğu vadiler, ovalar, çok sayıdaki körfez ve çaylarıyla tarım, sanayi ve madencilik açısından Osmanlı ekonomisi için gelir getiren önemli vilayetlerin başında gelen Aydın Vilayeti’nde, özellikle Menteşe Sancağı (Muğla) gerek kapladığı ormanlık alan gerekse bu ormanlardan elde edilen ürünler açısından ilk sırayı almakta, ormanlarının genişliği ve ürün çeşitliliğiyle vilayetin diğer sancaklarından ayrılmaktadır. Menteşe Sancağı’nda devlete ait mîrî ormanların yanı sıra, kişi ve vakıfl ara ait ormanlar da mevcuttur. Orman fl orasının büyük çoğunluğunu kızıl ve karaçam, meşe, köknar, fıstık, sığla vb. ağaç türleri oluşturmaktadır. Adı geçen ağaçlardan elde edilen odun, kömür ve kereste bir taraftan sancak halkının temel ihtiyaçlarını karşılarken diğer taraftan İstanbul’un yakacak ihtiyacının teminine yardımcı olmakta ve Tersane-yi Amire’nin kereste ihtiyacının temininde de rol oynamaktadır. Ayrıca ormanlardan elde edilen palamut, defneyaprağı, mazı, çıra, katran vs. ürünler Mısır, Almanya, Amerika, Avusturya, İngiltere ve Rusya gibi ülkelere ihraç edilmektedir. Bu çalışmada, Menteşe Sancağı’ndaki ormancılık faaliyetleri ve ticareti ele alınarak Osmanlı ekonomisindeki yeri üzerinde durulacaktır. Çalışmanın kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Belgeleri, Orman İstatistikleri, Aydın Vilayet Salnâmeleri ile konuyla ilgili ikinci el kaynaklar oluşturmaktadır.

Anahtar Kelimeler: XIX. yüzyıl, Orman, Ormancılık, Aydın Vilayeti, Menteşe Sancağı.

Province of Aydın includes Aydın, İzmir, Saruhan, Denizli and Menteşe in XIXth Century. It has an important place within all Anatolian provinces with its both geographic location and physical features. Province of Aydın is a pioneering province that produce benefi ts for Ottoman economy in means of agriculture, industry and mining by its valleys, plains, so many gulfs and streams. Especially, Menteşe Sanjak (Muğla) both with the forest area that it has and products of these forests is the leading and it is separated itself from the other sanjaks of the province because of the wideness of its forests and the diversity of products.There are forests belong to persons and vaqfs beside state owned forests in Sanjak of Menteşe. Most fl ora its forest is consist of tree kinds such as Turkish pine, black pine, oak, fi r, fam etc.The wood, coal and lumber that is made by these trees meet sanjak people’s needs, on the other hand it helps to the needs of Istanbul’s fuel of heating and plays a role to lumber needs of Tersane-yi Amire. Moreover, commodities like semen quercin, bay leaf, gall, fi rewood that are acquired from forests export to countries like Egypt, Germany, America, Austria, England and Russia. This study will focus on the place of Sanjak of Menteşe in Ottoman Economy with considering forestry activities and trade. Presidency State Achieve Documents, Forest Statistics, Province of Aydın Salnâme’s and the other secondary resources will be used in the study.

Keywords: XIXth Century, Forest, Forestry, Province of Aydın, Sanjak of Menteşe.

Osmanlı Göç Politikası Ekseninde Kimsesizler

Emine Altunay Şam
ORCID:
0000-0003-2140-3450
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.59
Sayfalar: 1435-1464

Devlet ve milletin varlığı ve bekası için çocukların iyi bir şekilde yetiştirilmesi ve korunması idari, toplumsal ve hukuki bir sorumluluktur. Çocukların korunması ve eğitimine ilişkin politikalar, Türk Devletlerinde İslamiyet öncesi dönemdeki sosyal devlet anlayışı doğrultusunda gelişmiş, İslamiyet’in kabulüyle ilahi emirler ışığında pekişmiştir. Kimsesiz çocuklara ve yardıma muhtaç olanlara yönelik görevler ise bu yükümlülüklerin bir başka boyutunu teşkil etmiştir. Osmanlıda bu yükümlülük geçmişten devralınan siyasi, sosyal ve dini miras ve İslâm dininin korunmaya muhtaç kimselere gerekli yardımın yapılması konusundaki anlayışla birleşmiş ve ahlaki bir görev olarak görülmüştür. Savaş, göç ve çeşitli nedenlerle korunmaya muhtaç kalan yetim ve kimsesiz çocuklar, hemen her toplumda nüfusun azımsanmayacak kadar önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında yaşanan ve toprak kayıplarıyla sonuçlanan savaşlar sonrasında, bu topraklarda yaşayan halk göç etmeye mecbur bırakılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı topraklarına yönelik artarak devam eden göçler, pek çok gaileyle mücadele eden devleti, siyasî, ekonomik ve toplumsal boyutları olan yeni bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır. Bununla beraber Osmanlı Devleti, göçmenleri kabul etmekte tereddüt etmemiş, toplumsal temeli güçlendirecek insan kaynağı olarak değerlendirmiş ve çözüm yolları üretmiştir. Bu toplumsal sancılı sürecin en kritik sorunlarından birisini göç sırasında yakınlarını yitiren, sahipsiz korunmaya muhtaç çocukların himayesi ve eğitimi teşkil etmiştir. Bu araştırmanın amacı, göçle gelen muhacirlerden ailesini ve yakınlarını kaybetmiş kimsesizler ve yetim kalmış çocukların korunmasına, iaşesine ve eğitimine ilişkin devletçe alınan tedbirleri ortaya koymaktır. Elde ettiğimiz bulgulara göre, kimsesiz muhacirlerin korunmasına yönelik halk ve yerel yönetimler nezdinde yapılan yardım ve hizmetlerin yanı sıra devlet tarafından önemli tedbirler alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Savaş, Göç, Kimsesiz Çocuk, Islahhane, Sanayi Mektebi, Darülaceze, Darüleytam.

Good education and protection of children is an administrative, social and legal responsibility for the existence and survival of the state and nation. Policies regarding the protection and education of children developed in line with the social state understanding in the pre-Islamic period in Turkish States and consolidated in the light of divine orders with the acceptance of Islam. Duties for orphaned children and those in need of help constituted another dimension of these obligations. In the Ottoman Empire, this obligation was combined with the political, social and religious heritage inherited from the past and the Islamic religion’s understanding of providing necessary assistance to those in need of protection and was seen as a moral duty. Orphans and orphans, who are in need of protection due to war, migration and various reasons, constitute a substantial part of the population in almost every society. After the wars in the last years of the Ottoman Empire, which resulted in land losses, the people living in these lands were forced to migrate. Since the second half of the 19th century, the increasing immigration to the Ottoman lands confronted the state, which struggled with many troubles, with a new problem with political, economic and social dimensions. However, the Ottoman Empire did not hesitate to accept immigrants, evaluated them as human resources that would strengthen the social basis and produced solutions. One of the most critical problems of this socially painful process was the protection and education of orphaned children who lost their relatives during migration and in need of protection. The aim of this research is to reveal the measures taken by the state for the protection, subsistence and education of orphans and orphans who have lost their families and relatives among immigrants. According to the fi ndings we have obtained, important measures have been taken by the state in addition to the aid and services provided by the people and local governments for the protection of orphaned immigrants.

Keywords: War, Migration, Orphan Child, Correctional Institution, Industrial School.

Devlet-Toplum İlişkileri Bağlamında XIX. Yüzyılda Osmanlı Halk Düğünlerinin Tanzimine Yönelik Çalışmalar

Yunus Özger
ORCID:
0000-0002-2830-9515
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.60
Sayfalar: 1465-1492

Toplumsal bir varlık olan insanın ilk sosyalleştiği yer ailesidir. Aile kurumu, hem bu sosyalleşmenin itici gücü hem de neslin sürdürülmesinin başat aktörüdür. Geçmişten günümüze, dünyanın hemen her bölgesinde yeni bir ailenin kuruluşu düğünlerle kutlanır. Kadim Türk töresinde, toy adı verilen eğlenceler düzenlenir, evlilikte ve doğumda muhtelif törenler tertip edilirdi. Osmanlı’da düğün denildiğinde akla ilk gelen, saray düğünleridir. Bir şehzadenin ya da sultanın günlerce süren düğün cemiyetinde ziyafetler verilir, şehrayinler düzenlenir, alay geçişleri yapılırdı. Edebiyata sûrname geleneği şeklinde yansır ve düğünlerde yapılan etkinlikler, bu eserlerde teferruatıyla yer alır. Reaya olarak konumlanan geniş halk kitlesinin düğünleri nasıl olurdu? Saray düğünleri ile benzerliği ya da ayrıştığı hususlar nelerdi? Devletin bu düğünleri sınırlandırıcı etkisi var mıydı ve müdahale meşruiyetinin kaynağı ne idi? Gibi soruların cevabının araştırılması, bu tebliğin amacını oluşturmaktadır. Bilindiği üzere Osmanlı padişahları, Weber’in tasnifl erine göre hem geleneksel hem de karizmatik otorite sahibi olarak kabul edilirdi. Patrimonyal devlet anlayışının tezahürü olarak, toplumsal alanı kontrol etm e ve düzenleme yetkisini kendilerinde görürlerdi. Sultanın bu tavrı, olgusal olarak kimi Batılı aydınlarca savunulan hegemonik iktidarın yansıması olarak da görülebilir. Politik ve sivil otoriteden oluşan bütünleşik devlet anlayışını savunan A. Gramsci, hegemonyanın esasen rıza ile inşa edildiğini ortaya koyar. Yöneticiler, rızayı temin için iktidarın meşruiyetini kabul ettirmeye çalışırlar. Bu durumda başlık parası, görücü usulü, çalgıcılar sorunu, israfın engellenmesi ve silah kullanımının yasaklanması gibi beş ayrı hususta halk düğünlerine yönelik yapılan düzenlemeler, sözü edilen teorik çerçevede değerlendirilmeye çalışılacaktır. Araştırmanın ana kaynakları muhtelif kataloglarda bolca yer alan Osmanlı arşiv vesikalarıdır. Bunun yanı sıra Bosna-Hersek’te düğünler konusunda düzenlemelere öncülük eden Ahmed Cevdet Paşa’nın izlenimlerini yansıttığı eserlerinden de faydalanılacaktır.

Anahtar Kelimeler: 19. Yüzyıl, Halk Düğünleri, Devlet-Toplum İlişkileri.

Human beings are social beings, and people fi rst socialize in their families. The institution of family is the main agent of both socialization and reproduction. Throughout the ages and around the world, the establishment of a new family is celebrated with weddings. Traditional festivities called toy were held in ancient Turkish societies, and various ceremonies were organized for weddings and births. In the Ottoman Empire, palace weddings were the most prominent. Wedding ceremonies for princes and princesses lasted many days, during which feasts were off ered, whole neighborhoods were decorated, and processions were organized. There was a separate literary genre called surname, which depicted these weddings in great detail. What were the weddings of ordinary people like? What were their similarities and diff erences with palace weddings? Did the state place restrictions on these weddings in any way, and what was the source of the legitimacy of such restrictions? These are some of the main questions this presentation aims to address. As is well known, Ottoman sultans are considered to have both traditional and charismatic authority, using Weber’s classifi cation. As a consequence of the idea of patrimonial state, they saw themselves as having the power to control and regulate the social space. This attitude on the part of sultans can also be seen as a consequence of holding hegemonic power, as argued by some Western intellectuals. Defending the idea of an integrated state consisting of political and civil authorities, Gramsci shows that hegemony is in fact based on consent. Rulers try to get the legitimacy of their power accepted in order to obtain consent. This theoretical framework will be used to evaluate regulations concerning fi ve issues in public weddings: bride price, arranged weddings, musicians, prevention of waste, and the ban on the use of guns. The main sources for the study were numerous Ottoman archival documents found in various catalogs. Another important source was Ahmet Cevdet Pasha’s observations in his works, who led the eff ort to regulate weddings in Bosnia and Herzegovina.

Keywords: 19th Century, Public Weddings, State-Society Relations.

II. Meşrutiyet Döneminde İdeal Kadın Yurttaşı Yetiştirmek: Kızlara Mahsus Malumat-ı Medeniye Dersleri

Fatma Tunç Yaşar
ORCID:
0000-0002-8623-4822
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.61
Sayfalar: 1493-1506

Kadınların eğitimi, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşanan değişim ve dönüşüm sürecinde, özellikle de matbuat ve tedrisat alanında yaşanan gelişmeler çerçevesinde dönemin önemli gündem maddeleri arasında yerini almıştır. Bu dönemde genel olarak eğitim daha özelde ise kız çocuklarının mektep sıralarında eğitimi dönemin siyasi iradesinin temayülleri ve beklentileri üzerinden şekillenmiştir. Siyasi iktidar, ideolojisine, gündemine ve amaçlarına uygun olarak müfredat programları üzerinde politikalar geliştirmiştir. II. Meşrutiyet döneminde, Ziya Gökalp tarafından tanımlanan “Yeni Hayat” projesinin açılımları olan “Yeni Toplum” ve “Yeni Aile” anlayışı çerçevesinde kadınların eğitimine özel önem atfedilmiştir. Sayıları ve nitelikleri artan kız mekteplerinde hangi derslerin yer alacağı, derslerin haftada kaç saat ve hangi usulle okutulacağı, müfredat programları, talimatnameler ve nizamnameler ile belirlenmiştir. Müfredat programları ve normatif olarak hazırlanan ders kitaplarının toplumsal tecrübe ve beklentiler ile örtüşme zorunluluğu bulunmamakla birlikte, bu kaynaklar söylem düzeyinde siyasi iradenin idealize ettiği yurttaş profi lini inceleme imkânı sunmaktadır. Dönemin Maarif Nazırı Şükrü Bey müfredat programlarının amacının dinine merbut, vatanını seven, milliyetini tanıyan ve vazifelerini yerine getiren “her manasıyla adam” yetiştirmek olduğunu ifade etmektedir. Nitekim II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra ibtidaiye, rüşdiye, idadiye ve sultaniyede okutulmak üzere Malumat-ı Medeniye ismiyle müfredat programlarına yerleştirilen yurttaşlık bilgisi dersinin içeriği bu minvalde yurttaşlık, ahlak ve medenilik eğitimi olarak belirlenmiştir. Bu bildiri, Nazım (1911) ve Ali Seydi (1913) tarafından “kızlara mahsus” başlığıyla hazırlanan iki yurttaşlık bilgisi ders kitabının içerik ve gündemini erkek öğrencilere yönelik ders kitaplarıyla karşılaştırarak dönemin “makbul kadın yurttaş” profi lini irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda yurttaşlık bilgisi dersinin içeriği ve misyonu döneme ait müfredat programları, talimatname, nizamname ve usul kitapları göz önünde bulundurularak, dönemin değişen kadın algısı ve eğitim politikaları bağlamında ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: II. Meşrutiyet, Malumat-ı Medeniye, Kadın Yurttaş, Kızların Eğitimi, Ders Kitapları.

The education of women has taken its place among the most important issues of the period in the process of change and transformation since the second half of the nineteenth century, especially within the framework of the developments in printing and education. In this period, education in general, and more specifi cally the education of girls in schools, was shaped by the tendencies and expectations of the political will. The political power has developed policies on curriculum programs following its ideology, agenda and purposes. During the Second Constitutional Era, special emphasis was attributed to the education of women within the understanding of “New Society” and “New Family”, which are the extensions of “the New Life” defi ned by Ziya Gökalp. Which courses will take place, how many hours a week and in which method they will be taught in girls’ schools, whose numbers and qualifi cations have increased, are determined by curriculum programs, instructions and regulations. Although curriculum programs and normative textbooks do not have to overlap with social experience and expectations, these sources off er the opportunity to examine the profi le of citizens idealized by the political will at the level of discourse. Şükrü Bey, the Minister of Education of the period, stated that the curriculum was shaped to raise “man in every sense” who is religious, loves his homeland, knows his nationality and fulfi lls his duties. The content of the civics course named Malumat-ı Medeniye in the curriculum to be taught at diff erent levels of education right after the proclamation of the Second Constitution, was determined as the education of citizenship, morality and civility in this manner. This paper aims to examine the profi le of “the acceptable female citizen” of the period by comparing the content and agenda of the two civics textbooks prepared “for girls” by Nazım (1911) and Ali Seydi (1913/14) with the textbooks for male students. In this context, the content and mission of the civics textbooks for girls will be discussed in the context of the changing perception of women and educational policies of the period, through the curriculums, instructions, regulations and method books.

Keywords: The Second Constitutional Era, Civics, Female Citizens, The Education of Girls, Textbooks.

Amerikan Yakın Doğu Yardım Komitesi’nin Adana ve Çevresinde Kadın ve Kız Çocuklarına Yönelik Faaliyetleri (1919-1922)

Ebru Güher
ORCID:
0000-0003-1621-4276
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.62
Sayfalar: 1507-1539

Amerikalı misyonerler Yakın Doğu’da daha etkin olabilmek için dini, kültür, eğitim, sağlık ve sosyal alanlarda Osmanlı coğrafyasına nüfuz etmeye çalışmıştır. Osmanlı topraklarında özellikle Anadolu’da etkili olan Protestan misyonerlerin kaynağı, Amerikan Board yani “American Board Of Commissioneries For Foreing Mission” (ABCFM) misyoner teşkilatıdır. Dinî gayelerinin yanında; misyonerliğin zamanla siyasî, ekonomik, sosyal ve idarî amaçlar gibi pek çok hedef de bulunmaktadır. Amerikan Başkanı Woodrow Wilson’un destekleriyle Amerikan misyonerleri ve onlara yakın kişiler tarafından 1915 tarihinde göçe tabi tutulan Ermenilere yardım etmek için “Ermenilere Yardım Komitesi”, “Filistin ve Suriye Yardımı” ve “İran Yardımı” komiteleri kurulmuştur. Bu komitelerin hepsi 1915 yılının sonunda “Amerikan Suriyelilere ve Ermenilere Yardım Komitesi” çatısı altında birleştirilmiştir. Komite adını daha sonra “Yakın Doğu Yardım Komitesi” olarak değiştirmiştir. Amerikan resmi çevreler tarafından desteklenen komite, yaptığı etkili propaganda yöntemleriyle büyük bağışlar toplamayı başarmıştır. Komitenin başlıca çalışma sahaları; Kafkasya, Suriye-Halep, İran, İstanbul, İzmir, Konya, Bursa, Harput, Kayseri, Adana, Mersin, Osmaniye, Maraş, Antep başta olmak üzere geniş Osmanlı coğrafyasıdır. Daha ziyade Ermeni kadın ve çocuklar üzerinde hedef kitlesinin başında gelmektedir. Sistemli bir şekilde çalışan komite; yetimhaneler, kadın sığınma/kurtarma evleri, beslenme, eğitim, sağlık faaliyetleriyle hedef kitlesini etkilemeye çalışmıştır. Misyonerler, bu kurumların içinde iyi işleyen, etkin bir sistem yardımıyla iktisadi-ticari çıkarların, siyasal-kültürel etki ve yayılmanın birer aracı olmuşlardır. Çalışmada komitenin Adana ve çevresinde özellikle Ermeni kadın ve kız çocuklarına yönelik faaliyetleri, American Board, Near East Relief yetkililerinin mektupları, raporları, fotoğrafl arı ve kayıtları ışığında çeşitli kaynaklarla desteklenerek tarihi çerçeve içerisinde yorumlanacaktır. Adana ve çevresi incelediğimiz dönemde Fransızlar tarafından işgale uğradığından; komitenin bölgedeki faaliyetleri, işgal süreciyle beraber değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Amerikan Misyonerleri, Adana, Ermeniler, Kadın ve Kızlar.

American missionaries tried to penetrate the Ottoman geography in religion, culture, education, health and social areas in order to be more eff ective in the Near East. The source of the Protestant missionaries, who were infl uential in the Ottoman lands, especially in Anatolia, was the American Board, that is, the “American Board of Commissioneries For Foreing Mission” (ABCFM). Besides religious purposes; In time, the missionary has many goals such as political, economic, social and administrative purposes. With the support of American President Woodrow Wilson, the “Armenian Relief Committee”, “Palestine and Syria Relief ” and “Iran Relief ” committees were established by American missionaries and people close to them to help the Armenians who were subjected to immigration in 1915. All of these committees were united under the umbrella of the “American Syrian and Armenian Relief Committee” at the end of 1915. The Committee later changed its name to “Near East Relief Committee”. Supported by American ofcial circles, the committee managed to collect large donations with its eff ective propaganda methods. The main working areas of the committee are; Caucasia, Syria-Aleppo, Iran, Istanbul, Izmir, Konya, Bursa, Harput, Kayseri, Adana, Mersin, Osmaniye, Maraş, Antep is a wide Ottoman geography, especially. It mostly focuses on Armenian women and children. Committee working in a systematic way; orphanages, women’s shelters/rescue houses, nutrition, education and health activities tried to infl uence its target audience. Missionaries became a tool of economic commercial interests, political-cultural infl uence and diff usion with the help of a well-functioning and eff ective system within these institutions. In the study, the activities of the committee especially towards Armenian women and girls in Adana and its environs will be interpreted within the historical framework, supported by various sources in the light of letters, reports, photographs and records of the American Board, Near East Relief offi cials. Since Adana and its surroundings were occupied by the French in the period we are examining; The activities of the committee in the region will be evaluated together with the occupation process.

Keywords: American Missionaries, Adana, Armenians, Women and Girls.