XIX. Türk Tarih Kongresi
Kongreye Sunulan Bildiriler (V. Cilt)
Dünya Tarihi
Türk tarihçiliği açısından güçlü bir geleneği gösteren Türk Tarih Kongrelerinin 19’uncusu 3-6 Ekim 2022 tarihlerinde Ankara’da icra edilmişti. Kurumumuza ulaşan 600’e yakın bildiri özeti, kapsamlı bir hakem kurulu tarafından titizlikle incelenmiş ve neticede 233 bildirinin kongrede sunulması kararlaştırılmıştır. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının yanında, Azerbaycan, Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Gürcistan, Hindistan, İngiltere, İran, İskoçya, İsviçre, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Malezya, Özbekistan, Romanya, Rusya, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ülkelerden 70 araştırmacı da bu kongrede çalışmalarını bilim dünyasıyla paylaşmışlardır. Kongredeki bildiriler Eski Anadolu Uygarlıkları, Türk-İslam Devletleri Tarihi, Osmanlı Tarihi, Orta Asya Türk Tarihi, Dünya Tarihi, Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ile Büyük Taarruzun 100. Yıl Dönümü Özel Oturumu olmak üzere toplamda 8 ana konuda ve 59 oturumda sunulmuştur. İşbu Kongre Bildirileri Kitabı, yukarıda zikredilen 233 bildirinin Kurumumuza son hâli ulaştırılan 212’sini içermekte ve yedi cilt olarak yayımlanmaktadır. Bildirilerin hem fizikî olarak hem de çevrimiçi ortamda istifadeye sunulmasıyla da Türkiye’de ve dünyada Türk tarihi ile ilgilenen çok daha geniş çevrelere ulaşılabileceği düşünülmektedir.
The Umayyad Mosque of Ṣancā’ (Yemen)
Christopher Edens
ORCID: 0000-0002-0666-5527
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.1
Sayfalar: 1-31
Özet
Mimarlık tarihçileri, Emevi halifesi el-Velîd bin Abdülmelik bin Mervân’ı (r. 86-96 H. / 705-715 AD), Şam’da hala mevcut olan “Emevi Camii”nin inşasına sponsorluk yaptığı ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’yi yeniden inşa ettiği için hatırlarlar; ayni zamanda, babasının başlattığı, Kudüs’teki Aksa camiinin yeniden inşasını da tamamladı. Velîd’in emri ile, San’a Ulu Camiyi genişletmesi daha az hatırlanır. Caminin bugünkü görünen hali, Velîd’in zamanından sonra gerçekleştirilen birkaç genişletme ve ilavelerin sonucudur. Her haluklarda, 2006 yılında başlatılan kapsamlı bir restorasyon projesi dahilindeki arkeolojik araştırmalar, erken dönem bir caminin temellerini, duvar kalıntılarını, zeminlerini ve diğer mimari özelliklerini buldu. Dahası, bugünkü caminin yer seviyesi yukarısındaki bazı unsurları (özellikle kıble revakındaki kemerlerin tuğla işçiliği), bu aynı binaya aittir. Tarihlendirme kanıtları kesin olmasa da, bina kesinlikle H. 3. / MS 9. yüzyıldan çok önce inşa edilmiştir. Bu nedenle bina, San’a Emevi Camii olarak tanımlanmalıdır. Yapı, yaklaşık 58 metre uzunluğunda (kuzey-güney) ve 53 metre genişliğinde (doğu-batı) bir dikdörtgen biçimindeydi. Bina, merkezi bir avlu etrafında düzenlenmiş, en azından üç, muhtemelen dört adet kemerli revak içermekteydi. Binanın güney köşelerinin her birinde birer sawmac ah veya minare duruyordu. Kıble duvarının ortasındaki geniş bir giriş sundurması ve diğer duvarlara yerleştirilmiş gösterişli kapılar binaya girişi sağlıyordu. Arkeolojik araştırmalar bir mihrap izi bulamadı. Bu binanın mimari düzeni, Emevi camilerinin kanıt çeşitliliğini artırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Erken Islami Mimarisi, Emevi Camii, al-Velid, Minare, Yemen.
Abstract
Architectural historians remember the Umayyad calif al-Walīd ibn c Abd al-Malik ibn Marwān (r. 86-96 AH / 705-715 AD) for sponsoring construction of the still extant “Umayyad Mosque” in Damascus, and for re-building the Masjid al-Nabawī in al-Madīnah; he also completed his father’s re-building of the Aqṣā Mosque in Jerusalem. Less well remembered is the enlargement of the Great Mosque in Ṣanc ā’ by al-Walīd’s order. The appearance of the Mosque today is the result of several enlargements and additions carried out after al-Walīd’s time. However, archaeological investigations, which are part of an extensive restoration project begun in 2006, have found foundations, wall stubs, fl oors and other architectural features of an early Mosque. Moreover, some above-ground elements of the Mosque today (notably brickwork of the arcading in the qiblah riwāq) also belong to this same building. Although the dating evidence remains imprecise, the building was defi nitely built well before the 3rd century AH / 9th century AD. The building should therefore be identifi ed as the Umayyad Mosque of Ṣanc ā’. The structure formed a rectangle about 58 meters long (north-south) and 53 meters wide (east-west). The building consisted of at least three, probably four, arcaded halls arranged around a central courtyard. A sawmac ah or minaret stood at each of the southern corners of the building. A large entry porch at the center of the qiblah wall and elaborate doorways set in other walls gave access to the building. The archaeological investigations found no trace of a miḥrāb. The architectural arrangements of this building increase the variability evident in Umayyad mosques.
Keywords: Early Islamic Architecture, Umayyad Mosque, al-Walid, Minaret, Yemen.
Arşiv Belgelerinde Kırım Camileri (1786 – 1944)
İsmet Zaatov
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.2
Sayfalar: 33-44
Özet
Kırım Tatar halkının tarihi ve dininin araştırılmasına ilişkin konuların çeşitli ciltlerdeki arşiv kaynaklarının veri tabanı Rusya, Türkiye, Ukrayna, Polonya, Litvanya, Beyaz Rusya, Moldova, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, İtalya, Avusturya, Macaristan, Almanya, Belçika, Hollanda, İsveç, Danimarka, İngiltere, Fransa, Mısır, Suriye, Irak, İran, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Moğolistan, Kanada ve ABD arşivlerde saklanmaktadır. Kırım Tatarlarının eski belgeleri, Moskova ve St. Petersburg (Rusya), Leiden (Hollanda), Gotha (Almanya), Viyana Etnografya Müzesi, Berlin’deki Avrupa Kültürleri Devlet Müzesi, Antwerpen Tarih Müzesi (Belçika), Krakow (Polonya) ve Varşova, Vilnius, Kahire ve İskenderiye (Mısır), İsveç Kraliyet Arşivi (Uppsala) arşiv ve kütüphanelerinde saklanmaktadır. Rusya ve Türkiye arşivleri Orta Çağ Kırım Tatar tarihi hakkında en geniş bilgiye sahip olmakla birlikte, işbu bilgiler her şeyden önce Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi ve Ankara Tapu Kadastro Arşivlerindeki “Tahrir Defterleri”, “Muhasebe Defterleri”, “Mukataa İltizam Defterleri”, “Mühimme Defterleri”, ” Maliyeden Müdevver Defterleri”, “Ruus Defterleri”, “Mevacip Defterleri”, “Gümrük Defterleri” defterlerinde bulunmaktadır. Osmanlı “Osmanlı Vakanüvisler Defterleri” ve Kırım “Kırım Vakanüvisler Defterleri” tarihçi-kronistlerinin kitapları, Kırım Hanların “yarlıklar ve bitikler”, Osmanlı Sultanların yazışmaları “Name- i Hümayun Defterleri” ile “Mühimme Defterleri”, vergi “Cizye Defterleri”, emir ve işlemler “Sicil Defterleri” önemli belgeleri içermektedirler. Kırım Hanlığı’nın arşivi, 1736’da Bahçesaray’daki Hansarayının kuşatılması sırasında Rus mareşali Burkhard Munnich’in askerleri tarafından yakılmıştı. Kırım Hanlığı’nın Rus İmparatorluğu’na ilhakından sonra depolanan tüm il ve zemstvo kurumlarının arşiv materyalleri 1854-1856 Kırım Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ve 1918- 1920 İç Savaşın arşivlerin korunmasını olumsuz yönde etkilenmiş olmasına rağmen korunmuştur. Kırım Tatar milli hareketi Cafer Seydamet (1889 – 1960) ve İsmail Otar (1911 – 2005) ile Mustecib Ulkusal (1899 – 1996) beyefendilerinin arşivleri İstanbul’da bulunmaktadır. Sudak’taki ilk Kırım camisinin Selçuklular tarafından yapıldığından söz edilmesi 1222/1223 yılına dayanmaktadır ve o zamandan 1786’ya kadar Kırım’da 1600’den fazla Müslüman için dini bina inşa edilmişti. Onlardan 1531 cami, 40 medrese, 28 tekke idi. 1805 yılında Müftü Seit-Memet Efendi Kırım’da 1556 cami ve 61 tekke ve medreseye işaret ederken, Müftü Seyit-Cemil Efendi de 1853-1856 Kırım Savaşı’nın başlangıcında 1492 savaştan sonra 1308 cami işaret etmişti. 1865’te Rusya İmparatorluğu İçişleri Bakanlığı’nın listeleri Kırım’da 794 camiyi ve 1890’da 737 camiyi içeriyordu. 1914’te Kırım’daki cami sayısı 729’a düştü. İç Savaşın sona ermesinden sonra, 1921’de Kırım’da Sovyet iktidarı kurulduğunda, yarımadada 632 cami faaliyet gösteriyordu. 1930’da Kırım ÖSSC’de 473’ü faal olmak üzere 581 cami vardı. 18 Mayıs 1944’te Kırım Tatar halkının topyekûn sürgüne gönderilmesinden sonra Kırım’da Müslüman nüfus kalmamıştı. 1990’larda Kırım Tatar halkının topraklarına dönüşüne kadar tüm Müslüman dini yapı ve kurumları kapatılmıştı.
Anahtar Kelimeler: Kırım, Camiler, Bahçesaray, Kırım Hanlığı.
Abstract
The archival source database of issues related to the study of the history and religion of the Crimean Tatar people in various volumes is stored in the archives of Russia, Turkey, Ukraine, Poland, Lithuania, Belarus, Moldova, Romania, Bulgaria, Macedonia, Greece, Italy, Austria, Hungary, Germany, Belgium , Netherlands, Sweden, Denmark, England, France, Egypt, Syria, Iraq, Iran, Azerbaijan, Georgia, Armenia, Uzbekistan, Tajikistan, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Turkmenistan, Mongolia, Canada and USA. Ancient documents of the Crimean Tatar subjects are stored in the archives and libraries of Moscow and St. Petersburg (Russia), Leiden (Netherlands), Gotha (Germany), the Ethnographic Museum of Vienna, the State Museum of European Cultures in Berlin, the Historical Museum of Antwerp (Belgium), archives and museums Krakow (Poland) and Warsaw, Vilnius, Cairo and Alexandria (Egypt) and the Royal Archives of Sweden (Uppsala). The archives of Russia and Turkey have the most extensive information about the medieval Crimean Tatar history, but fi rst of all, the Ottoman Archive of the Cabinet of Ministers of Turkey (Başbakanlık Osmanlı Arşivı), the Archive of the Topkapı Palace Museum (Topkapı Sarayi Müzesi Arşivı) and the Ankara Land Cadastre Archive (Ankara tapu kadastro Arşivı) in inventory books “Tahrir Defterleri”, account books “Muhasebe Defterleri”, lease books “Mukataa Iltizam Defterleri”, books of important documents “Mühimme Defterleri”, treasury budget books “Maliyeden Mudivver Defterleri”, books of individuals “Ruus Defterleri”, books contents of “Mevacip Defterleri”, customs books “Gümrük Defterleri”. The books of Ottoman historiographers-chronists “Osmanlı Vakanuvisler Defterleri” and Crimean “Kırım Vakanuvisler Defterleri”, decrees and messages of khans “yarlıklar ve bitikler”, personal correspondence of Turkish sultans and Crimean khans “Name – i Hümayün Defterleri” and a book of important documents ” Mühimme Defterleri”, tax books “Cizye Defterleri”, book of orders and proceedings “Sicil Defterleri”. The archive of the Crimean Khanate was burned by the soldiers of the Russian fi eld marshal Burkhard Munnich during the siege of the Khan’s palace in Bakhchisarai in 1736. Archival materials deposited after the annexation of the Crimean Khanate to the Russian Empire. despite the Crimean War of 1854–1856, the First World War of 1914–1918, and the civil war of 1918–1920, which adversely aff ected the preservation of the archives. the wars of almost all provincial and zemstvo institutions have been preserved. The archives of the Crimean Tatar national movement Jafer Seydamet (1889 – 1960) and Ismail Otar (1911 – 2005), as well as Mustedzhib Ulkusal (1899 – 1996) are located in İstanbul. The mention of the construction of the fi rst Crimean Mosque in Sudak by the Seljuks dates back to 1222/1223. and by 1786 there were more than 1600 Muslim religious buildings in the Crimea: from 1518 to 1531 mosques, 40 madrasas, 28 tekkies. In 1805, Mufti Seit-Memet Efendi pointed out 1556 mosques and 61 tekkies and madrasahs in the Crimea, and Mufti Seit-Jemil Efendi pointed to the beginning of the Crimean War of 1853-1856. 1492 mosques were indicated and after its completion 1308 mosques. In 1865, the lists of the Ministry of Internal Aff airs of the Russian Empire included 794 mosques in Crimea, and in 1890, 737 mosques. In 1914, the number of mosques in Crimea decreased to 729. After the end of the civil war, by the time Soviet power was established in Crimea in 1921, there were 632 operating mosques on the peninsula. In 1930, there were 581 mosques in the Crimean ASSR, of which 473 were active. After the total eviction of the Crimean Tatar people on May 18, 1944, there was no Muslim population left in Crimea, all Muslim religious buildings and institutions were closed until the return of the Crimean Tatar people to their land in the 1990s.
Keywords: Crimea, Mosques, Bakhchisarai, Crimean Khanate.
Tbilisi Mosques in Georgian and Foreign Sources
Nani Gelovani
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.3
Sayfalar: 45-67
Özet
VII. yüzyılda İslam’ın yayılmasıyla birlikte, Arapların zaptettiği bölgelerde camiler inşa edilmeye başlandı. Kafkasya’da ilk cami Derbend’te kuruldu ve İslam ile Arapça’nın yayılması bakımından önemli merkez haline geldi. Arap ve Fars coğrafyacı ile gezginlerin kaynaklarında Arminiya’nın büyük kentlerinde kiliseler yanında camilerin inşa edildiğine dair bilgilere rastlanmaktadır. Arap coğrafyacı ve gezgin Mukaddesî (946/7-takriben 1000) camilerin Arminiya’nın merkezi kentleri (Hlat, Dvin, Barda, Derbend, Kabalak, Manaskert, Şirvan, Şak) yanısıra diğer bölgelerde de bulunduğunu kaydetmiştir. Camilerin kentler yanısıra banliyolerde de bulunduğu çeşitli kaynaklara dayanılarak tespit edilmiştir. Doğu bilimcisi ve tarihçi A.K. Shaginian “İslam literatüründe Dvin ile Bardav aksine Tifl is merkezinde camilerin inşa edildiğine dair bilgilere tüm gayretlerimize rağmen rastlayamadık” diye yazmıştır. VII.-XII. yüzyıllar camilerinden hiçbiri Tifl is’te günümüze ulaşmadıysa da birçok olay camilerin mevcut olduğunu göstermektedir. Emirliğin kurulması ve Tifl is ile emirliğin diğer kentlerinde (örnek olarak Dmanisi’de) Müslüman idari birliklerinin oluşması (kentleri halife tarafından atanan Arap memurları yönetiyordu) camilerin inşa edilmesi zaruretini gündeme getirdi. Tifl is’te en eski caminin, Arapların idari merkezinin bulunduğu bölgede-kükürt hamamlarından botanik bahçesine doğru çıkan yolda, şu anda tahminen Tifl is’in tek bir camiinin bulunduğu yerde VII.-VIII. yüzyıllarda inşa edildiği düşünülmektedir. Makalemizde, Gürcü ve yabancı muhtelif (rivayet, yazıt, belgesel, nümizmatik…) veriler mevcut ve 10. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar dönemi kapsayan Tifl is camilerine dair bilgiler incelenerek araştırma yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Tifl is, İslam, Müslümanlar, Cami.
Abstract
In the VII century, along with the spread of Islam, mosques appeared in the provinces conquered by the Arabs. The fi rst congregational mosque in the Caucasus was built in Derbent and became one of the important centres for the spread of Islam and the Arabic language. Reports from Arab and Persian geographers and travellers confi rm the construction of congregational mosques next to Christian churches in the major cities of Armenia (for example, Khlat, Dvin, Barda, Derbend, Kabalak, Manzikert, Shirvan, Shaki). Arab geographer al-Muqaddasi (born c. 946-died c. 1000), points to the existence of mosques not only in the central cities of Armenia. According to various sources, the congregational mosques stood both in the city and the suburbs. Orientalist A. Shaginyan maintains, “despite all our eff orts, we have not found any information in the Muslim literature about the construction of a congregational mosque in the centre of Tbilisi, as in the case of Dvini or Bardavi.” Although none of the mosques survived in Tbilisi, many facts testify to their existence. The establishment of the Emirate, and of a Muslim administration in Tbilisi and other cities of the Emirate (the city was ruled by Arab offi cials appointed directly by the caliph), necessitated the construction of mosques. The report discusses the information of Georgian and Foreign sources (narrative, epigraphic, documentary, numismatic ..) about the mosques of Tbilisi from the tenth century to the beginning of the twentieth century. Archival materials on Shi‘a and Sunni mosques in Tbilisi are also analyzed (statistics on mosque revenues, mosque administration, renovation works, waqf property, etc.).
Keywords: Tbilisi, Islam, Musulmans, Mosques.
Zengezur’un Batısının Ermenistan’a Verilmesi (Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan Arşiv Belgeleri Işığında)
Musa Qasımlı
ORCID: 0000-0002-3298-832X
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.4
Sayfalar: 69-95
Özet
10 Kasım 2020’de Cumhurbaşkanları İlham Aliyev, Vladimir Putin ve Başbakan Nikol Paşinyan tarafından imzalanan üçlü bildirinin 10. maddesinde şöyle yazılmaktadır: “Bölgedeki tüm ekonomik ve ulaşım bağlantılarının ablukası kaldırılıyor. Ermenistan, Azerbaycan’ın batı bölgeleri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında ulaşım bağlantılarını sağlamalıdır.” Ulaşım, günümüzde Ermenistan’ın sınırları dahilində olan Batı Zengezur’dan geçmelidir. Soru şu: Tarih boyunca Azerbaycan Türklerine ait olan Zengezur’un Batısı hangi amaçlarla ve nasıl Ermenistan’a verildi? Bu sorunun cevabı bildiride verilecektir. Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan arşivlerinin en güvenilir resmi belgeleri, Zengezur’un Batısının Türkiye’nin Türk dünyası ile kara bağlantısını kesmek için Ermenistan’a verildiğini kanıtlıyor. Azerbaycan Komünist (Bolşevik) Partisi Merkez Komitesi Siyasi Bürosu ve Rusya Komünist (Bolşevik) Partisi Kafkas Bürosu üyelerinin 4 Kasım 1920’de Bakü’de yaptıkları ortak toplantıda Zengezur’un Ermenistan’a verilmesi konusu tartışılırken siyasi büro üyeleri, bunun siyasi ve stratejik açıdan yararlı olmadığını, ancak acil bir durumda yapılabileceği görüşünü dile getirdiler. O zaman Ermenistan henüz Sovyetleştirilmemişti. Zengezur’u Ermenistan’a verilme teklifi nin Azerbaycan’dan gelmesi önerildi. Neriman Nerimanov’a siyasi büro üyelerinin Zengezur hakkındaki görüşlerinin gerekçelerini toplama talimatı verildi. 16 Kasım’da Stalin, Vladikavkaz’dan Lenin’e şifreli bir telgrafta şunları yazıyordu: “Bakü üç taraftan tehdit edilebilir… İkinci tehdit Türkiye’den. Türkiye Ermenistan’da kalırsa, Azerbaycan ile ortak bir sınır kazanacaktır. Bu tehdidi ortadan kaldırmak için mevcut koşulları kullanarak Ermenistan’ı Sovyetleştirmek, Türkiye ve Azerbaycan’ın arasında ermeni tampon bölgesi oluşturmak gerekiyor …”. Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi ve Organizasyon Bürosunun 30 Kasım’daki toplantısında Ermenistan ile ilişkiler tartışıldı, sonuçta Zengezur hakkında şu karar alındı: “Sovyet Azerbaycan’ı ile Sovyet Ermenistan’ı arasında sınır yoktur; Zengezur … Ermenistan’a geçiyor … Nerimanov’a bu kararı hazırlaması talimatı verilsin.” N.Nerimanov, Bakü Sovyeti’nin 1 Aralık’taki resmi toplantısında yaptığı konuşmada, Zengezur’un Ermenistan’a devredildiğini belirtti: “Zangezur toprakları… Sovyet Ermenistan’ının bölünmez bir parçasıdır. … Zengezur topraklarındaki tüm askeri operasyonlar durduruluyor; Sovyet Azerbaycan birlikleri buradan çekiliyor.” Dönemin Taşnak gazetesi “Aşhatavor” (“İşçi”), açıklamayı yayınlama emrinin Moskova’dan geldiğini yazdı: “Moskova’dan gelen emire göre, Azerbaycan’ın Zengezur’dan çekilmesini memnuniyetle karşılıyoruz.” Böylece Zengezur’un Batısı Ermenistan’a verilmiş, Türkiye’nin Azerbaycan ve Türk dünyası ile kara ilişkileri kesilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Zengezur, Azerbaycan, Ermenistan, Lenin, Nerimanov, Stalin.
Abstract
Article 10 of the tripartite declaration signed by Presidents Ilham Aliyev, Vladimir Putin, and Prime Minister Nikol Pashinyan on November 10, 2020, reads as follows: “The blockade of all economic and transport links in the region is lifted. Armenia should provide transport links between the western regions of Azerbaijan and the Nakhchivan Autonomous Republic.” Transport connections must pass through Western Zangezur, which is now within the borders of Armenia. The question is: For what purposes and how was Western Zangezur, which belonged to the Azerbaijani Turks throughout history, given to Armenia? The answer to this question will be given in the paper. The most reliable offi cial documents from the archives of Russia, Georgia and Azerbaijan prove that Western Zangezur was given to Armenia to cut off Turkey’s land connection with the Turkic world. At the joint meeting of the Political Bureau of the Central Committee of the Azerbaijan Communist (Bolshevik) Party and the Caucasian Bureau of the Russian Communist (Bolshevik) Party in Baku on November 4, 1920, while the issue of giving Zangezur to Armenia was discussed, the members of the Political Bureau expressed the opinion that this is not benefi cial politically and strategically, but that it can be done in an emergency. At that time, Armenia had not yet been Sovietized. It was suggested that the off er to transfer Zangezur to Armenia should come from Azerbaijan. Nariman Narimanov was instructed to collect the reasons for the views of the members of the Political Bureau about Zangezur. On November 16, Stalin wrote in an encrypted telegram from Vladikavkaz to Lenin: “The menace can threaten Baku from three sides … The second threat is from Turkey. If Turkey stays in Armenia, it will gain a common border with Azerbaijan. In order to eliminate this threat, it is necessary to use the current situation to Sovietize Armenia, and to create an Armenian buff er zone between Turkey and Azerbaijan…” As a result of the discussion of relations with Armenia at the meeting of the Political and Organizational Bureau of the Central Committee of the Azerbaijan Communist Party on November 30, the following decision was made about Zangezur: “There is no border between Soviet Azerbaijan and Soviet Armenia; Zangezur … is going to be passed to Armenia … Narimanov should be instructed to draft this resolution.” In his speech at the offi cial meeting of the Baku Soviet on December 1, N.Nerimanov stated that Zangezur was transferred to Armenia: “The territory of Zangezur … is an integral part of Soviet Armenia; … All military operations on the territory of Zangezur are suspended; Soviet Azerbaijani troops are being withdrawn from here.” The Dashnak newspaper of the time, “Ashkhatavor” (“Worker”), wrote that the order to publish the statement came from Moscow: “According to the order from Moscow, we welcome the withdrawal of Azerbaijn from Zangezur” Thus, Zangezur was given to Armenia, and Turkey’s land relations with Azerbaijan and the Turkic world were cut off .
Keywords: Zangezur, Azerbaijan, Armenia, Lenin, Narimanov, Stalin.
XVIII. Yüzyılın Ortaları – XIX. Yüzyılın Başlarında Azerbaycan’ın Askeri Tarihinin Sorunları
Nermine Amirbeyova
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.5
Sayfalar: 97-126
Özet
Tebliğimizde XVIII. yüzyılın ortaları – XIX. yüzyılın başlarında (Hanlıklar dönemi) Azerbaycan’ın harp sanatının bazı konuları ele alınacaktır. Bu maksatla şu meseleler öngörülmüştür: • Azerbaycan hanlıklarında askeri organizasyonun incelenmesi. Bütün Hanlıklarda ordu başkomutanlığını Han yapardı. Han ordusu, Han’ın özel muhafız birliğinden (hassa), beylerden oluşan feodal süvarilerinden, köylülerden ve paralı askerlerden oluşuyordu. Muntazam ordu, süvari, piyade ve zamburek topçularından ibaretti. Han ordusunun askeri önderi “Soltan” idi. Ardından “koşunovis” geliyordu. “Korucubaşı” (“keşikçibaşı”) Han’a en yakın mutemed yetkililerden olup kişisel korunmasından sorumluydu. Şehrin sur kapılarının ve Han sarayının muhafazasını kalabey sağlıyordu. Tüfekle silahlanmış müfrezelere “tüfekçi” veya “korcu” denirdi. Piyade sınıfına serbaz adlanan ve serhancılar tarafından yönetilen askeri birlikler dahildi. Han muhafızları birliyinde çaparlar adlanan özel grup vardı. • Ateşli ve soğuk (yakın dövüş) silahların çeşitli nevilerinin gelişim sürecinin incelenmesi. Hanlıklar döneminde Azerbaycan’da kullanılan ateşli silahlar, top ve bireysel ateşli silah olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. Sözkonusu dönemse toplar sahra (zamburek ve tekerlekli araba üzerinde aletler), kale (zamburek ve top) ve kuşatma (dig) nevilerile temsil olunmuşlardı. Bireysel silahlar, av tüfekleri ve tabancalardan (fi til ve çakmaktaşı) ibaretti. XVIII. yüzyılın sonunda Azerbaycan’da ziyarette bulunmuş M.Biberşteyn yazıyordı: “Sonsuz savaşlar ve yağmalar ahaliyi daim silahlı olmaya zorluyordu.” Bu nedenle silah üreten atölye (cebbehane) sayısı artar, çok sayıda silah ustaları (aslahasaz) ortaya çıkar. Hanlıklar döneminde kullanılan soğuk silahlar delici, darbeci, yarıcı-bölücü, yarıcıdelici, kesici-delici nevilere ayrılırdı. • Sözkonusu dönemde istihkam yapıların durumunun ve özelliklerinin incelenmesi. Hanlıklar dönemi Azerbaycan’da savunma yapıların şu türleri mevcuttu: 1. Şehirkaleler (Bakü, Gence, Nahçıvan, Tebriz vb.); 2. Hakimlerin ikametgahı olan kaleler ve stratejik ve taktik önem arz eden kaleler (Askeran, Serdarabad); 3. Müstakil kuleler. • Sözkonusu dönemde savaş karakterlerinin incelenmesi. Savaşlar yerel (Azerbaycan’da liderlik için hanlar arasında) ve Güney Kafkasya’daki büyük güçler arasında liderlik savaşları (Rus-Osmanlı ve Rus-Kaçar) olarak ikiye ayrılıyor. Azerbaycan Hanlıkları, özellikle de İrevan Hanlığı Güney Kafkasya ile alakalı uluslar arası ilişkilerin oldukça sertleştiği bir dönemde kurulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Askeri Teşkilat, Hanlıklar, Ateşli Silahlar, İstihkam, Askeri Tarih, Rus-Osmanlı Savaşları, Rus-Kaçar Savaşları.
Abstract
Our paper deals with the some subjects of warfare of Azerbaijan in the middle of the XVIII. – the beginning of the XIX. centuries (Khanate period). For this purpose the following issues will be considered: • Analysis of military organization in Azerbaijani Khanates. In all Khanates Khan was the commander-in-chief of the army. The Han army consisted of the Khan’s special guard (hassa), feudal cavalry consisting of beys, rural militia and mercenaries. The regular army consisted of cavalry, infantry and zamburek artillery. The military leader of the Han army was “Soltan”. Then came the “koshunovis”. “Korujubashi” (“keshikchibashi”) was one of the closest and loyal offi cials to the Khan and was responsible for his personal protection. The kalabey provided the protection of the city’s fortifi cation gates and the Khan’s palace. The detachments armed with rifl es were called “tufekch” or “korju”. The infantry units included military detachments called serbaz and led by serkhanids. In the Khan guards units a special group were chapars. • Consideration of the stages of improving various types of fi rearms and cold (close combat) weapons. The fi rearms used in Azerbaijan in the middle of the XVIII. – the beginning of the XIX. centuries were divided into two groups: cannons and individual fi rearms. The cannons in Azerbaijan during khanate period were represented by the fi eld (zamburek and artillery on wheeled carts), fortress (zamburek and cannon) and siege (dig) types. The individual fi rearms were represented by the hunting weapons and pistols (wick and fl int). M. Biberstein who visited Azerbaijan at the end of the XVIII. century wrote: “The endless wars and plunders forced the people to be armed always.” Therefore, the number of workshops (cebbehane) producing weapons increased, and a large number of gunsmiths (aslahasaz) appear. The cold weapons used in the Khanate period were divided into penetrating, putschist, splitter-splitting, splitter-piercing, sharp-piercing types. • Examining the condition and characteristics of the fortifi cation structures in the mentioned period. During the Khanate period the following types of defensive structures existed in Azerbaijan: 1. City-fortresses (Baku, Ganja, Nakhchivan, Tabriz, etc.); 2. Fortresses that were the residence of the rulers and fortresses which had strategic and tactical importance (Askeran, Sardarabad); 3. Detached towers. • Examining of the war characteristics in the mentioned period. The wars were divided into local wars (ie, between khans for leadership in Azerbaijani lands) and wars for leadership between great powers in the South Caucasus (RussianOttoman and Russian-Qajar).
Keywords: Organization of Troops, Khanates, Firearms, Fortifi cation, Military History, Russian-Ottoman Wars, Russian-Qajar Wars.
Bolşevik İktidarının İlk Aylarında Azerbaycan’da Yeni Rejime Karşı Halk Ayaklanmaları
Anvar Mammadov
ORCID: 0000-0003-0524-3995
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.6
Sayfalar: 127-145
Özet
Azerbaycan’ın XI. Ordu tarafından 27 Nisan’dan Mayıs 1920’nin sonuna kadar işgali sırasında Kızıl Ordu birliklerinin geçtiği bölgelerde sivillerin kimliğine ve mallarına yönelik çok sayıda şiddet eylemi gerçekleşti. Bu sürece, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti hükümetinde görev yapmış çok sayıda kişinin tutuklanması ve kurşuna dizilmesi de eşlik etti. Askeri yetkililer işgal altındaki topraklarda bir terör rejimi kurmuştu. Azerbaycan’da Bolşevik keyfi lik tarihinin en karanlık sayfaları, Azerbaycan bölgelerinde askeri vahşetin hüküm sürdüğü, müsadere ve yağmaların yönetim pratiği haline geldiği, vilayet halkının sürekli baskı altına alındığı aylardır. Kızıl Ordu birliklerinin “haydutlar”, “hırsızlar” ve “karşı-devrimciler” arayışları, Sovyet yönetiminin ilk döneminde Azerbaycan’ın çeşitli yerlerinde bir direniş hareketine yol açtı.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Kızıl Ordu, Karşı Devrimciler, Askerî Vahşet.
Abstract
During the occupation of Azerbaijan by the XI. Army from April 27 to the end of May 1920, numerous acts of violence against the identity and property of civilians took place in the areas where the Red Army units passed. This process was accompanied by the arrest and shooting of many people who served in the government of the Azerbaijan Democratic Republic. The military authorities had established a regime of terror in the occupied territories. The darkest pages in the history of Bolshevik arbitrariness in Azerbaijan were the months when military brutality prevailed in the regions of Azerbaijan, confi scation and plunder became administrative practice, and the people of the province were constantly oppressed. The search for “bandits”, “thieves” and “counter-revolutionaries” by the Red Army units sparked a resistance movement in various parts of Azerbaijan during the fi rst period of Soviet rule.
Keywords: Azerbaijan, Red Army, Counter Revolutionaries, Military Authorities.
Birinci Dünya Savaşı Öncesi Güney Doğu Asya Müslümanları: Burma, Cava ve Filipinler [1900-1914]
Selim Hilmi Özkan
ORCID: 0000-0001-6381-8553
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.7
Sayfalar: 147-168
Özet
Bu çalışmada genelde Güney Doğu Asya özelde ise Burma, Cava ve Filipinler hakkında hazırlanan raporlar üzerinden Osmanlı Devleti’nin Güney Doğu Asya Müslümanları ile olan ilişkileri ele alınacaktır. Filipin Başşehbenderi Necip Halil’in 1911, Filipinler’e şeyhülislâm vekili olarak görevlendirilen Muhammed El-Vecih el-Geylani el-Nablusi’nin 1913 tarihli raporlarında Güney Doğu Asya Müslümanları hakkında önemli bilgiler vardır. Necip Halil Müslümanların yaşamları hakkında bilgi verirken, el-Nablusi Güney Doğu Asya’daki şehbenderlerin içinde bulunduğu durumdan şikâyetçi olarak, bu şehbenderlerin yetmiş milyonluk Müslüman nüfusu ile İslâm dünyasının en büyük kitlesini teşkil eden coğrafyada yeteri kadar temsil edemediklerinden ve görevlerini yapmadıklarından yakınmaktadır. Ayrıca bölge Müslümanlarının hac farizasını yerine getirme konusunda karşılaştıkları sıkıntıları özetlemiştir. Buradaki Müslümanların zaman zaman dolandırıcılar tarafından dolandırıldıkları da rapora yansımıştır. Burada hacca gidecek olanlardan alınan verginin kaldırılması, Hindistan’da bir cami inşası, buraya vaiz atanması Kalkuta, Lahor gibi şehirlerde yeni şehbenderlikler açılması raporda istekler arasında yer almıştır. Dikkat çeken bir öneri ise, Hindistan ve İstanbul arasında irtibatın güçlendirilmesi için Urdu lisanı ile bir gazetenin çıkarılması veya İstanbul’da çıkan bir gazetenin tercüme edilerek basılmasıdır. Güney Doğu Asyalı Müslümanların hilafetin korunması, Osmanlı donanmasının yeniden ihyası için elinden ne gelirse yapacağı raporda çok açık bir şekilde ortaya konmuştur. Çalışmamızda hem bu raporlar üzerinden hem de yapılan yazışmalardan yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı öncesinde Burma, Cava ve Filipinler’deki Müslümanlar ile olan ilişkileri değerlendirilmeye çalışılacaktır. Konumuzun kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinde bulunan belgeler ve bunların arka planı oluşturmuştur. Bunun dışında özelde Burma, Cava ve Filipinler genelde Güney Doğu Asya üzerine yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırmalar da araştırmamız boyunca bize yol gösterecektir.
Anahtar Kelimeler: Burma, Cava, Filipinler, Necip Halil Efendi, Muhammed El-Vecih el-Geylani el-Nablusi.
Abstract
In this study, the relations of the Ottoman Empire with the Muslims of the Southeast Asia will be discussed through the reports prepared about the Far East in general, Burma, Java and the Philippines in particular. The reports of the Philippine Chief Consul Najib Khalil and Mohammad Al-Vecih Al-Geylani Al-Nablusi appointed as the Sheikh-ul-Islam representative of the Philippines had important information about the Muslims of the Southeast Asia, prepared consecutively in 1911 and 1913. Najib Khalil gives information about the lives of Muslims whereas Al-Nablusi complains about the condition of consuls in Southeast Asia and they did not adequately represent and did their duty in the geography which constituted the largest mass of the Islamic world, with the population of seventy million Muslims. He also outlined the troubles local Muslims face in fulfi lling the pilgrimage. It was also refl ected in the report that the Muslims there were sometimes defrauded. The removal of the tax levied on pilgrims there, the construction of a mosque in India, the appointment of a preacher and the opening of new consulates in cities such as Calcutta and Lahore were among the requests in the report. A notable proposal was the publication of a newspaper in Urdu language in order to strengthen the connection between India and Istanbul or the translation of a newspaper published in Istanbul. The protection of the caliphate by the Southeast Asia Muslims and to help restore the Ottoman navy was made clear in the report. In our study, we will try to contextualize the relations of the Ottoman Empire with Muslims in Burma, Java and the Philippines before World War I based on both these reports and the correspondence. Documents in the Presidency Ottoman Archives and their background are the sources of our subject. In addition to this, the research conducted at home and abroad on the Southeast Asia in general and Burma, Java and the Philippines in particular will guide us through our research.
Keywords: Burma, Java, Philippines, Najib Khalil Efendi, Mohammed Al-Vecih Al-Geylani Al-Nablusi.
Stereotyping the Turks: Images from Dutch Colonial Newspapers in Indonesia
Nia Deliana
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.8
Sayfalar: 169-181
Özet
Avrupa’dan Asya’ya, Hindistan’dan Takımadalar’a kadar dünyanın farklı bölgelerinde Türklerin tarihsel etkilerine dair pek çok çalışma yapılmıştı. Bununla birlikte, 19. yüzyıl sömürge dönemi basınında yer alan belgelerle ilgili yeterli çalışma olduğunu söylemek güçtür. Söz konusu bu yayınlar Hollanda Doğu Hint yönetimi altındaki çeşitli toplumlar arasında önceki yüzyıllardan itibaren var olan olumlu ve ilham verici Rum-Türk ve Osmanlı imgesini yeniden değerlendirmektedir. Bölge tarihi konusunda uzman pek çok yazar, söz konusu Hollanda sömürge dönemi öncesi örneğin Portekizlilerin Malaka Boğazı’nda varlık göstermeye başladıkları erken dönemlerde Osmanlı Devleti’nin etkisi konusunda hem fi kirdirler. Bu noktada, Osmanlı ve Açe Devletleri arasındaki ilişki ve karşılıklı gerçekleşen haberleşme süreci Hollanda Doğu Hint yönetimi altındaki toplumlarda Osmanlılar hakkında olumlu yaklaşımın ortaya çıkmasına katkıda bulunmuş ve Osmanlıların zaferleri ve deniz gücü Takımadalar’da çeşitli el yazması eserlere konu edilmiştir. Basılı medyanın yaygınlaşmasıyla yeni tür bilgi üretimi gündeme gelmiş ve özellikle böylece çeşitli etnik topluluklarla ilgili görüşler yer almaya başlamış ve sömürge dönemi ekonomi-politiği çerçevesinde yerli olmayan rakip güçler olumsuzlanmış ve böylece sömürge propagandası medya vasıtasıyla tekrarlanarak gündeme getirilmiştir. Bu çerçevede, oluşturulan Türk imgesi sömürge yönetiminin siyasi kazanımına el verecek şekilde siyasal bir boyut kazanmıştır. Bu makale, Hollanda sömürge dönemi gazetelerinde bölge toplumlarında Türk-Osmanlı imgelerinin yer alışı halifelik olgusu incelenmiştir. Çalışma, sömürge dönemi sözde bilimsel bilginin basın vasıtasıyla yayılımı ve bundan kaynaklı Türkler hakkında değişen görüşler üzerinde durulmuştur. 1840’lı yıllar ile 1945 yılına kadarki çeşitli yayın organlarından hareketle, Takımadalar toplumlarının sınır-aşırı ilişkileri üzerine sömürge dönemi bilgi üretimine dair veriler ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Stereotip, Türk, Sömürgecilik, Gazeteler, Hollanda Doğu Hint Adaları.
Abstract
There are abundant studies on Turkish Historical infl uences in the world, from Europe to Asia, India, and Southeast Asia. But there are insuffi cient scholarly narratives consulted from the existing available 19th century colonial newspaper sources that dealt with the colonial works on reshaping the character of the Rum-Turk and the Ottoman that had in previous centuries, preserved in extensively pleasant and inspirational images among the societies in the Netherlands East Indies. Before the colonial period, numerous scholars agree that the infl uence of the Ottoman occurred in early days where the Portuguese set foot in Malacca Straits. The Ottoman relation with Aceh and the continuous correspondences contributed to the view of societies in the Netherlands East Indies to present fond impression on the Ottoman that the victory and naval force of the Ottoman were penned down in numerous local letters and manuscripts across the Islands and Peninsula as an inspirational depiction. As mass printing had become the most eff ective measure in producing new type of knowledge, especially on describing images of racial class and defaming the colonial economic and political non-native rivals, the colonial propaganda and descriptions were printed repetitively over the centuries. As the result, the constructed images of the Turks were politicized for the colonial gain. This paper examines the role of Dutch colonial newspapers in shaping images of the Turks, the Ottoman, and the caliphate among its colonized societies. It investigates dissemination of colonial pseudo-scientifi c knowledge and the transformation of views on the Turks resulted from it. Through utilizing Dutch colonial newspapers between 1840s-1945, this paper provides additional narratives on colonial knowledge production discourse on Indonesian trans-boundary relations under colonial era.
Keywords: Stereotype, Turks, Colonialism, Newspapers, Dutch East Indies.
The Jews Presence in Latin America: The Roots and Recurrences of Anti-Semitism
Nigar Asgarova
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.9
Sayfalar: 183-198
Özet
Latin Amerika’da Yahudilerin varlığı, kıtanın Kristof Kolomb tarafından keşfedilmesinden sonra XV. yüzyıla kadar uzanır. Avrupa’nın Güney-Batı kesiminde Sefarad Yahudilerinin dinsel olarak bastırılması, şu ikilemi Yahudilerin önüne koydu: ya Hıristiyanlığa geçmek ya da marron olmak ve din değiştirmiş gibi görünüp Yeni Dünya’ya taşınmak. XVI. yüzyılın başlarından itibaren Yahudiler, çoğunlukla Meksika, Karayipler, Güney Amerika’nın kuzey ülkeleri ve Brezilya’da İspanyol, İngiliz ve Portekiz kolonilerine yerleştiler ve burada bastırıldılar ve “Kutsal Engizisyon” tarafından yargılandılar. Yahudilerin Latin Amerika’ya göçü, Avrupa’da meydana gelen tarihsel ve politik süreçlerle karakterize edilebilir. Bildiride, XVI-XVIII. yüzyıllarda Yahudilerin göçü, iskânları ve yaşam faaliyetleri incelenecektir. XIX. yüzyılın başından itibaren, göçün özellikleri, Latin Amerika’da anti-Semitizmin köklerini de kuran “pogromlara” kaydı. Ayrıca makale, Aşkenaz Yahudilerinin kitlesel göçünü, Güney Amerika’da Yahudi devletinin kurulmasını, Yahudi cemaatinin kurulmasını ve Latin Amerika toplumuna entegrasyonunu düşünen Andinia’nın komplo planını geniş bir şekilde araştıracaktır. Avrupa’da Nazizmin yükselişi, Yahudilerin bölgeye yeni bir kitlesel göçünün yolunu açtı. Latin Amerika›da askeri rejimlerin aciliyeti ve 1948’de İsrail devletinin kurulması Yahudilerin göç özelliklerini değiştirmiştir. XX. yüzyılın son on yıllarından itibaren çoğu Latin Amerika ülkesi tam teşekküllü demokrasiler haline gelse de 1992 İsrail Büyükelçiliğine saldırı, 1994 AMIA saldırısı, Ortadoğu’daki İsrail Filistin çatışması, Yahudi mezarlıklarının aşağılanması ve diğer gerçekler, makalede incelenecek olan antisemitizmin kesin kanıtıydı.
Anahtar Kelimeler: Yahudi, Latin Amerika.
Abstract
The presence of Jews in Latin America traces back to XV century after the discovery of the continent by Christopher Columbus. The religious suppression of Sephardic Jews in the SouthWest part of Europe put the dilemma before Jews: either to convert to Christianity or become marrons to pretend to be converted and move to the New World. From the beginning of the XVI century Jews settled in Spanish, English and Portuguese colonies mostly in Mexico, the Caribbean, the Northern countries of South America, and Brazil where they were suppressed and trialed to “Holy Inquisition”. The migration of Jews to Latin America can be characterized by historical and political processes that occurred in Europe. XVI- XVIII centuries Jews migration, their settlement and life activity will be analyzed in the article. From the beginning XIX century, the characteristics of migration shifted to “pogroms” which also established the roots of anti-Semitism in Latin America. Besides, the article will broadly investigate the massive migration of Ashkenazi Jews, the conspiracy plan of Andinia which considered the formation of Jews state in the South America, the establishment of Jews community, and their integration into Latin American society will be broadly investigated in the article. The rise of Nazism in Europe paved the way for a new massive migration of Jews to the region. The emergency of military regimes in Latin America and the establishment of the Israeli state in 1948 changed the migration characteristics of Jews. Although from the last decades of the XX century most Latin American countries became fullfedged democracies, the 1992 attack on the Israel Embassy, the 1994 attack on AMIA, the Israel-Palestine confi ct in the Middle East, the humiliation of Jews cemeteries, and other facts were the exact proof for anti-Semitism which will be investigated in the article.
Keywords: Jews, Latin America.
The Problems of The History of Abkhazia (According to the Georgian-Russian Diplomatic Materials of the years of 1636-1640)
Jemal Gamakharia
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.10
Sayfalar: 199-225
Özet
17. yüzyıl Gürcistan tarihinin araştırılması ve incelenmesi için Avrupa, Türk, Rus ve diğer kaynakların kullanılması elzem ve gereklidir. Bu kaynaklar arasında, Samegrelo Prensliği’nden 1636-1639 yıllarında gönderilen Büyükelçi Gabriel Gegenava’nın Moskova’yı ziyareti ve aynı yıllarda Samegrelo’daki Rus büyükelçisi Fedot Elchin ve Pavel Zakhariev’in geri dönüş ziyaretini yansıtan materyaller yer almaktadır. 1639- 1640 yılları dikkate değer ve dikkate değerdir. Yukarıda adı geçen kişiler, 17. yüzyılda Samegrelo’ya ait olan ve onun bir parçası olan modern Abhazya topraklarının büyük bir bölümünü ziyaret eden ve raporlarında tanımlayan ilk resmi Rus temsilcileriydi. Gürcü ve Rus büyükelçilerinin raporları Abhazya’nın siyasi, etnik ve kilise tarihinin gerçek ve doğru kaynaklarıdır. Ayrılıkçılara göre, modern Abhazya’da sadece Abhazların ataları yaşıyordu ve daha sonra Gürcüler yerleşti. Ayrılıkçıların eserlerinde ele alınmayan ve kullanılmayan RusGürcü büyükelçiliklerinin malzemeleri kesinlikle tam tersini kanıtlıyor. Bu materyallere uygun olarak Megrelya Prensliği, Gürcistan’ın Sohum’a kadar uzanan bölgelerinden biriydi ve sadece Gürcülerle yerleşti. Rus büyükelçileri bahsi geçen yerleşim yerlerini ziyaretleri sırasında sadece Gürcülerle iletişim kurmuş; hatta Abhazları o topraklarda hiç görmediler ve karşılaşmadılar. Gürcistan Patriği Bichvinta’da oturdu. Böylece Gabriel Gegenava, Fedot Elchin ve Pavel Zakhariev’in raporları, bugün Rusya’nın Abhazya’yı işgali ve Gürcülerin etnik temizliği için bir temel ve gerekçe olarak kullanılan tahrif edilmiş ayrılıkçı tarih yazımını yalanlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Abhazya, Gürcü, Diplomatik İlişkiler, Megrelia Prensliği, Samegrelo Prensliği.
Abstract
For Exploration and study of the History of the 17th century Georgia and its separate political -administrative units it is essential and necessary to use European, Turkish, Russian and other sources. Among those sources the materials refl ecting Ambassador Gabriel Gegenava’s visit to Moscow, who was sent from the Principality of Samegrelo in the years of 1636–1639 and the return visit of the members of the Russian ambassade – Fedot Elchin and Pavel Zakhariev in Samegrelo in the years of 1639- 1640 are noteworthy and considerable. The above-mentioned persons were the fi rst offi cial Russian representatives visited and described in their reports the greatest part of the territory of modern Abkhazia, which belonged to and was part of Samegrelo in the 17th century. The reports of the Georgian and Russian ambassadors are the authentic and veridical sources of the political, ethnic and church history of Abkhazia. According to the Separatists, on the modern Abkhazia, dwelled only the ancestors of Abkhazians and the Georgians settled there later. The materials of RussianGeorgian ambassades prove absolutely the opposite, which are not addressed and used in Separatists’ works. In compliance with those materials, the Principality of Megrelia was one of the districts of Georgia extending till Sokhumi and only settled with Georgians. The Russian ambassadors during their visit in the above mentioned settlements communicated only with the Georgians; and they even never saw and met the Abkhazians on that territory. The Patriarch of Georgia sat in Bichvinta. Thus, the reports of Gabriel Gegenava, Fedot Elchin and Pavel Zakhariev refute the falsifi ed separatist historiography,being used today, as a basis and justifi cation for the Russian occupation of Abkhazia and the ethnic cleansing of the Georgians.
Keywords: Abkhazia, Georgian, Diplomatic Relations, Principality of Megrelia, Principality of Samegrelo.
Georgian Peace Paradigm – Perspectives on University Diplomacy
Zurab Khonelidze
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.11
Sayfalar: 227-237
Özet
Gürcistan için, Sovyet idaresinin 30 yıllık sistemsiz parçalanmasıyla devlet kurma süreci çelişkilerle dolu bir dönem oldu. Sovyet sonrası dönüşümün başlangıcında, diğer birçok ülke gibi, biz de siyasi sezgimize aldanıp imparatorluğun yerleştirdiği “mayınlardan”, özellikle de trajik sonuçları hâlâ devam eden ve Gürcistan devletini ve toplumunu etkileyen etno-politik çatışmalardan kaçamadık. Bu çalışma, eğitim politikasının yeni bir yönünü sunmaktadır: Üniversitenin yenilenmiş bir misyonu, modern bir barış inşası biçimi ve yeni bir uluslararası ilişkiler ve diplomasi türü olarak “Üniversite Diplomasisi”. Bu diplomasi türü şunu ortaya koymaktadır. Gürcistan’ın temel egemenlik ve birlikçatışma sorununu çözmenin yolu barışçıldır ve hümanizme dayalı evrensel değerleri kullanır: eğitim, bilim (eğitimin en yüksek başarısı) ve toplumun en sağlıklı, en motive ve pragmatik parçası olan gençlik. Açıktır ki, her üç bileşen de yalnızca özgür bir üniversite alanında bir araya gelir ve barış içinde bir arada bulunur. Öte yandan, üniversite fi kri bir kriz içerisindedir. Üniversite, evrensel bir model olarak, sahip olduğu büyük olanaklar vesilesiyle, varlığını sürdürecek iç kaynaklara sahiptir ve barış stratejisinin politik alanını daha fazla üniversite kaynağı ile doldurabilmekte, siyasi alana dâhil olabilmekte ve kendisini bir barış sürecinin merkez üssü hâline getirebilmektedir. Gürcistan örneğinde, genel olarak bir üniversiteyi değil, özellikle Abhazya’yı Gürcistan’ın geri kalanına bağlayan canlı organizma olan ve ülkenin kaderini paylaşarak “siyasetin kurbanı” olan Sohum Devlet Üniversitesi’ni kastediyoruz. Bu üniversite (dünyada benzer kaderi paylaşan başka “mülteci üniversiteler” de vardır) -stratejik öneminin de etkisiyle- söz konusu meseleyi akademik alana taşıma, üniversite dışı toplumu birleştirme, çatışmanın tarafl arıyla (en başta hükûmet olmakla birlikte, sivil toplum, uluslararası kuruluşlar ve partiler) bilimselinsani diyalog kurma, çatışmanın sebeplerini tespit etme, ve – soruna dâhil olmadan ya da hâlihazırda ulusun tükenmiş enerjisini bu soruna yönlendirmeden- meseleye kalıcı bir çözüm sunma şansına sahiptir. Barışı inşa etme hedefi ne ulaşmak için, üniversitenin çalışmaları yalnızca dönüşümü değil, aynı zamanda niteliksel olarak yeni bilginin-yeni yaşamın yaratılmasını da kapsamalıdır. Bu bilgi, üniversitenin, müzakere ilmi ve iletişim sanatı gibi diplomasinin ikinci temel (ve tek barışçıl) noktasıyla kaynaşmasını sağlayacaktır. İki uyumlu müessesenin –üniversite ve diplomasinin– birleşmesi yeni bir paradigma yaratmıştır: “teoriden eyleme”. Bu paradigma ne salt bir formalite ne de klasik bir diplomasi modelinin yeniden şekillendirilmesidir, dolayısıyla bu paradigmanın uluslararası ilişkilerin yeni bir türü olduğu söylenebilir. Üniversite diplomasisi, yalnızca uluslararası ilişkiler alanına hizmet eden veya bu alanı eleştiren bir sistem değil, aynı zamanda barışı sağlamanın yeni bir yolu olarak kendi ayakları üzerinde duran çatışma (yalnızca etno-politik veya yerel çatışmaları değil) önleyici bir sistemdir.
Anahtar Kelimeler: Gürcistan, Barış, Paradigma, Üniversite Diplomasisi, Çatışma.
Abstract
For Georgia, the 30 years of non-systemic dismantling of the Soviet system, and the nation’s state-building course has turned out to be full of contradictions. On the outset of the post-Soviet space transformation, we, like several other countries, were betrayed by our political intuition, having not been able to escape the “mines” planted by the empire – especially the imposed ethnopolitical confl icts, whose tragic consequences still aff ect the Georgian state and society. The paper presents a new direction of education policy: “University Diplomacy” as a renovated mission of the university, a modern form of peacebuilding, and a new type of International Relations and diplomacy. University Diplomacy makes clear that: The way to resolve the main problem of Georgia’s sovereignty and unity–confl ict is peaceful and utilizes universal values based on humanism: education, science (education’s highest achievement), and the healthiest, most motivated and pragmatic part of society–the youth. Clearly, all three components come together and coexist peacefully only in a free university space. The idea of the university is in crisis, however. The university, as a universal model, due to its great possibilities, has the internal resources to prove its viability, and is able to fi ll the political fi eld of the peace strategy with more university resources, actively involve the political fi eld, and, moreover, transform itself into the epicenter of the peace process. By the example of Georgia, we mean not the university in general, but the Sokhumi State University in particular the “victim of politics” – that shares the fate of the country, the living organism that connects Abkhazia with the rest of Georgia. The University, issuing from its strategic importance (there are several “refugee universities” in the world with a similar fate) has the opportunity to simply bring into the academic space the theme in question, to unify the non-university community, and to establish a scientifi c-humanistic dialogue with the parties of the confl ict–fi rst and foremost, the government (along with civil society, international organizations, and “parties”), to determine the causes of the confl ict and to propose a real settlement of the problem instead of entering the confl ict or using the nation’s already-defi cient energy on fi ghting the consequences of the confl ict. To achieve the goal of peacebuilding, the work of the university must encompass not only the transformation, but also the creation of qualitatively new knowledge–new life. This knowledge will lead to the search for and merging of the university with the second essential subject (the only peaceful one) of diplomacy, as the science of negotiation and the art of communication. The coupling of two compatible entities –university and diplomacy– has created a new paradigm: “from theory to action.” This paradigm is neither a mere formality nor a recasting of a classical model of diplomacy, but a completely new kind of international relations. University Diplomacy is a confl ict-regulatory system (not just of ethno-political or indigenous confl icts) that does not merely service or critique the fi eld of International Relations, but stands on its own as a new means of ensuring peace.
Keywords: Georgia, Peace, Paradigm, University Diplomacy, Conflict.
İran’da Dilekçeler ve Rıza Şah Döneminde Devlet-Toplum İlişkileri
Serhan Afacan
ORCID: 0000-0003-2223-2227
DOI: 10.37879/9789751756466.2023.12
Sayfalar: 239-252
Özet
Pehlevi Hanedanı’nın kurucusu olan Rıza Şah Pehlevi’nin 1925-1941 yılları arasındaki saltanat dönemi, modern İran tarihinin en tartışmalı safhalarından biridir. 19. yüzyıl boyunca Kaçar şahlarının giriştiği yenileşme hareketlerinin ardından, daha kapsamlı ve köklü bir modernizasyon politikasının takip edildiği bu dönemin; İran’ın siyasi, toplumsal ve ekonomik durumu üzerinde önemli sonuçları olmuştur. Çok sayıda araştırmaya konu olan ve Pehlevi resmi tarih anlatısının temelini teşkil eden bu dönem, 1979 İran Devrimi’nin ardından tarihsel bir konu olarak önemini koruduğu kadar yoğun bir ideolojik tartışmanın da nesnesi haline gelmiştir. Bu bildiri, genel anlamda “devrimin kökleri” bağlamında ele alınan bu dönemi, kendi koşulları dahilinde ve temel kaynak olarak dilekçelerden hareketle sosyal tarih perspektifi nden incelemeyi amaçlamaktadır. İşçiler, esnaf, tüccar, köylüler, azınlıklar ve din adamları gibi toplumun her kesiminden İranlının şikayet, öneri ve taleplerini iletmek için resmi makamlara gönderdiği yüz binlerce dilekçe, söz konusu dönemde uygulanan politikaların halk nezdindeki yansımalarını ve halkın bu politikaların yanı sıra devlete bakışını incelemek için önemli kaynaklardır. Eşit derecede önemli olan bir diğer husus da otoriter politikaların öne çıktığı ve kitlesel hareketlerin yasaklandığı bu dönemde, Pehlevi elitlerinin çeşitli nedenlerle dilekçe yazımını teşvik etmiş olmasıdır. Tahran’da bulunan İran İslam Cumhuriyeti İslami Şura Meclisi Kütüphane, Müze ve Arşivi bünyesinde muhafaza edilen ve özellikle son on yıldaki yoğun bir tasnif çalışmasının sonucunda araştırmacıların erişimine açılan bu belgeler; resmi belgeler, yabancı elçilik raporları ve gazeteler gibi kaynaklardan farklı olarak modern İran tarihçiliğinde henüz yeterli ilgiyi görmemiştir. Bildiride, dilekçelerin modern İran tarihi araştırmalarına nasıl yeni bir bakış açısı getirebileceğine değinildikten sonra bu kaynakların özellikle Rıza Şah döneminde devlet-toplum ilişkilerini anlama konusunda sağladığı veriler örneklerle ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Rıza Şah, Dilekçeler, Devlet-Toplum İlişkileri, Madunlar.
Abstract
The reign of Reza Shah Pahlavi, the founder of the Pahlavi dynasty, between 1925 and 1941 is one of the most debated phases of modern Iranian history. After the renovation movements practiced by the Qajar rulers throughout the 19th century, the more far-reaching and radical modernization policies applied during Reza Shah’s reign brought about signifcant political, social and economic consequences for Iran. This period, which has been the subject of numerous studies and has served as the basis of the ofcial Pahlavi history, not only kept its signifcance as a historical debate after the 1979 Iranian Revolution but also turned into an intense ideological debate. This paper discusses this period, which has often been analyzed withing the context of the “roots of the revolution”, in its own terms and from a social history perspective by relying on petitions as the main source material. Hundreds of thousands of petitions which have been sent to the ofcial authorities from every group of the Iranian society, such as workers, guildsmen, merchants, peasants, minorities and the clergy, to express their complaints, suggestions and demands, enable us to investigate the refections of these policies among the population as they also show how the general public perceived the polices and the state itself. Equally important is the fact that, although authoritarian policies dominated Iran under Reza Shah and collective actions were prohibited, the Pahlavi elites encouraged petitionwriting for a variety of reasons. These petitions are kept in the Library, Museum, and Document Center of the Islamic Consultative Assembly of the Islamic Republic of Iran located in Tehran and have been accessible to researchers especially in the last ten years, still remain understudied and underexplored in modern Iranian history-writing unlike such sources as the ofcial documents, foreign consular reports and newspapers. This paper will frst discuss how these petitions can bring a new perspective for understanding the modern Iranian history after which it will discuss how they inform us about the state-society relations in Iran particularly during the Reza Shah period.
Keywords: Reza Shah, Petitions, State-Society Relations, Subalterns.