XIX. Türk Tarih Kongresi VII. Cilt

XIX. Türk Tarih Kongresi

Kongreye Sunulan Bildiriler (VII. Cilt)
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi

Hazırlayanlar: Abdullah KAYMAK – Selin EREN – Semiha NURDAN – Kübra GÜNEY – Muhammed ÖZLER
E-Kitap Yayın Tarihi: 30.07.2024
Yayınlayan: Türk Tarih Kurumu
eISBN: 978-975-17-5648-0 (7.c) - 978-975-17-5640-4 (Tk)
DOI: 10.37879/9789751756480
Sayfa: 1052
Konular: Türk Tarih Kongresi, Türk Tarihi

Türk tarihçiliği açısından güçlü bir geleneği gösteren Türk Tarih Kongrelerinin 19’uncusu 3-6 Ekim 2022 tarihlerinde Ankara’da icra edilmişti. Kurumumuza ulaşan 600’e yakın bildiri özeti, kapsamlı bir hakem kurulu tarafından titizlikle incelenmiş ve neticede 233 bildirinin kongrede sunulması kararlaştırılmıştır. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının yanında, Azerbaycan, Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Gürcistan, Hindistan, İngiltere, İran, İskoçya, İsviçre, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Malezya, Özbekistan, Romanya, Rusya, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ülkelerden 70 araştırmacı da bu kongrede çalışmalarını bilim dünyasıyla paylaşmışlardır. Kongredeki bildiriler Eski Anadolu Uygarlıkları, Türk-İslam Devletleri Tarihi, Osmanlı Tarihi, Orta Asya Türk Tarihi, Dünya Tarihi, Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ile Büyük Taarruzun 100. Yıl Dönümü Özel Oturumu olmak üzere toplamda 8 ana konuda ve 59 oturumda sunulmuştur. İşbu Kongre Bildirileri Kitabı, yukarıda zikredilen 233 bildirinin Kurumumuza son hâli ulaştırılan 212’sini içermekte ve yedi cilt olarak yayımlanmaktadır. Bildirilerin hem fizikî olarak hem de çevrimiçi ortamda istifadeye sunulmasıyla da Türkiye’de ve dünyada Türk tarihi ile ilgilenen çok daha geniş çevrelere ulaşılabileceği düşünülmektedir.

BİLDİRİLER - SEKSİYON VII (ATATÜRK VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)

Tarih ve Diplomasi Araştırmalarına Göre Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Diplomat Kimliği

Ali Engin Oba
ORCID:
0000-0002-8456-0261
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.1
Sayfalar: 1-21

Atatürk’ün diplomat kimliğinin gereği gibi incelenmediğini düşünüyorum. Oysaki Atatürk, aynı zamanda birinci sınıf bir diplomattır. Atatürk, İstiklal Savaşı’nın başlangıcından itibaren, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti reisi olarak ve 1923- 1938 tarihlerinde Cumhurbaşkanlığı döneminde uyguladığı diplomasi ile birinci sınıf bir diplomat olduğunu göstermiştir. Gerçekten Atatürk, uyguladığı diplomasi ile Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımsız, egemen ve uluslararası sistemin etkin bir üyesi haline getirmiştir. Barış üzerine inşa ettiği bu diplomasi, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesiyle ve kin, nefret, şovenizm ve irredantizmi reddederek yürütülmüştür. İkili ve Türkiye’nin 18 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti’ne katılması ile çok taraflı diplomasi, Atatürk tarafından maharetle kullanılmıştır. Atatürk, 4 Kasım 1925’ten 11 Kasım 1938’e kadar Dışişleri Bakanlığı yapan Tevfi k Rüştü Aras’a verdiği talimatlarla diplomasisini uygulatmıştır. Bu çalışmanın amacı, Atatürk’ün bu kimliğini Uluslararası İlişkiler disiplininin alt çalışma alanı Diplomasi Araştırmaları çerçevesinde ele alarak değerlendirmektir. Diplomasi Araştırmalarına göre, iyi bir diplomasi gerçekçilik, ulusal bağımsızlık ve caydırıcılık üzerine inşa edilir. Atatürk’ün diplomat olarak bu ilkelere uyumu nasıl ele alınabilir? Bundan başka, diplomasi, devletlerin ve toplumların gösterdiği dönüşümün etkisiyle kapsamını genişletmiştir. Bugünkü diplomaside üzerinde durulan yeni bir konu olan kamu diplomasisi, Atatürk dönemi sırasında nasıl ele alınabilir? Atatürk’ün dış politikada ikili ve çok taraflı ilişkilerde Türkiye’nin yüceltilmesi ve milli çıkarlarının korunması için gerçekleştirdiği girişimler nelerdir? Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin son dönemdeki diplomasisi Atatürk diplomasisine nasıl etki yapmıştır? Makalemi bu konular üzerine inşa ederek diplomat Atatürk’ü aydınlatmaya çalışacağım. Bu amaçla, diğer kaynaklar yanında, Atatürk’ün güven mektubunu sunan yabancı Büyükelçileri kabul ederken irat ettiği nutuklar değerlendirilecektir. Bunun için Cumhurbaşkanlığı arşivi incelenmeye çalışılacaktır. Ayrıca, Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin her yıl çalışmaya başlaması sırasında yaptığı konuşmalarda uluslararası politikaya dair belirttiği görüşleri de nazara dikkate alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk Diplomasisi, Diplomat Atatürk, Türk Dış Politikasında Barış Düşüncesi, Tevfik Rüştü Aras, Diplomasi Araştırmaları, Osmanlı Diplomasisi.

I think that the diplomat identity of Atatürk has not been researched adequately. Atatürk was at the same time a fi rst class diplomat. He proved himself as a fi rst class diplomat from the starting point of the Turkish National Struggle and as the Chairman of the Grand National Assembly. Later, as the President of Turkish Republic between 1923-1938, he was able to create an independent, sovereign Turkey which became an active member of the international system. He based this diplomacy upon peace and by using the motto “Peace at Home, Peace Abroad”, he applied it by refusing dislike, hatred, chauvinism and irredentism. Atatürk has used with great talent bilateral and multilateral diplomacy with the participation of Turkey in the League of Nations on July 18, 1932. This diplomacy was implemented by Dr. Tevfi k Rüştü Aras who was Foreign Minister between November 4, 1925 until November 11, 1938 according to the instructions that he received from Atatürk. The aim of this article is to evaluate the diplomat identity of Atatürk within the framework of Diplomacy Studies which is a sub-research fi eld of International Relations. According to Diplomacy Studies, a good diplomacy should be based upon realism, national independence and dissuasion. How was the position of Atatürk to this principles? Furthermore diplomacy, under the impact of the transformation of states and societies has enlarged its scope. How we can consider public diplomacy during Atatürk era which has become a new subject of current diplomacy? How we can evaluate the initiatives taken by Atatürk in the fi eld of bilateral and multilateral diplomacy in order to promote and to protect national interests of Turkey? Besides, how the diplomacy at the last stage of the Ottoman Empire has infl uenced Atatürk diplomacy? For writing my paper, I will try to use written materials and Presidency archives. Especially the speech of Atatürk pronounced during the presentations of the letters of credence of the foreign Ambassadors. I will also take into consideration the foreign policy and diplomacy subjects in the speech of Atatürk delivered during the annual beginning session of Turkish Grand National Assembly.

Keywords: Diplomacy of Atatürk, Diplomat Atatürk, Peace Thought in Turkish Foreign Policy, Tevfik Rüştü Aras, Diplomacy Studies, Ottoman Diplomacy.

Communist Movement in Turkey in the Reports by Diplomacy and the Press of the Kingdom of Serbs, Croats and Slovenes/Yugoslavia (1918-1941)

Vladan Virijević
ORCID:
0000-0001-5083-2452
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.2
Sayfalar: 23-38

1 Aralık 1918 yılında kurulan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (1929 yılından itibaren Yugoslavya Krallığı) Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sabitleşen barış sistemi korumakta uluslararası çapta önemli bir rol oynamıştır. Bu kapsamda Bolşevik Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’dan gelen komünist etkisini durdurmak görevini de devralmıştır. Yeni kurulan ülkenin siyasi seçkinleri sınıfının ve Kral Aleksandar Karacorceviç’in kendisinin komünist karşıtı tayinleri, 1921 yılında Komünist Partisi’nin yasadışı ilan edilmesi ve sert şekilde cezalandırmalara uğratılmasında görülebilmektedir. Aynı şekilde, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Bolşevik galibiyetinden sonra Rusya’dan göç etmek zorunda kalan 100 binden fazla kişiye ikinci vatan olmuştur. Bu yüzden, SHS Krallığı hükümeti, ülkede ve yurtdışında, ki bunla birlikte Türkiye’de de faaliyet gösteren komünist eylemci ve Bolşevik ajanları hakkında istihbarat bilgileri toplamakta yoğun girişimlere adanmıştır, ki bu ülkeyle ilişkileri 1925’ten itibaren dostluk ve işbirlikçilikle nitelendirilmiştir. Bu işlerle en yoğun olarak İstanbul ve Ankara’da bulunan diplomasi temsilcilikleri uğraşmıştır, ki bu memurlar Türkiye’deki komünist tahrikçilerin faaliyetlerini ve bunların şiddetini dikkatlice takip etmişlerdir. Belgrat’taki Dışişleri Bakanlığı’na gönderdikleri raporlar en fazlasıyla (“güvenilir’’ ve “tahsilli’ kaynaktan gelen) doğrudan bilgiler ve Türk basını incelemeleri üzerine dayanmıştır. Bu şekilde Türk polisi tarafından komünist örgütlenmesini püskürtmesi, tutuklamalar ve komünist eylemcilerin hukuk süreçleri ile Türkiye’deki belirli ticari kurumlarda “bilirkişi’’ rolü altında Komintern ve Sovyet istihbarat teşkilatlara ait ajanların faaliyetleri hakkında raporlar göndermişlerdir. Onların genel düşüncelerine göre, “dünya devrimi’’ Bolşevik merkezi olan Moskova Türkiye’de devrimci şekilde hükümetin devrilmesini hedef olarak görmemiştir. İddialara göre amaç, Türkiye’nin önemli jeostratejik konumunu ele alarak, Avrupa’ya doğru somut faaliyetlerin örgütlenmesi için bir propaganda merkezin kurulmasıymış. Aynı şekilde, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin doğası ve Türkiye’de komünist etkinliklerin yükselmesi ile zayıfl aması arasındaki sebep-sonuç ilişkisini de fark etmişlerdir. SHS/Yugoslavya Krallığı yükümlü kurumları, bu özenli analiz ve raporlar üzerinde komünist karşıtı stratejilerini daha iyi bir şekilde örgütlemeye ve aynı zamanda komünist faaliyetlerini zorlaştırmak ve olumsuzlaştırmak için olasılık tanımıştır.

Anahtar Kelimeler: Komünist Hareketi, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Komünist Karşıtı Strateji, Bolşevizm, Kamuoyu.

The Kingdom of Serbs, Croats and Slovenes (since 1929 the Kingdom of Yugoslavia), which was established on the 1st of December, 1918, by uniting South Slavs, played an essential role in maintaining the peace system that was established after the First World War as well as in preventing the expansion of the Communist impact from Russia after the Bolshevik October Revolution. Anti-Communist orientation of its leading political elites and the monarch himself, the king Aleksandar Karađorđević, is indicated by the fact that since 1921 the activities of the Communist party have been forbidden by law and strictly sanctioned, as well as that the Kingdom of Serbs, Croats and Slovenes became a sanctuary for more than 100.000 of the ones who were forced to immigrate from Russia after Bolshevik’s triumph. Therefore, the authorities of the Kingdom of Serbs, Croats and Slovenes (SCS) intensively gathered the intelligence data about the activities of the Communist activists and Bolshevik agents in the countries in its surrounding, thus also in Turkey, with which the Kingdom has had friendly relations since 1925. These activities were a matter of interest of the offi cers of its diplomatic embassies in Istanbul and Ankara. They carefully followed the presence of Communist agitators in Turkey and the intensity of their activities. Their reports which were directed to the authorities in the Ministry of Foreign Aff airs in Belgrade, were, to a large extent, based on immediate information (from “confi dential” and “well-informed source“) and the analysis of the articles from the Turkish press. In that way, they reported on the activities of the Turkish police organs for suppressing Communist organizations, arrests and judicial processes of the Communist activists, actions of the Comintern agents and the Soviet intelligence services through the form of “experts” in certain trade agencies in Turkey, etc. Considering their dominant opinion, the primary aim of Moscow, as the Bolshevik center of the “world revolution”, concerning the relations with Turkey was not conducting the revolutionary upheaval, but, regarding its unique geostrategic position, it was establishing the impressive propaganda stronghold for the activities directed to Europe. Moreover, they also identifi ed the causal link between the nature of bilateral relations of Turkey and the Soviet Union and the reinforcement, namely the weakening of the Communist activities in Turkey. Considering these meticulous analyses and reports, the authorities of the Kingdom of SCS/ Yugoslavia had an opportunity to establish their anti-Communist strategy better and thus worsen and prevent the Communist activities.

Keywords: Communist Movement, The Kingdom of Serbs, Croats and Slovenes/ Yugoslavia, Anti-Communist Strategy, Bolshevism, Public Opinion.

Romanian-Turkish Diplomatic Relations During the First Years After the Communist Regime Took the Power in Romania – The Border Crossings into Turkey

Daniela Popescu
ORCID:
0000-0003-0545-9067
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.3
Sayfalar: 39-57

Soğuk Savaş’ın başlaması, Romanya için, komünist rejimin siyasi iktidarı ele geçirmesinden sonraki ilk yılları anlamına geliyordu, bu da önce devlet kurumlarının yeniden düzenlenmesini ve daha sonra insanların yaşamları üzerinde dramatik bir etki yaratmasını ima etti. Siyasi ve kurumsal tasfi yeler, yakında baskı ve terörün ardından çok sayıda Rumen vatandaşının ülkeyi terk etmesine yol açacağının ilk işaretiydi. Ancak Komünist Gizli Poli s Teşkilatı’nın Batı ülkelerine ulaşıma kolay kolay izin vermeyen sıkı gözetimi nedeniyle, kaçmanın tek yolu yasadışı sınır geçişlerinden geçmekti. En yaygın varış noktalarından biri ilk başta Türkiye idi ve 1945-1949 yılları arasında Gizli polis teşkilatları tarafından yayınlanan belgeler, bu tür etkileyici sayıda vakayı ortaya çıkardı. Bu sunum, Romanya’nın iç durumunun ve demokrasi eksikliğinin savaş biter bitmez dayanılmaz yaşam koşullarını nasıl şekillendirdiğini anlamak için bir çerçeve oluşturmaya çalışıyor ve sakinleri ülkeyi terk etmek için yasadışı yöntemler bile bulmaya zorladı. Ayrıca Türkiye’nin bu kadar uygun bir destinasyon olmasının temel nedenlerini ve diplomatik ilişkilerin nasıl geliştiğini tespit etmeye çalışacağım. Son olarak Türk kamuoyunun tepkisi, mültecilerin Türkiye’ye gelişindeki inançları, Türk basınına yaptıkları açıklamalar ve son olarak farklı Batılılara giden yollarına da dikkat çekilerek, izledikleri yolun net bir resmini elde etmek için bazı sonuçlara ulaşılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Yasadışı Sınır Geçişleri, Komünizm, Türkiye, Romanya, Özgürlük.

One of the topics that intrigued Romanian recent historiography focuses on the phenomenon of illegal border crossings to Western countries during communism. Yet, fascinating as it is the attention was mostly on the cases that occurred during the last part of the Romanian communist regime and less on its fi rst years. Another less known aspect is that numerous cases of illegal border crossings to Western had as fi rst stop Turkey as it had ties to various Western countries. According to the records of the Secret Police Services and military records there was an impressive number of such cases and even more intriguing the methods used to leave the country illegally during the late 1940s. One of main purposes of this paper is to create a framework for understanding how the internal Romanian political, economic, and social situation shaped unbearable living conditions as soon as the war ended forcing citizens to fi nd even illegal methods to leave the state.

Keywords: Illegal Border Crossings, Communism, Turkey, Romania, Freedom.

Büyük Taarruz ve Sonuçlarının Dönemin Sovyet Rusya Basınında Ele Alınışı

Rahmi Doğanay – Ahmet Çelik
ORCID:
0000-0002-2138-01750000-0002-0624-6701
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.4
Sayfalar: 59-81

Birinci Dünya Savaşı’na İttifak Bloğunda dâhil olan Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesini imzalamış ve mağlup olarak ayrılmıştı. Galip devletlerin düzenlediği Paris Barış Konferansında alınan kararla Yunan askeri kuvvetleri 15 Mayıs 1919’da Anadolu’ya çıkarak işgale başlamışlardı. Mustafa Kemal Paşa, çatışmaları önlemek ve iç huzuru sağlamak için Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gönderilmişti. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa görevlendirme gerekçesine mugayir hareketlerinden dolayı geri çağrılınca, görevinden istifa ederek bazı tamim ve kongrelerle Millî Mücadeleyi hazırlamaya başlamıştı. Osmanlı Devleti ve Rus İmparatorluğu rakip bloklarda savaşa dâhil olmuşlardı. Ekim 1917’de meydana gelen Bolşevik Devrimi sonrasında, 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Anlaşması ile Rusya savaştan çekilmişti. Ekim Devrimi sonrasında kurulan Sovyetler Birliği’nde, Batılıların desteklediği bir iç savaş yaşanmaktaydı. Aynı yıllarda Batılılara karşı Türk Kurtuluş Savaşı’nın da sürmesi sebebiyle, Sovyet Rusya ile Türk heyeti arasında diplomatik ilişkiler gelişmişti. Hatta Sovyetler Millî Mücadele’ye para ve silah yardımı yapmışlardı. Doğu ve Güney cephelerinde elde edilen başarıların yanında, Batı Cephesinde de Yunan ordusuna karşı başarılı bir mücadele veren Türk ordusu, kesin zafer için 26 Ağustos 1922’de genel taarruz başlattı. 30 Ağustos’ta Türk ordusunun kesin zaferi ile sonuçlanmış, 9 Eylül’de Türk ordusu İzmir’e girmiş ve 18 Eylül’de Yunanlılar Anadolu’yu terk etmişlerdi. Türk ordusunun zaferi, İtilaf Devletleri’nin Anadolu’daki planlarını bozmuş, geniş bir yankı uyandırarak pek çok ülkenin basınında yer almıştı. Bu zafer Sovyet Rusya basınında da geniş bir şekilde ele alınmıştı. Millî Mücadele’yi baştan sona haber yapan Rus basını, Büyük Taarruz ve sonuçlarını sayfalarına taşımıştır. Çalışmamızda; bu süreçte yayın yapan Sovyet Rusya basının Büyük Taarruzu ve sonuçlarını nasıl değerlendirdiğini incelemeye çalışacağız.

Anahtar Kelimeler: Büyük Taarruz, Sovyet Rusya, Sovyet Rusya Basını.

The Ottoman Empire, which was included in the Alliance Bloc in the First World War, signed the Mudros Armistice Agreement on October 30, 1918 and left from war as defeated. With the decision taken at the Paris Peace Conference organized by the victorious states, the Greek military forces landed in Anatolia on May 15, 1919 and began the occupation. Mustafa Kemal Pasha was sent to Samsun as an Army Inspector to prevent confl icts and ensure inner peace. When Mustafa Kemal Pasha, who went to Samsun on 19 May 1919, was recalled due to his misguided actions, he resigned from his duty and started to prepare the National Struggle with some circulars and congresses. The Ottoman Empire and the Russian Empire were involved in the war in rival blocs. After the Bolshevik Revolution in October 1917, Russia withdrew from the war with the Treaty of Brest-Litovsk on March 3, 1918. In the Soviet Union, which was established after the October Revolution, there was a civil war supported by the West. In the same years, diplomatic relations developed between the Soviet Russia and the Turkish delegation due to the ongoing Turkish War of Independence against the Westerners. Even the Soviets provided money and weapons to the National Struggle. The Turkish army, which had a successful struggle against the Greek army on the Western Front, launched a general off ensive on 26 August 1922 for a decisive victory. It resulted in the decisive victory of the Turkish army on 30 August, the Turkish army entered İzmir on 9 September and the Greeks left Anatolia on 18 September. The victory of the Turkish army disrupted the plans of the Allied Powers in Anatolia and had a wide repercussions and took place in the press of many countries. This victory was also widely covered in the Soviet Russian press. The Russian press, which covered the National Struggle from beginning to end, carried the Great Off ensive and its results to its pages. In our study; in this process, we will try to examine how the Soviet Russian press evaluated the Great Off ensive and its results.

Keywords: Battle of Dumlupinar, Soviet Russia, Sovyet Rusia Press.

Büyük Taarruz Sürecinde ABD Basınında Yunan Propagandası ve Türk Zaferine Bakış

Mehmet Okur
ORCID:
0000-0002-8788-9038
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.5
Sayfalar: 83-114

Tarihsel süreçte Avrupa’da şekillenen olumsuz Türk imajı aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri’ne de intikal etmiş, sömürgecilik faaliyetleri, milliyetçilik hareketleri ve bu iki unsurun kültürel temellerini oluşturan misyoner çalışmaları sonrasında ise hem Avrupa’da hem de ABD’de tam bir “Türk düşmanlığına” dönüşmüştür. Öyle ki Osmanlı Devleti’ndeki her bir azınlık olayları nedenlerine bakılmaksızın “Hristiyan katliamı”, “Rum katliamı”, “Ermeni katliamı” vb. şeklinde görülmüştür. Özellikle Yunanistan’ın kuruluşu kendilerinin mevcut durumlarını Helen medeniyetine borçlu olduklarına inandıkları Batı kamuoyu için ayrı bir önem arz etmiş, Rum/Yunan örgütleri tarafından Balkanlar ve Adalarda Türklere yapılan katliamları birer “hak arayışı”, “özgürlük mücadelesi”, “vatan müdafaası” olarak nitelemişlerdir. I. Dünya Savaşı sonrası en güçlü devlet olarak ortaya çıkan ABD, Paris Barış Konferansı’nda Yunan iddialarının da en büyük destekçisi olmuş, İzmir’in işgaline açık destek vermiştir. ABD basını Yunan işgalini uzun bir süre “medeniyet savaşı” ve “asırlardır Türk baskısı altında yaşayan Yunan kökenli halkın kurtulma mücadelesi” olarak nitelerken Türk Milli Hareketi’ni ise “asi” ya da “eşkıya” olarak görmüştür. Şüphesiz basının bu yaklaşım ve haberlerinde ABD’deki Yunan propagandası büyük rol oynamaktaydı. Ankara’da düzenli bir yönetimin kuruluşuna kadar devam eden bu yaklaşım Türk ordusunun cephelerde elde ettiği başarılar sonrası yavaş yavaş değişmeye başlamış, Türkler için de “vatan mücadelesi” başlıkları atılmaya, yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Bu gerçek haberler dahi Yunan hükümetini bir hayli rahatsız etmiş, özellikle Sakarya yenilgisi sonrası endişeye kapılan Yunanistan ABD’de yoğun bir propaganda faaliyetine girişmiştir. Yunanistan Başbakanı Gounaris, Current History dergisinde kaleme aldığı makalede, Yunanistan’ın Anadolu’daki amaçlarını “Mustafa Kemal’e karşı özgürlük savaşı” olarak nitelemekte ve ABD basınında Türkler lehine çıkan haberlere şaşırdığını ifade etmekteydi. Gounaris, ABD’nin Sevr Antlaşması’nı destekleyen tarafl ardan biri olduğunu, kendilerinin de bu barış antlaşmasını tesis etmek için mücadele ettiğini söylemekte, haksız işgallerini ustaca gizlemekteydi.

Anahtar Kelimeler: Türk/Türkiye, Büyük Taarruz, ABD Basını, Yunan/Yunanistan, Propaganda.

The negative Turkish image in Europe was also transferred to the United States of America. After the colonial activities, nationalist movements and the missionary work that formed the cultural foundations of these two elements, a complete “hostility to Turks” emerged both in Europe and the USA. So much so that each minority event in the Ottoman Empire was accepted as “Christian massacre”, “Greek massacre”, “Armenian massacre”, etc. regardless of their reasons. Especially the establishment of Greece had a special importance for the Western public opinion, which they believed to owe their current status to the Hellenic civilization. For this reason, they described the massacres committed against Turks in the Balkans and the Islands as a search for rights, a struggle for freedom, and a defence of the homeland. The USA, which emerged as the most powerful state after the First World War, became the biggest supporter of the Greek claims at the Paris Peace Conference and gave overt support to the occupation of İzmir. While the US press described the long Greek occupation as a “war of civilization” and “the struggle for the liberation of the people of Greek origin who have lived under Turkish pressure for centuries”, they accepted the Turkish National Movement as “rebel” or “bandit”. In this approach and news of the press, Greek propaganda in the United States undoubtedly played a big role. This approach, which continued until the establishment of a regular administration in Ankara, gradually began to change after the successes of the Turkish army on the fronts. After this process, “homeland struggle” titles were written and comments were made for Turks. Although this news was true, they greatly disturbed the Greek government. Greece, which got worried especially after the defeat of Sakarya, started an intense propaganda activity in the USA. In his article in Current History magazine, Greek Prime Minister Gounaris described Greece’s aims in Anatolia as “a war of freedom against Mustafa Kemal”, and expressed his surprise at the news in favour of the Turks in the US public opinion. Gounaris stated that the USA was one of the parties supporting the Treaty of Sèvres, and that they were also struggling to establish this peace treaty, and skilfully concealed their unjust invasion.

Keywords: Turkish/Turkey, Great Off ensive, U.S. Press, Greek/Greece, Propaganda.

Karagöz Karikatürlerinde Büyük Taarruz Başkomutanlık Meydan Muharebesi

Makbule Sarıkaya
ORCID:
0000-0002-2676-6245
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.6
Sayfalar: 115-143

26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasında yapılan Büyük Taarruz Başkomutanlık Meydan Muharebesi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın önemli safhalarından biridir. Bu savaşın öncesi, süreci ve sonrası birçok bilimsel çalışmanın konusu olmuştur. Çalışmada basın kaynakları bağlamında Büyük Taarruz’un yansımaları mizahi boyutuyla Karagöz dergisindeki karikatürler üzerinden incelenmiştir. Tarih biliminin kaynaklarından biri olarak karikatürlerin dönemin tanıklığını yaparak savaşın seyrini görsel kayıtlarla okuyucusuna ulaştırması önemlidir. Aynı zamanda çizgilerin etkin mesajlarının hiciv sanatıyla birleştirilerek sunulduğu karikatürler, okuma-yazma dahi bilmeyene ulaşabilir netlikte bilgiyi aktarabildiği için oldukça etkindir. Bu yönüyle diğer basın kaynaklarından ayrılan karikatürler, Türk tarihinde uzun süre ve kesintisiz yayın yapan bir dergi olan Karagöz’den seçilmiş ve Büyük Taarruz süreci incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Büyük Taarruz, Karagöz, Karikatür, Yunan.

The Great Off ensive battle of the Commander in Chief, which took place 26-30 August 1922, is one of the important phases of the Turkish War of Independence. It has been the subject of many scientifi c studies before, during and after the war. In the study, the refl ections of the Great Off ensive in the context of press sources were examined through cartoons in Karagöz magazine with a humorous dimension. As one of the sources of the science of history, it is important that the cartoons witness the period and convey the course of the war to the reader with visual records. At the same time, the cartoons, in which the eff ective messages of the lines are combined with the art of satire, can reach even the illiterate and convey information with clarity. In this aspect, the cartoons that were separated from other press sources were selected from Karagöz, a magazine that has been publishing for a long time and uninterrupted in Turkish history, and the process of the Great Off ensive was examined.

Keywords: The Great Offensive, Karagöz, Cartoons, Greek.

100. Yılın Penceresinden Bir Bakış: Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Not Defterlerine Göre Sakarya Meydan Muharebesinden Büyük Taarruza Dair Görüş ve Değerlendirmeleri

Zekeriya Türkmen
ORCID:
0000-0002-0938-0121
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.7
Sayfalar: 145-172

Türk İstiklâl Harbi’nin dönüm noktalarından biri olan Kütahya-Eskişehir bozgunu sonrası, Batı Cephesindeki Türk ordusunun Sakarya boylarına geri çekilmesi Büyük Millet Meclisinde hararetli tartışmalara yol açmıştır. Bu hararetli tartışmalar sırasında bütün sorumluluğu üzerine alan Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalar meclis kürsüsünde neler yapılması gerektiği yolunda çareleri de dile getirmişlerdi. Mecliste hazırlanan başkomutanlık kanunu ile ordunun ve ülkenin sevk idaresi için bütün yetkiler üç aylığına 5 Ağustos 1921’de TBMM başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya verilmiştir. Askerlik mesleğinden 8/9 Temmuz 1919’da istifasından iki yıl geçtikten sonra tekrar üniformayı giyen Mustafa Kemal Paşa 7-8 Ağustos 1921’de art arda yayımladığı on emirden oluşan Tekalif-i Milliye Emirleriyle ordu-millet dayanışmasına vurgu yaparak, Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmiş bulunan ordunun yeniden teçhiz edilmesi ve 100 km uzunluğundaki cephe hattını muhkem bir şekilde tutmasını sağlamıştır. Başkomutan olarak bütün yetki sorumluluğu üzerine alan Mustafa Kemal Paşa, geceligündüzlü 22 gün süren Sakarya Meydan Muharebesini zaferle sonuçlandırmıştır. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” diyen Başkomutan, bir taraftan cephenin tozu-dumanı arasında orduyu sevk-idare ederken, diğer taraftan da devlet adamı sorumluluğu içinde cephe hattı ve gerisindeki gelişmeleri not defterine kaydederek kendisinden sonra tarih yazacak olanlara kaynak da bırakmıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı dönemine ait not defterlerinde, Kurtuluş Savaşında gerçekleştirilen faaliyetlere dair görüşlerini kısa notlar halinde kaydetmiştir. Sakarya ve Büyük Taarruz dönemine ait olan küçük boy cep defterleri Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivinde muhafaza edilmektedir. Bu defterlerde yer alan kayıtlar, tarafımızdan hazırlanan proje çerçevesinde bilimsel bir şekilde değerlendirmeye tabi tutularak anılan başkanlıkça 2003-2009 yıllarında 12 cilt halinde yayımlanmıştır. Bu bildiride Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı dönemine ait altı adet not defterinde yer alan bilgiler çerçevesinde Sakarya Meydan Muharebesinden Büyük Taarruz Zaferine uzanan döneme dair değerlendirmeleri ele alınacaktır. İngiliz tarihçi Thomas Carlyle’ın “Dünya tarihi sadece ve sadece büyük adamların tarihidir.” görüşünü de doğrular nitelikte bir kişilik olarak tarihi yapan ve yazdığı notlarla da daha sonra yazacak olanlara yön gösteren bir kişilik olarak Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu bildiride incelemeye konu olan not defterlerinde de görüleceği üzere Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz harekatı esnasında yaşananlara dair çok önemli mesajlar vererek devlet adamı sorumluluğunu yerine getirmiştir.

Anahtar Kelimeler: Sakarya Meydan Muharebesi, Büyük Taarruz, Mustafa Kemal Paşa, Atatürk’ün Not Defterleri, Türk İstiklal Harbi, Büyük Zafer.

The defeat on the battles of Kütahya-Eskişehir marks one of the crucial turning points in the history of the Turkish War of Independence. After the defeat the army took up new positions and this retreat caused a serious debate at the parliament in Ankara. during the debate at the parliament Mustafa Kemal and Fevzi Pashas informed the MPs about the military plans in the future. Mustafa Kemal Pasha took personal command of the army and for three moths all powers of the assembly were invested in him on August 5, 1921. Two years later, Mustafa Kemal Pasha wore his military uniform again, after his resignation from the Ottoman army on July 8/9, 1919. As soon as he became the commander in chief, Tekalif-i Milliye Orders were issued on August 7-8, 1921. Through the orders -including ten items- Mustafa Kemal Pasha emphasized the importance of solidarity between the army and the civil population; and one-third off all foodstuff s and farm animals and all available arms and munitions would be handled to the army. Also, the army would be equipped and fortifi ed. After 22-days of fi ghting, the Turkish army commanded by Mustafa Kemal Pasha won the battle of the Sakarya. Keeping this motto: “Writing history is as important as making history. If the writer does not remain true to the maker, then the unchangeable reality transforms into a confusing matter for humanity”, in his mind, Mustafa Kemal believed in the importance of the primary accounts of the historical events, thus he penned his experiences and views of the war; and left much valuable sources for the historians in the future. The notebooks including the views of Mustafa Kemal Pasha on the Battle of Sakarya and the Great Off ensive are kept at the Turkish General Staff Military History Archives (ATASE). The notes recorded on these notebooks were translated from the Ottoman into Latin script as part of a project led by me and conducted between the years of 2003-2009, and the text were published in 12 volumes In this paper, the period between the battle of the Sakarya and the Great Off ensive will be discussed through the notes of Mustafa Kemal Pasha in six notebooks. And the aim of this paper to show how Mustafa Kemal Pasha commentated on the military and political events starting from the battle of the Sakarya to the end of the Great Off ensive, the fi nal victory of the Turkish army.

Keywords: Battle of the Sakarya, The Great Offensive, Mustafa Kemal Pasha, Atatürk’ün Not Defterleri, the Turkish War for Independence, The Great Victory.

Saltanatın Kaldırılmasının 100. Yılında Türk Basınında Rejim Tartışmaları (Kasım 1922- Ocak 1923)

Fevzi Çakmak
ORCID:
0000-0002-0030-400X
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.8
Sayfalar: 173-207

Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın silahlı mücadele dönemi Mudanya Ateşkes Antlaşması ile sona ermiş; siyasi mücadele Lozan Barış Görüşmeleri ile devam etmişti. Lozan görüşmeleri öncesi yaşanan temsil sorunu ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1922 tarihinde almış olduğu 308 numaralı kararla Saltanatı kaldırırken, Hilafetin varlığını sürdürmesini kabul etmişti. Türk Devrim tarihinin önemli bir aşaması olan Saltanatın Kaldırılması ile birlikte Türk basınında “rejim sorunu” tartışmaya açılmış; devletin kimliği ve devlet başkanının kim olacağı soruları gündeme gelmişti. Gazeteler ve gazeteciler bu soruları sütunlarına taşımış, görüş ve öneriler ortaya koymuştu. Meclis Başkanı ve Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa bu tartışmalara yön vermek, gelecekte yönetimsel alanda yapılması planlanan değişimlere yönelik olarak kamuoyunu hazırlamak adına zaman zaman basına demeçler vermiş, özellikle İstanbul’da yayın yapan gazetelerin temsilcileriyle bir araya gelmişti. Ayrıca Gazi’nin yurtiçinde yapmış olduğu gezilerde iç siyasete yönelik verdiği demeçleri basında tartışma konusu olmuştu. Gazi’nin dışında dönemin önemli siyasi aktörleri de bu tartışmalarda rol almıştı. Bu çalışmada Saltanatın kaldırılması sonrası Türk basınında yaşanan rejim tartışmaları, olumlu ve olumsuz görüşleri de içine alacak şekilde ve aktörleriyle ortaya konulacaktır. Çalışmanın temel kaynaklarını Hakimiyet-i Milliye, Anadolu’da Yenigün, Vakit, Tevhid-i Efkar, Akşam, Renin, İleri gazeteleri oluşturmaktadır. Özellikle bu gazetelerin sahibi ve başyazarı olan gazetecilerin kaleme aldıkları yazılar ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Türk Basını, Saltanatın Kaldırılması, Rejim Tartışmaları.

Armed struggle of Turkish War of Independence had ceased by the signing of Mudanya Armistice. Political struggle would have then continued by the Lausanne Peace Conference. As the representation problem emerged right before the negotiations of Lausanne, Turkish Grand National Assembly abolished the Sultanate by the decree numbered 308 issued on October 1st, 1922 while agreeing on the Caliphate to continue its existence. “Regime problem” in the Turkish press was brought to discussion after the Abolition of the Sultanate, and the questions about the identity of the state and who would be the leader of the state became the agenda. Newspapers and reporters brought up these matters in their columns and presented opinions and suggestions. The speaker of the Assembly and Chief Commander Gazi Mustafa Kemal Paşa gave statements to the press and set up meetings with the representatives of the newspapers, especially of those in circulation in İstanbul, with intent to shape the discussions and conciliate the public opinion towards the planned changes which would be executed in governance in the future. Besides, the press statements concerning domestic politics given by Gazi during his domestic visits brought up as discussion topics in the press. Apart from Gazi, important political actors of the period also took part in these discussions. In this study, the regime discussions in the Turkish press after the abolition of the Sultanate will be revealed with all its aspects and actors including the positive and negative opinions. Hakimiyet-i Milliye, Anadolu’da Yenigün, Vakit, Tevhid-i Efkar, Akşam, Renin, İleri newspapers constitute the main resources of this study. Especially the articles written by the journalists, the ones being the owners and editor in chiefs of those newspapers, will be compiled and evaluated.

Keywords: Turkish Press, Abolition of the Sultanate, Regime Discussions.

Nikolay Georgiyeviç Korsun’un Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal Paşa İle İlgili Akademik Çalışmaları

Cavid Qasımov
ORCID:
0000-0001-7566-3181
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.9
Sayfalar: 209-231

Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve Türk halkının Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde emperyalist güçlere karşı çeşitli cephelerde mücadele yaparak başarılı olması yerli ve yabancı tarihçilerin ilgi odağı olmuş ve bu konuda çeşitli akademik çalışmalar yapılmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yapılan Milli Mücadele Sovyetler Birliği’nin çeşitli akademik kurumlarında görev yapan araştırmacıların da dikkatini çekmiştir. Özellikle de Sovyetler Birliği’nin askeri tarihçileri tarafından Milli Mücadele’nin önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemindeki askeri faaliyetleri kapsamlı şekilde irdelenmiştir. Sovyetler Birliği’nde bu alanda çalışmalarıyla daha çok askeri tarihçi Nikolay Georgiyeviç Korsun bilinmekledir. 1930-50’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin Furunze Askeri Akademisinde görev yapan Nikolay Georgiyeviç Korsun Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında yapılan savaşlarla ilgili çeşitli kitap ve makale yayınlamış ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın savaşlardaki askeri planları taktiksel ve stratejik açıdan incelemiştir. Nikolay Georgiyeviç Korsun, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasındaki askeri faaliyeti ile ilgili daha çok önemli çalışmalar yapmıştır. Kendisi özelliklede “1919-1922 yıllar Yunan-Türk Savaşı” (Греко-турецкая война 1919-1922 гг.) isimli monografi sinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasında işgalci Yunan ordusuna karşı uygulamış olduğu “Büyük Taarruz Planı”nı taktiksel ve stratejik açıdan incelemiştir. Bu bildiride ünlü Sovyet askerî tarihçisi Nikolay Georgiyeviç Korsun’un Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın askeri yönü ile ilgili yapmış olduğu akademik çalışmalar hakkında bilgi vermeyi amaçlıyoruz.

Anahtar Kelimeler: Nikolay Georgiyeviç Korsun, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele.

The collapse of the Ottoman Empire and the success of the Turkish people by fghting against the imperialist powers on various fronts under the leadership of Gazi Mustafa Kemal Pasha have been turned into the focus of attention of local and foreign historians and various academic studies have been carried out on this subject. The National Struggle led by Gazi Mustafa Kemal Pasha became the focus of attention of researchers working in various academic institutions of the Soviet Union. In particular, the military activities of Gazi Mustafa Kemal Atatürk, the leader of the National Struggle and the founder of the Turkish Republic, during the First World War or the National Struggle, have been extensively studied by the military historians of the Soviet Union. Military historian Nikolay Georgievich Korsun is mostly known for his work in this feld in the Soviet Union. Nikolay Georgievich Korsun, who served at the Furunze Military Academy of the Soviet Union in the 1930s-50s, published various books and articles about the wars during the First World War and the National Struggle, and examined Gazi Mustafa Kemal Pasha’s military plans in the wars tactically and strategically. Nikolay Georgievich Korsun made more important studies on the military activity of Gazi Mustafa Kemal Pasha during the National Struggle. In particular, in his monograph titled “Greek Turkish War of 1919-1922” (Греко-турецкая война 1919-1922 гг.), the “Great Off ensive Plan” implemented by Gazi Mustafa Kemal Pasha against the invading Greek army during the National Struggle, tactically and strategically. In this paper, we aim to provide information about the academic studies of the famous Soviet military historian Nikolay Georgievich Korsun on the military aspect of Gazi Mustafa Kemal Pasha.

Keywords: Nikolay Georgievich Korsun, Gazi Mustafa Kemal Pasha, National Struggle.

Türk-Yunan Nüfus Mübadelesinde Mübadiller ve Salgın Hastalıklar Hakkında Fransız Ordusu Baştabibi Mösyö Dr. Cartine’in Tespitleri

Ferruh Kayalan
ORCID:
0000-0003-0544-0454
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.10
Sayfalar: 233-254

Lozan Antlaşması neticesinde 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ve Yunanistan arasında Türk-Yunan nüfus mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol imzalandı. Kabul edilen söz konusu mübadele sözleşmesine göre İstanbul’da yaşayan Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türkler mübadelenin dışında tutularak geri kalan ahalinin mübadelesine 1 Mayıs 1923’ten itibaren başlanması planlandı. Bununla beraber sözleşmenin hükümlerinin uygulanabilmesi için iki ülke tarafından ortak bir komisyon teşkil edildi. Bu komisyona Muhtelit (Karma) Mübadele Komisyonu adı verildi. Muhtelit Mübadele Komisyonun amacı karşılıklı göçü denetlemek, mübadillerin taşınır ve taşınmaz mallarının kayıtlarını tutmak ve mübadelenin organizasyonunu sağlamaktı. Adı geçen komisyonun yapacağı harcamaların Türk ve Yunan Hükümetleri tarafından fi nanse edileceği Mübadele Sözleşmesinde hüküm altına alındı. Bununla beraber komisyonun alacağı kararlar her iki ülke açısından bağlayıcı olacaktı. Muhtelit Mübadele Komisyonu dördü Türk, dördü Yunan ve üçü de bağımsız ülkelerden katılacak olan üyelerden oluşacaktı. Toplamda 11 üyeden meydana gelen Komisyonun başkanlığı tarafsız ülkelerin üyeleri arasında dönüşümlü olarak icra edilecekti. Böylesine önemli bir görevi icra edecek olan Muhtelit Mübadele Komisyonu görevini yapar iken işin ehli ve konusunda mütehassıs kişilerin düzenledikleri raporlardan da yararlandı. Bu raporlar komisyon üyeleri tarafından düzenlendiği gibi komisyon dışından kişiler tarafından da düzenlenmiştir. Söz konusu raporlardan biri de araştırmalarımız sonucu devlet arşivlerinden bulundu. Bu rapor Fransız Ordusu Baştabibi Mösyö Dr. Cartine tarafından kaleme alınmış olup, Osmanlı Türkçesine aktarılmıştır. Raporda Yunanistan’da Türk-Yunan nüfus mübadelesi esnasında salgın hastalıklar, mübadillerin durumu ve sağlıklı bir mübadele için alınması gereken tedbirler hakkında ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir. İşte biz bu bildiride söz konusu rapor üzerinden hem Türk-Yunan nüfus mübadelesinin salgın hastalıklar bağlamında hangi şartlar ortamı Türk mübadiller açısından değerlendirmeye çalışacağız.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Yunanistan, Mübadele, Salgın Hastalıklar, Mübadil.

As a result of the Treaty of Lausanne, on January 30, 1923, a convention and protocol was signed between Turkey and Greece on the Turkish-Greek population exchange. According to the agreed exchange convention, excluding Orthodox Greeks living in Istanbul and Muslim Turks living in Western Thrace from the exchange, it was planned to start the exchange of the remaining population as of May 1, 1923. However, a mixed commission was formed by the two countries in order to implement the provisions of the convention. This commission was called the Mixed Exchange Commission. The purpose of the Mixed Exchange Commission was to control the mutual immigration, to keep the records of the movable and immovable properties of the exchangers and to organize the exchange. It was stipulated in the Exchange Agreement that the expenses of the said commission would be fi nanced by the Turkish and Greek Governments. Also, the decisions of the commission would be binding on both countries. The Mixed Exchange Commission consisted of four Turkish, four Greek members and three members from neutral countries. The presidency of the Commission, which consisted of 11 members in total, was to be exercised alternately between the members of neutral countries. The Mixed Exchange Commission, which carried out such an important task, also benefi ted from the reports prepared by the experts while performing its duty. These reports were prepared by the members of the commission as well as by the people outside the commission. One of the reports in question was found in the state archives as a result of our research. This report was written by Chief Medical Offi cer of the French Army Monsieur Dr. Cartine and translated into Ottoman Turkish. The report included detailed information about epidemics, the situation of refugees and the measures to be taken for a healthy exchange during the Turkish-Greek population exchange in Greece. In this paper, we will try to see under which conditions the Turkish-Greek population exchange took place in the context of epidemics, and to evaluate the environment in Greece in terms of Turkish refugees in the exchange conditions.

Keywords: Turkey, Greece, Exchange, Epidemics, Exchanges.

Kurtuluş Savaşı’nda İaşe: TBMM Zabıt Cerideleri Ekseninde Bir Değerlendirme (1920-1922)

Ali Kaşıyuğun
ORCID:
0000-0002-5086-5091
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.11
Sayfalar: 255-280

Türk Kurtuluş Savaşı hakkında bugüne kadar birçok eser kaleme alınmıştır. Bu çalışmaların ağırlık noktasını siyasi ve askeri konular oluşturmaktadır. Ancak son dönemlerde yapılan çalışmalara bakıldığında farklı konuların da ele alındığı görülmektedir. Bu konulardan birisi de ordunun lojistik yönü yani ikmal faaliyetleridir. Buna rağmen bazı tezler dışında ikmal faaliyetlerine sınırlı sayıda eserde yer verilmiştir. Lojistik faaliyetlerden birisi olan iaşe meselesine ise satır aralarında ya da alt başlıklarda kısaca değinilmiştir. Oysa cephe kadar cephe gerisinde yürütülen faaliyetlerin ne kadar önemli olduğunu şüphesiz herkes takdir edecektir. Dolayısıyla hazırlanan mevcut çalışma ile TBMM Zabıt ceridelerine göre iaşe meselesi ele alınacaktır. Düzenli orduya geçilene kadar milli mücadele malum olduğu üzere düzenli birliklerle beraber Kuva-yı Milliye birlikleri tarafından yürütülmekte ve ihtiyaçları halk tarafından karşılanmaktaydı. TBMM’nin açılmasından sonra Kuva-yı Milliye birlikleri düzenli ordu emrine alınmış ve iaşeleri hükümet tarafından karşılanmaya başlamıştır. TBMM Zabıt Ceridelerine bakıldığında iaşe meselesine yönelik birçok oturumun yapıldığı ve iaşe meselesinin ilk ele alınan konular arasında yer aldığı görülmektedir. Temelde ordunun iaşesi öncelikli olmakla birlikte yalnızca ordunun iaşesi değil aynı zamanda halkın da iaşe durumu zaman zaman görüşülmüş ve konuya ilişkin çözüm yolları aranmıştır. Bazen muhacirlerin iaşesi, bazen halkın iaşesini temin için heyetlerin oluşturulması, bazen yardıma muhtaç ailelerin iaşesi, bazen öğretmenokulları (Darülmuallimin) öğrencilerinin iaşesi, bazen askerlerin binek hayvanlarının iaşesi, bazen de esirlerin iaşesi gibi birçok konu görüşülmüştür. Çalışmada Meclis zabıt cerideleri başta olmak üzere arşiv belgeleri, gazeteler, tetkik eserler ile hatıratlar ekseninde bir tahlil ve değerlendirme yapılacaktır. Daha önce bu konuda mevcut bir çalışmanın bulunmaması göz önüne alınarak hazırlanacak çalışmanın dönemin aydınlatılması noktasında alana katkı sağlayacağı öngörülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Mustafa Kemal Paşa, Kuva-yı Milliye, TBMM, Zabıt Cerideleri (Tutanaklar), İaşe.

Many works have been written about the Turkish War of Independence. The focus of these studies is on political and military issues. However, when the recent studies are examined, it is seen that diff erent issues are also discussed. One of these issues is the logistics aspect of the army, namely the supply activities. However, except for some theses, supply activities have been included in a limited number of works. The issue of subsistence, which is one of the logistics activities, is briefl y mentioned between the lines or in the sub-titles. However, everyone will undoubtedly appreciate how important the activities carried out behind the front are as much as the front. Therefore, the issue of subsistence will be discussed according to current study prepared and the minutes. Until the transition to the regular army, the national struggle, as it is known, was carried out by the Kuva-yı Milliye units together with the regular units and their needs were given by the people. After the opening of the TBMM (Turkish Grand National Assembly), the Kuva-yı Milliye units were taken under the command of the regular army and their food began to be given by the government. When we look at the Minutes of the Grand National Assembly of Turkey, it is seen that many sessions were held on the issue of subsistence and the issue of subsistence was among the fi rst issues to be discussed. Basically, the subsistence of the army was a priority, but not only the subsistence of the army but also the subsistence of the people was discussed from time to time and solutions were sought regarding the issue. Many issues were discussed, such as the sustenance of the refugees, sometimes the establishment of committees to provide the food of the people, sometimes the food of the families in need, sometimes the food of the students of teacher schools (Darülmuallimin), sometimes the food of the soldiers’ riding animals, and sometimes the food of the prisoners. In the study, an analysis and evaluation will be carried out on the axis of especially the minutes of the Assembly, archival documents, newspapers, research works and memoirs. Considering that there is no existing study on this subject before, it is anticipated that the study to be prepared will contribute to the fi eld at the point of clarify the period.

Keywords: Mustafa Kemal Pasha, National Forces, TBMM, Minutes, Subsistence.

Amerikan Belgelerine Göre Balkan Antantında Türkiye’nin Rolü

Hikmet Öksüz
ORCID:
0000-0002-3957-9174
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.12
Sayfalar: 281-296

Birinci Dünya Savaşından sonra yapılan barış antlaşmaları Avrupa’da huzuru sağlayamamıştır. Almanya’nın “Hayat Sahası” ve İtalya’nın “Bizim Deniz” politikaları gerek Avrupa’da gerekse Akdeniz’de yayılmacı faaliyetlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aynı zamanda savaştan yenik çıkan Avusturya, Macaristan, Bulgaristan gibi devletlerin barış antlaşmalarından memnun olmayışı ve sınırları konusundaki revizyonist beklentileri kıtada güvenlik arayışına yol açmış ve denge kurma çabaları başlamıştır. Bu kapsamda savaş sonrasında Küçük Antant, Briand-Kellog Paktı, Dört Güç Paktı gibi paktlar kurulmuştur. Avrupa’da bu paktların kurulması, Balkan ülkeleri arasında da bir ittifakın faydalı olacağı inancını oluşturmuştur. Bu anlayışın sonucunda 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı kurulmuştur. Amerikan arşiv belgeleri ve gazetelerine göre Türkiye, Bulgaristan’ın da paktta yer alması adına çalışmış ve bazı istisnalar dışında statükonun korunması yolunu izlemiştir. Türkiye, dünya barışı için izlediği politikaya paralel olarak Balkan Antantı ile birlikte olası bir savaş zamanında sınırlarını güvence altına almak istemiştir. Kendi gücünü yükseltirken hem batıda hem de doğuda paktlara katılarak büyük güçlerden bağımsız bir güvenlik politikasını benimsemiştir. Balkan Antantının katılımcılarına olan faydaları kadar zayıflıklarının da yer aldığı Amerikan kaynaklarına göre üye olan her ülkenin bu pakttan beklentisi farklıydı. Türkiye’nin beklentisi; Küçük Antanta karşı denge kurmak, Ege’deki Yugoslav baskısını azaltmak, Balkan yarımadasını güçlendirerek büyük güçlerin çatışma alanının dışında tutmaktı. Ayrıca Boğazların statüsünün değiştirilmesinde Balkan ülkelerinin desteğini sağlamayı, bu ülkeler arasında yapılan ikili antlaşmalar gibi konularda söz sahibi olmayı da hedefl emiştir. Türkiye’nin yaşanılan tüm olumsuz gelişmelere rağmen Balkan Antantında oynadığı rol, ittifakın baş savunucusu olmak istediğini göstermektedir. Bu politikalar yıllık raporlarla ABD tarafından yakından takip edilmiş, Amerikan basınında da sıklıkla yer almıştır.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Balkan Antantı, Amerikan Kaynakları.

The peace treaties concluded after the First World War did not bring Europe the intended peace. The ‘Lebensraum’ policy of the Germans and the ‘Mare Nostrum’ policy of the Italians caused irredentist claims both in the Continental Europe and in the Mediterranean region. Likewise, the defeated nations of the ‘Great War’ such as the Austrians, Hungarians and Bulgarians were not happy with the peace treaties dictated on them, and thus, began to nurture revisionist expectations. This atmosphere in Europe during the 1920s caused the need for more international security and the attempts to fi nd a new ‘balance of power’ began in Europe towards the end of the decade. In this context, itiaitives such as Little Entente, Briand-Kellogg Pact and Four Powers Pact were formulated. The founding of these pacts in Europe helped the Balkan nations to develop an understanding towards similar initiatives. The rapproachement between the Balkan nations of Turkey, Greece, Yugoslavia and Romania bore its fruit with the signing of a Balkan Entente on February 9, 1934. In this re-investigation of the Entente, we followed the American archival documents and newspapers who posited relentlessly that Turkey was an ardent follower of the status quo of the time and to this end worked hard to include the neighboring Bulgaria in the pact. Throughout the 1930s, Turkey strove for world peace and in accordance with this foreign policy understanding, it sought ways to protect its borders in case of a regional or world war. The young state followed an independent foreign policy outside the aegis of the Great Powers while developing its power inside its territories and by forming and joining regional pacts both with its Eastern and Western neighbors. According to the American sources, of these pacts, the Balkan Entente involved nations each of whom had diff erent expectations from joining such a pact. These sources indicated the pros and cons of joining such a pact that would determine the strength and weakness of the pact. Turkey’s expectations were to establish a new base of balance against the Little Entente, to lessen the Greek pressure in the Aegean Sea and to keep the Balkans away from becoming another war arena of the Great Powers by strengthening the region politically and diplomatically. Turkey also had the aims of securing the support of the Balkan nations in changing the status of the Straits and having a say in the bilateral agreements of between these nations. Despite all negative developments, the role played by Turkey in the formation of the Balkan Entente indicated that the young state wanted to become the main advocate of the alliance. The policies of Turkey were closely followed by the American diplomats and correspondents in their annual reports and in the American press.

Keywords: Turkey, Balkan Entente, American Sources.

Türk Dış Politikasında Hatay’ın Türkiye’ye Katılmasıyla İlgili Yeni Bir Yaklaşım: Revizyonizm ve Anti-Revizyonizme Karşı Pragmatik Reformizm Önermesi

Soyalp Tamçelik
ORCID:
0000-0002-2092-8557
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.13
Sayfalar: 297-332

Bu çalışma, Hatay’ın Türkiye’ye ilhak edilmesiyle ve erken Cumhuriyet döneminin dış politika yönetimiyle ilgilidir. Araştırmanın temel amacı; Türkiye’nin uluslararası sistemdeki gelişmeleri göz önüne aldığını, bölgesel ve küresel güçleri tehdit etmeden Hatay’ı ilhak ettiğini ve Atatürk’ün bununla ilgili politikalarını belirlerken dengeleyici ve proaktif siyaseti, meşrulaştırıcı bir özellik olarak kullandığını göstermektir. Türk Dış Politikasında (TDP) Atatürk ile birlikte uygulamaya konan ana akım uygulamalarında ulusal ve uluslararası konjonktürü müsavileştirerek Hatay’ın bölgesel, kurumsal ve kimlik olarak Türkiye’ye ilhak edildiği varsayımına dayanmaktadır. Özellikle Atatürk döneminde Hatay’ın ilhak öncesi alınan birçok kararın, Anavatan’a ilhakında etkili olduğu değerlendirilmektedir. Bu araştırma, Yapısalcı-Foksiyonalist bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Ancak metinde, süreç analizine dair bir yöntem uygulanmıştır. Geleneksel hadise naklinin yerine, daha çok analitik tarih anlayışı ikame edilmiş ve metin, ulusal/uluslararası faaliyetleri bir arada değerlendiren bir tarih anlayışıyla betimlenmiştir. Araştırmada; TDP’de “statükoculuk” veya “anti-revizyonizm” anlayışı ile 1936’da Montrö Antlaşması’nın ve 1939’da Sancak/Hatay’ın Anavatan’a ilhakının açıklanamayacağı, ancak ülke topraklarını genişletme amacıyla “revizyonist” bir faaliyet olarak da değerlendirilemeyeceği göz önüne alındığından, her iki faaliyeti de izah eden yeni bir kavramın olması gerektiği görüşünden hareketle “pragmatik reformizm” kavramıyla izah edilebileceği sonucuna varılmıştır. Buna göre TDP’yi analiz ederken uluslararası sistemde yaşanan değişimi kendi ulusal hedefl erine ulaşmak için kullanan Türkiye; “pragmatik”, Lozan dengesiyle oluşan normatif düzeni (form) bozmadan uluslararası düzenlemelerle kendi ulusal çıkarlarını iyileştirmesiyle “reforme” ettiği değerlendirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Türk Dış Politikası, Mustafa Kemal Atatürk, Hatay (Sancak), Statükocu(luk), Revizyonizm/Anti-revizyonizm, Pragmatik Reformizm.

This research is based on reunifi cation to the homeland of Hatay to Turkey and management of foreign policy of early Republican period. The aim of the paper is to indicate that Turkey annexed Hatay taking into account the developments that have been seen in the international system without threatening regional and global powers. It has also been tried to show that regarding reunifi cation to the homeland, Ataturk used his balancing and proactive politics to determine this policy by utilizing it like a legalised specifi cation. In the main stream implementations that came with Ataturk in the foreign policy of Turkey, reunifi cation to the homeland of Hatay to Turkey as a regional, institutive and identity was realized by balancing national and international conjuncture. Specially in the period of Ataturk some decisions that have been made before reunifi cation to the homeland, had huge impact on reunifi cation to the homeland of Hatay to Homeland. This research has been viewed by the structuralist-functionalist perspective. It was attempted to utilize analytical history and the paper is depicted by evaluating national and international activities all together. Status quo or anti-revisionism in the Turkish Foreign Policy, cannot be defi ned by the 1936 Treaty of Montreux or with the reunifi cation to the homeland of Sancak/Hatay to Motherland in 1939, and it also cannot be considered a “revisionist-activity with the aim of expanding the country’s territory. Therefore, as a conclusion it was tried to defi ne both perceptions with the concept of pragmatic reformism. Due to this Turkey that uses international changes that happening in order to achieve his goals acting “pragmatic” and Turkey’s “reform” is being evaluated by enhancing his national interests without subverting normative order that has been comprised by Lausanne.

Keywords: Turkish Foreign Policy, Mustafa Kemal Ataturk, Hatay (Sanjak/Sandjak), Status Quo, Revisionism/Anti-Revisionism, Pragmatic Reformism.

Selahattin Ülkümen: Milletler Arasında Dürüst

Yücel Güçlü
ORCID:
0000-0002-5748-3416
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.14
Sayfalar: 333-369

Kudüs’teki Holokost Şehitleri ve Kahramanları Otoritesi (Yad Vaşem) tarafından “Milletler Arasında Dürüst” tanınan tek Müslüman diplomat Selahattin Ülkümen’dir. Holokost alanındaki dünya literatürünün her geçen gün hızla artmasına rağmen Türkiye’nin Türk ve Avrupalı Yahudileri Nazi zulmünden kurtarması hakkındaki Türkçe yayınlar nispeten azdır. Bu durum Holokost’ta Türkiye’nin rolü üzerine araştırma yapan yabancı uzmanların konuya dair sınırlı, anakronik ve bazen da yanlış yorumlar yapmalarına yol açmaktadır. O tarihe kadar adı duyulmamış olan Ülkümen 26 Haziran 1990’da Temmuz 1944’te Rodos’ta Konsolos iken kırk iki Yahudi’nin hayatını kurtardığı için Yad Vaşem’ce “Milletler Arasında Dürüst” unvanıyla onurlandırılmasından sonra birden Türk ve uluslararası kamuoyunda tanınmaya başlanmıştır. Ülkümen’in kurtardığı Yahudilerin sadece on üçü Türk uyruklu olup yirmi dokuzu İtalyan yurttaşıydı. Nazi zulmünden kaçmaya çalışan Yahudilerin hayatını, kendi hayatını tehlikeye atarak, kurtardığı için Birleşmiş Milletler ve diğer birçok kuruluşça da onurlandırılmıştır. 15 Mayıs 2001’de Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığınca Üstün Hizmet madalyasıyla taltif edilmiştir. Bununla birlikte, Ülkümen üzerine gerek Türk gerek yabancı dillerde herhangi bir kitap veya akademik makale yazılmamıştır. Ülkümen’in hikayesi İkinci Dünya Savaşı Türk tarihinin önemli fakat çok az bilinen bir veçhesini teşkil etmektedir. Ülkümen layık olduğu ilgi ve değere henüz mazhar olmamış bir kişidir. Gerek Türkler gerek yabancılar onun cesareti, fedakarlığı ve insancıllığı hakkında şimdiye kadar sadece birkaç sayfa yazmakla yetinmişlerdir. Temmuz 1944’te Naziler Rodos’taki on altı yaş üstündeki bütün Yahudi erkeklerinin kimlik ve çalışma kartlarıyla birlikte “civardaki küçük bir adaya nakil olunmak üzere” (gerçekte Auschwitz-Birkenau ölüm kampındaki gaz odalarına gönderilmek için) bulunmalarını emrederler. Durumun vahametini anlayan Konsolos Selahattin Ülkümen Türk Yahudilerinin hayatlarını kurtarmak amacıyla Nazi işgal komutanı Korgeneral Ulrich Werner von Kleemann nezdinde müdahalede bulunur. Von Kleemann ilk önce, uyruğuna bakılmaksızın, her Yahudi’nin Yahudi olduğunu ve toplama merkezlerine gitmeleri gerektiğini söyleyip Yahudilerin hiçbirini serbest bırakmak istemez. Ülkümen de cevaben Türk hukukunda bütün yurttaşların eşit olduğunu beyanla Yahudi, Hıristiyan, Müslüman diye ayrım yapılmadığını belirtir. Adı geçen, von Kleemann’a ayrıca “Türk Yahudilerini serbest bırakmazsa durumu Hükümetine ileteceğini, bunun da uluslararası bir olaya neden olacağını” ifade eder. Nazi komutan bu durumda muvafakatini bildirir. Almanların bu şekilde hareket etmelerinin saikinin ülkelerinin Türkiye ile mevcut diplomatik ve ekonomik ilişkilerinin haleldar olmasını istemediklerinden kaynaklandığı açıktır. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşının çıkmasından beş ay önce Ankara’ya Franz von Papen çapında bir büyükelçi ataması bu ülkenin Türkiye ile ilişkilerine ne kadar çok önem atfettiğinin bir göstergesidir. Ülkümen Rodos’ta yaptıklarıyla hiçbir zaman övünmeyen sessiz ve mütevazi bir kişilik profi li sergilemiştir. Sorulduğunda sadece insanlık görevini yaptığını söylemekle yetinmiş ve hayatı geri dönüp bir kere daha yaşasam aynı şeyleri yaparım demiştir. Ne İkinci Dünya Savaşı sırasında ne de sonraki yıllarda kendisinden söz etmemiştir. Ülkümen kendisine verilen görev ve sorumlulukları şiarı olan dürüstlük, sadakat ve fedakarlıkla çalışarak gerektiğinde, Rodos’ta olduğu gibi, hayatını istihkar etmek suretiyle yerine getirmiştir. Cesareti, ataklığı, azmi ve kendine güveniyle tanınan Ülkümen içten bir tutku haline getirdiği doğruların ve ideallerin peşinde gitmiştir. Devamlı olarak hakkı arayan bu kişi olumsuzluklar ve engellerle karşılaştığında bunların üzerine gitmekten çekinmemiştir. Ülkümen’in insancıl dünya görüşünün şekillendirilmesinde devleti ebed müddet töresinin enginliklerinde yatan mazlumu ve mağduru koruma duygusunun, köklü aile geleneklerinin, doğup büyüdüğü ortamın ve sağlam eğitiminin etkili olduğu söylenebilir. Vicdanın sesini dinleyerek giriştiği teşebbüsler sonucu Rodos’ta Nazi zulmünden kurtardığı insanların her vesileyle dile getirdikleri şükran ve minnet dolu sözleri onun için en büyük ödül olmuştur. Türkiye’nin bu eşsiz değeri yaptıklarıyla insanlık anılarında yaşayacaktır. Bu bildirinin hazırlanışı Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ve Yad Vaşem arşiv belgelerine, anı kitaplarına, kişisel mülakatlara ve diğer tamamlayıcı ikinci el kaynaklara dayandırılmıştır. Gözlem ve yargıların yoğruluşunda bütün bunlar ayrı ayrı gözden geçirilmiş, ayrı ayrı etkilerini yapmıştır.

Anahtar Kelimeler: Selahattin Ülkümen, Yahudiler, Naziler, Rodos.

The history of the Holocaust is far from complete. Even with more than seven decades of Holocaust research and writing behind us, there are many specialist topics within Holocaust historiography that have not been dealt with in detail, including the role of Turkey. Little has been written in Turkish about the subject. This has caused the researchers of the Holocaust in other countries to often include limited, outdated, and sometimes incorrect data about Turkey in their studies. Within the fl ood of publications on Holocaust history that has been rising since the 1990s and which has maintained its momemtum ever since, studies on the role of Turkey remains comparatively underexplored. Selahattin Ülkümen, a Turk, is the only Muslim diplomat who thus far is designated as “Righteous Among the Nations” by the Yad Vashem (the Holocaust Martyrs and Heroes Authority) in Jerusalem for saving at his risk the lives of forty-two Jews in Rhodes from the Nazis in 1944. Thus momentarily thrust into prominence, he excites a certain curiosity. However, current scholarship has failed to reveal a single monograph or even an article in periodical literature on him. Neither Turk nor Westerner has devoted more than a few pages to his exploits. References to him in other sources are slight and fall short of explaining a satisfactory explanation of his deeds. The remarkable story of Ülkümen is an important but littleknown aspect of Turkish history in the Second World War period. In July 1944, the Nazis ordered all 1,700 Jews in Rhodes to report for “temporary transportation to a small island nearby,” but in reality, it was to send them to the gas chambers at Auschwitz-Birkenau. Ülkümen intervened with the Nazi commander Lieutenant General Ulrich Werner von Kleemann. Because Turkey was on neutral terms with Germany, Ülkümen argued that any harm to a Turkish citizen would violate the terms of neutrality and demanded that the Nazis release all Turkish citizens in their possession, whatever their race or religion. As a result of his tireless eff orts, von Kleemann resented, releasing forty-two Jews for whom Ülkümen had lobbied for. Only thirteen of these survivors were actually Turkish citizens; the remaining survivors were of Italian nationality. Ülkümen had no particular ties to the Jewish people. He risked his like for reasons of conscience, to uphold human rights on universal principles. His background and upbringing in a diverse locality served to ingrain within him a deep sense of racial and religious tolerance. Ülkümen was a godsend to Turkish Jews in Rhodes in their hour of need. He was one of those rare individuals who combined deep compassion with extraordinary courage, going way beyond his ordinary duty to risk his own existence in order to save lives, if he could. Ülkümen’s humanitarian work was just one instance, of the Turkish State and Turkish diplomats abroad refusing to be bystanders to war crimes and aiding and rescuing Jews from their intended fate at the hands of the Nazis. Turkish neutrality left it strategically and almost uniquely situated geographically to provide help to Jews suff ering from Nazi oppression during the Second World War. Ülkümen never sought recognition for his bravery during the war years, and it was hardly ever mentioned. He never expected rewards and citations. He, presumably did not think his behavior exceptional but simply that of a normal human looking after his fellow man as a natural duty. There lay his great modesty that was recognized by others. After the war he carried on with his career as if he had done nothing special. Here an attempt is made to fi ll this historiographical void. The work draws on the previously unused fi les of the Turkish Ministry of Foreign Aff airs, the Yad Vashem Archives, and the available primary and secondary sources in Turkish, English and French languages.

Keywords: Selahattin Ülkümen, Jewry, Nazis, Rhodes.

Musul Meselesi’nde Macar Bir Diplomat: Kont Pál Teleki ve Musul Meselesindeki Rolü

Müjdat Karagülmez
ORCID:
0000-0002-9169-7004
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.15
Sayfalar: 371-396

Musul, sahip olduğu ekonomik ve stratejik konumuyla tarih boyunca çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan şehir, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra hukuksuz şekilde İngiliz işgaline uğramıştır. İngilizler, savaş öncesinde bölgede zengin petrol yataklarının keşfi nedeniyle Musul ve çevresindeki emperyalist siyasetini devreye sokmuştur. Ancak Mondros Mütarekesi ile Anadolu’nun işgal edilmesine karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Türk halkının bağımsızlık savaşını başlatması, İngilizlerin Musul’daki politikasını sekteye uğratmıştır. Musul, İstanbul’da toplanan Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde alınan karara göre Misâk-ı Milli sınırları içerisinde yer alan bir Türk şehri olarak tüm dünyaya deklare edilmiştir. Milli Mücadele’de, Türk ordusunun Yunanları mağlup etmesinden sonra Mudanya Mütarekesi imzalanmış ve ardından Lozan Barış Antlaşması ile savaş sona ermiştir. Musul’dan vazgeçmek istemeyen İngiltere, Lozan’da Türk heyeti ile sert tartışmalara girmiştir. Nihayetinde Musul Meselesi, antlaşmanın imzalanmasından dokuz ay sonra başlayacak müzakerelere bırakılmıştır. Buna göre, tarafl ar ilk olarak İstanbul’da Haliç Konferansı’nda (19 Mayıs 1924) müzakere masasına oturmuştur. Bu konferanstan sonuç alınamayınca mesele Milletler Cemiyeti’ne taşınmıştır. Milletler Cemiyeti, meselenin çözümü için bir Araştırma Komisyonu oluşturmuş ve Komisyon üyeleri olarak Macar Pál Teleki, Belçikalı emekli Albay Paulis ve İsveç’in Bükreş elçisi Wirsén’i görevlendirmiştir. Nitekim İngiltere, Pál Teleki’nin Türklerle yakınlığını sebep göstererek onun Komisyon üyeliğine seçilmesini eleştirmiştir. Milletler Cemiyeti İngilizlerin Teleki hakkındaki eleştirilerini dikkate almamıştır. Komisyon, üyelerin seçilmesinden sonra Cenevre’de bir araya gelmiş ve bir dizi görüşmeler ve hazırlıkların ardından Musul’a doğru yola çıkmıştır. Komisyon üyeleri, Musul’a ulaşır ulaşmaz çalışmalarına başlamıştır. Komisyon, Musul’da kaldıkları süre boyunca bölgenin demografi k yapısını, coğrafi yapısını, iklim özelliklerini araştırmış ve eldeki verilere göre bir rapor hazırlayarak Milletler Cemiyeti’ne sunmuştur. Teleki’nin nihai raporun hazırlanmasından önce bir plebisit fi krinden bahsetmesi İngilizleri önemli ölçüde rahatsız etmiş ve Teleki hakkında İngiliz basınında olumsuz haberlere yer verilmiştir. Millet Cemiyeti, Komisyonun raporunu inceleyerek İngiliz tezini haklı bulmuş ve Musul’un Irak’a bırakılmasını tavsiye etmiştir. Musul Meselesinin çözümü için oluşturulan Komisyonun üyesi olan Teleki, gerek siyasi gerekse bilimsel kimliğiyle Musul’da yapılan araştırmaların ve incelemelerin en önemli ismi olarak dikkat çekmiştir. Teleki, bir coğrafyacı olarak araştırmalarını bilimsel kimliğiyle yapmıştır. Milletler Cemiyeti, Komisyonun raporuna göre Musul’un Irak’a bırakılmasını tavsiye etse de nihai kararda yer alan maddeler Teleki tarafından yeterli bulunmamıştır.

Anahtar Kelimeler: İngiltere, Türkiye, Musul, Milletler Cemiyeti, Lozan, Macar, Pál Teleki.

Mosul, with its economic and strategic location, has hosted many civilizations throughout history. The city, which was under the rule of the Ottoman Empire for many years, was illegally occupied by the British after the Armistice of Mondros (30 October 1918) signed after the First World War. The English put into action their imperialist policy around Mosul due to the discovery of rich oil reservoir in the region before the war. However, the Turkish people’s start of the war of independence against the occupation of Anatolia with the Armistice of Mondros, under the leadership of Mustafa Kemal Pasha, interrupted the British policy in Mosul. According to the decision taken in the Last Ottoman Parliament in Istanbul, Mosul was declared to the whole world as a Turkish city located within the borders of the National Pact. After the Turkish army defeated the Greeks in the National Struggle, the Mudanya Armistice was signed and then the war ended with the Lausanne Peace Treaty. England, who did not want to give up Mosul, entered into harsh discussions with the Turkish delegation in Lausanne. Ultimately, the Mosul issue was left to negotiations that would start nine months after the signing of the treaty. Accordingly, the parties fi rst sat at the negotiating table at the Golden Horn Conference (May 19, 1924) in Istanbul. When this conference failed to yield results, the matter was transferred to the League of Nations. The League of Nations established an Inquiry Commission to resolve the issue and appointed Hungarian Pál Teleki, retired Belgian Colonel Paulis and Swedish ambassador to Bucharest Wirsén as members of the Commission. However, England criticized Pál Teleki’s election as a member of the Commission, citing his closeness with the Turks. The League of Nations did not take into account the British criticism of Teleki. After the election of the members, the Commission met in Geneva and set off for Mosul after a series of negotiations and preparations. The commission members started their work as soon as they reached Mosul. During their stay in Mosul, the Commission investigated the demographic structure, geographical structure and climatic characteristics of the region and prepared a report according to the available data and submitted it to the League of Nations. Teleki’s mention of the idea of a plebiscite before the preparation of the fi nal report greatly disturbed the British and there was negative news about Teleki in the British press. The Nation Association examined the report of the Commission, found the British thesis, and recommended that Mosul be left to Iraq. Teleki, who is a member of the Commission established for the solution of the Mosul Issue, has drawn attention as the most important name of the research and investigations carried out in Mosul with both his political and scientifi c identity. As a geographer, Teleki conducted his research with his scientifi c identity. Although the League of Nations recommended that Mosul be left to Iraq according to the report of the Commission, the articles in the fi nal decision were not found suffi cient by Teleki.

Keywords: England, Turkey, Mosul, League of Nations, Lausanne, Hungarian, Pál Teleki.

Atatürk Dönemi Halk Eğitimi Politikaları ve Bunun Âşık Şiirine Yansımaları

Bülent Arı
ORCID:
0000-0002-7807-366X
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.16
Sayfalar: 397-408

Bu bildiri, Atatürk’ün eğitim politikası içerisinde özel bir yer tutan halk eğitimine yönelik fi kir ve uygulamalarını ortaya koymaya yönelik bir çalışmadır. Söz konusu çalışmanın konusunu oluşturan “Atatürk Dönemi Halk Eğitimini” incelemeye başlamadan önce konunun anlaşılması amacıyla halk eğitiminin ne olduğu, önemi, işlevleri, tarihsel gelişimi ile bu konuda yapılan çalışmalara kısaca değinilerek Atatürk’ün halk eğitimine bakış açısı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Âşıklar; Türkçe kullanmanın, Türkçeyi korumanın devlet düzenini de korumak olduğunun bilincindedirler. Yönetim kadrosunda bulunanlarla, halkın dilinin aynı olmasının önemli olduğunu bilen âşıklar, Atatürk’ün dil öğretme seferberliğine de bu yüzden alkış tutmuşlar ve insanların birbirlerini anlayabilmelerinin toplum huzuru için önemli olduğunu her fırsatta dile getirmişlerdir. Çalışmamızda genel olarak betimsel araştırma yöntemi kullanılarak tespit edilen durum tanımlanmaya ve açıklanmaya çalışılacaktır. Kaynak taraması sonucunda elde edilen veriler; “Halk Eğitimi Kavramı ve Halk Eğitiminin Tarihsel Gelişimi”, “Atatürk Döneminde Halk Eğitimi ile İlgili Kurumlar ve Faaliyetleri”, “Atatürk’ün Halk Eğitimine Yönelik Görüş ve Uygulamaları” ile “Âşık Şiirinde Atatürk ve Halk Eğitimi” başlıklarında değerlendirilecektir. Çalışma sonucunda Atatürk’ün halk eğitimine yönelik çalışmalarının toplumu bütünleştirme, demokratikleşme açısından ne gibi hizmetlerde bulunduğu ve âşıkların da halk eğitimi ve harf inkılabı çalışmalarındaki başarılarından dolayı Atatürk’e bakış açıları, şiirlerden yola çıkılarak tespit edilmeye çalışılacaktır. Âşıklar, Atatürk’ün halk eğitimine yönelik çalışmaları olan millet mekteplerinin açılması ve Türk diline yönelik atılan adımların Türk insanının dünyayı tanımasına ve cehaletin pençesinden kurtularak aydınlığa doğru koşmasına yol açtığı sonucunu şiirlerinde ifade etmişlerdir.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Eğitim, Halk Eğitimi, Âşık, Âşık Şiirinde Halk Eğitimi.

This paper is a study to reveal the ideas and practices of Atatürk’s public education, which has a special place in his education policy. Before starting to examine “Public Education in the Atatürk Era”, which is the subject of the study in question, in order to understand the subject, what public education is, its importance, functions, historical development and studies on this subject will be briefy mentioned and Atatürk’s perspective on public education will be tried to be revealed. Trobadours; Using Turkish means that protecting Turkish is also protecting the state order. They are conscious. It is important that the language of the people and the people in the management staff are the same.This is why the trobadours who knew the language applauded Atatürk’s language teaching campaign and said that people They have expressed at every opportunity that it is important for the peace of the society to be able to understand them. In our study, the situation determined by using descriptive research method will be tried to be defned and explained. The data obtained as a result of the literature review; The subject will be discussed in the sections “The Concept of Public Education and the Historical Development of Public Education”, “Institutions and Activities Related to Public Education in the Atatürk Era”, “Atatürk’s Views and Practices on Public Education” and “Atatürk and Public Education in Trobadour Poetry”. As a result of the study, it will be tried to determine what kind of services Atatürk’s studies on public education have in terms of integration and democratization of the society, and the poets’ perspectives on Atatürk due to their success in public education and letter reform. Trobadours have always been the seeing eye and speaking language of the people. In Atatürk’s poems about public education policy, lovers reveal the point of view of the people. In this part of the paper, the following information, which is thought to be reached as a result of the study, will also be given in the said conclusion part. Because the lovers think that thanks to the nation schools opened and the language used, Turkish people know the world and run towards the light by getting rid of the clutches of ignorance.

Keywords: Atatürk, Education, Public Education, Trobadour, Folk Education, In Trobadour Poetry.

Erken Cumhuriyet Döneminde Öğrenci Hareketleri (1924)

Ahmet Ali Gazel
ORCID:
0000-0002-7211-6032
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.17
Sayfalar: 409-442

İkinci Meşrutiyet’in ilanı sonrası Türkiye’de nispi bir özgürlük ortamı oluşmuş ve bu ortamdan öğrenciler de etkilenmiştir. Öğrenciler herhangi bir karar veya uygulamadan memnun olmadıkları zaman seslerini çıkarmaya başlamışlar, istekleri yerine getirilmeyince de boykot ve benzeri hareketlere girişmişlerdir. I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele nedeniyle Türkiye’de 1914-1922 yılları arasında öğrenci olaylarında bir durgunluk gözlenirken 1923 Cumhuriyetin ilanı sonrasında, özellikle 1924 yılında yoğun bir şekilde öğrenci olaylarına rastlanmaktadır. Olayların en önemli sebeplerinden biri, Türk Eğitimini yeni devlet düzenine uydurmak ve eğitim sistemini yeniden kurmak amacıyla toplanan II. Heyet-i İlmiye toplantısında alınan kararların ve uygulamaların öğrencilerde rahatsızlığa neden olmasıdır. Eğitim süreleri dört yıldan beş yıla çıkarılan ve bu karardan dolayı mağdur olduklarını iddia eden Erkek Muallim Mektebi öğrencileri 1924 yılının en büyük ve en çok ses getiren öğrenci boykotunu gerçekleştirmiştir. Bu boykot Cumhuriyet döneminin ilk geniş çaplı öğrenci hareketi olmuştur. Bunun yanında lise teşkilatında yapılan değişiklikler de lise öğrencilerinin tepkilerine neden olmuştur. 1924 yılında liseler 12 sınıftan 11 sınıfa indirilince 9. sınıftan 10. sınıfa ve 10. sınıftan 11. sınıfa geçmesi gereken öğrenciler mevcut sınıfl arında bırakılmışlardır. Mağdur olduğunu belirten öğrenciler resmi makamlar nezdinde teşebbüste bulunmuşlar ve talepleri kabul edilmezse dersleri boykot etmeye karar vermişlerdir. Ancak bu boykot yapılmamıştır. Bunun yanında öğrenciler farklı nedenlerle de tepkilerini göstermişledir. Örneğin Orta Ticaret Mektebinde öğrenciler, öğleden sonra buldukları işleri kaybedecekleri gerekçesiyle, derslerin öğleden sonraya alınmasına itiraz etmişler ve dersleri boykot etmeye karar vermişlerdir. Ancak mektep idaresinin konuyu çözmesi üzerine boykot gerçekleşmemiştir. 1924 yılında ortaöğretim öğrencileri tarafından gerçekleştirilen eylemler özellikle dönemin basınına dayalı olarak anlatılmıştır. Bunun yanında araştırma eserlerden de istifade edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Öğrenci Hareketleri, Boykot, Öğretmen Okulları, Ticaret Mektebi.

After the proclamation of the Second Constitutional Monarchy, an environment of relative freedom was created in Turkey and students were also aff ected by this environment. When the students were not satisfi ed with any decision or application, they started to raise their voices, and when their requests were not fulfi lled, they started boycotting and similar actions. While there was a stagnation in student events between the years 1914-1922 in Turkey due to the First World War and the National Struggle, after the proclamation of the Republic in 1923, especially in 1924, there were intense student events. One of the most important reasons for the events was that the decisions and practices taken in the second Scientifi c Committee meeting, which was convened in order to adapt the Turkish education to the new state order and to re-establish the education system, caused discomfort to the students. The students of the Male Teachers’ School, whose education period was extended from four to fi ve years, and who claimed that they were victims because of this decision, carried out the biggest and most notable student boycott of 1924. This boycott was the fi rst large-scale student movement of the Republican era. In addition, the changes made in the high school organization also caused reactions from high school students. When high schools were reduced from 12 to 11 classes in 1924, students who were supposed to move from 9th grade to 10th grade and from 10th grade to 11th grade were left in their current classes. Students who stated that they were victims made an attempt before the offi cial authorities and decided to boycott the classes if their demands were not accepted. However, this boycott was not carried out. In addition, students showed their reactions for diff erent reasons. For example, in the Middle Trade School, students objected to taking the classes in the afternoon on the grounds that they would lose the jobs they found in the afternoon and decided to boycott the classes. However, the boycott did not take place after the school administration resolved the issue. The actions carried out by the secondary school students in 1924 were explained based on the press of the period. In addition, research works were also used.

Keywords: Student Movements, Boycott, Teachers’ Schools, Trade School.

Türk Diplomasi Tarihi’nde Bir İlk: Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Türk Öğrencilerin Diplomatik Temasları ve İzlenimleri (Eylül 1924)

Asil Kaya
ORCID:
0000-0003-2593-5622
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.18
Sayfalar: 443-459

İkinci Meşrutiyet Dönemi Türkiyesinde öğrencilerin siyasi, kültürel ve düşünsel görünürlükleri bir hayli artmıştı. Türk Modernleşmesi’nin önemli kesimlerinden birisini teşkil eden “gençlik” kitlesinin temelini oluşturan öğrenciler, kısa sürede birçok önemli kuruluşun faaliyete geçirilmesine öncülük ettiler. 14 Aralık 1908’de “Müdavimin-i Mülkiye Cemiyeti”nin kuruluşuyla ilk legal öğrenci örgütünü vücuda getiren öğrenciler, 14 Ekim 1914 tarihinde kurdukları Darülfünun Talebe Cemiyeti’yle bu örgütlenmeyi dikey düzlemde genişletmeyi başarmışlardı. Dahası, Türk Düşünce Hayatı’nın mihenk taşlarından birisi olan “Türk Ocağı”nın kuruluşunda da öncü rolü öğrenciler üstlenmişlerdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti Dönemi’nde kurulan paramiliter gençlik örgütlerinin belkemiğini yine öğrenciler teşkil etmekteydiler. Ayrıca 1916 yılında kurulan Milli Türk Talebe Birliği vasıtasıyla mesleki ve siyasi örgütlenmenin ilk örneğini sergilemişlerdir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren Türkiye’de gençlik hareketlerinin lokomitifi haline gelen öğrencilerin bu hareketliliği, Mütareke Dönemi’nde de Cumhuriyet Dönemi’nde de devam etmiştir. Cumhuriyet’in ilanının ardından dünyada yeniden şekillenen konjonktürün etkisi, öğrencilere de sirayet etmiştir. Öyle ki yurtdışında faaliyet gösteren ve dünyanın önde gelen ülkelerinde öğrenim gören öğrencileri örgütlemek üzere oluşturulan uluslararası öğrenci örgütleri, Türk öğrencilerini kongrelerine davet etme kararı almışlardır. 1924 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin de davetlere katılımı “uygun” görmesiyle birlikte Türk öğrenciler, ilk kez resmi karakteri haiz diplomatik temaslarda bulunma fırsatı yakalamışlardır. Bu bildiride 1924 yılında Budapeşte’de ve Varşova’da gerçekleştirilen öğrenci kongrelerine katılan Türk öğrencilerinin diplomatik temaslarına, oradaki çalışmalarına ve gözlemlerine, Türk Diplomasi Tarihi’ndeki önemine değinilmiştir. Kongreye katılan Türk öğrenciler tarafından kaleme alınmış olan kitapçık çalışmamızın ana kaynağını teşkil etmekte olup, bu hususta yazılmış bilimsel makalelerden ve arşiv belgelerinden de istifade edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Dönemi, Diplomasi, Gençlik, Talebe Birliği, C.I.E.

In the Second Constitutional Period Turkey, the political, cultural and intellectual visibility of the students increased considerably. Students, who form the basis of the “youth” mass, which constitutes one of the important parts of Turkish Modernization, pioneered the activation of many important organizations in a short time. Students who formed the fi rst legal student organization with the establishment of the “Mudavimin-i Mülkiye Cemiyeti” on 14 December 1908, succeeded in expanding this organization vertically with the Darülfünun Student Society, which they founded on October 14, 1914. Moreover, students played a pioneering role in the establishment of the “Türk Ocağı”, one of the cornerstones of Turkish Intellectual Life. Students were also the basis of the paramilitary youth organizations established during the “İttihat ve Terakki Cemiyeti” Period. In addition, they exhibited the fi rst example of professional and political organization through the National Turkish Students’ Union, which was established in 1916. This mobility of students, who became the locomotive of youth movements in Turkey since the end of the 19th century, continued in the Armistice Period and also in the Republic Period. The eff ect of the conjuncture, which was reshaped in the world after the proclamation of the Republic, also spread to the students. So much so that international student organizations, which were formed to organize students operating abroad and studying in the leading countries of the world, decided to invite Turkish students to their congresses. In 1924, as the Government of the Republic of Turkey deemed it “appropriate” to attend the invitations, Turkish students had the opportunity to make offi cial diplomatic contacts for the fi rst time. In this paper, the structure and nature of the “upper” organization that held the congress in question, based on the observations of the diplomatic contacts of Turkish students who participated in the student congresses held in Budapest and Warsaw in 1924, were mentioned.In this paper, the diplomatic contacts of the Turkish students who participated in the student congresses held in Budapest and Warsaw in 1924, their studies and observations there, and the structure and quality of the “upper” organization that held the congress in question were mentioned. The booklet written by the Turkish students participating in the congress constitutes the main source of our work, and scientifi c articles and archive documents written on this subject were also used.

Keywords: Republican Era, Diplomacy, Youth, Student Union, C.I.E.

Kâzım Karabekir Paşa’nın Yetim Çocuklarının Ankara ve İstanbul Ziyaretleri

Pınar Tuna
ORCID:
0000-0003-1805-5053
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.19
Sayfalar: 461-491

Bu çalışmada, Kâzım Karabekir Paşa’nın Doğu Cephesinde himayesine alıp yetiştirdiği yetim çocukların Ankara ve İstanbul ziyaretleri incelenmiştir. Bu ziyaretler, Türk kamuoyunun dikkatini yetim çocuklar üzerine çekmesi adına olduğu kadar, Kâzım Karabekir Paşa’nın toplumsal duyarlığını ve çocukların eğitimine yönelik katkılarını göstermesi açısından da önem taşımaktadır. Yetim çocuklar, Kâzım Karabekir Paşa’yla birlikte 11 Ekim 1922 tarihinde Trabzon vapuruyla önce İnebolu’ya gelmişlerdir. Ardından Kâzım Karabekir Paşa 15 Ekim 1922’de, yetim çocuklar ise 24 Ekim 1922’de Ankara’ya varmışlardır. Çocuklar, Ankara’da askeri ve mülki yetkililerin yanı sıra kalabalık bir halk kitlesi tarafından karşılanmıştır. Çocuklar yirmi sekiz gün boyunca Ankara’da kalarak çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu çerçevede Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın da katıldığı bir müsamere vermiş ve Himaye-i Etfâl yararına verilen konsere katılmışlardır. Bu faaliyetlerin ardından yetim çocuklar, 21 Kasım 1922’de Ankara’dan ayrılarak Bursa’ya gitmişlerdir. Burada da bir süre kaldıktan sonra Bursa Türk Ocağı’nın düzenlediği bir yolculuk ile 13 Nisan 1923’te Mudanya üzerinden İstanbul’a gelmişlerdir. Yetim çocukları gelişlerinde, askeri ve mülki yetkililerin yanı sıra kalabalık bir halk kitlesi coşkulu bir şekilde karşılamıştır. 22 Mayıs 1923 tarihine kadar İstanbul’da kalan çocuklar, Ankara’da olduğu gibi birçok etkinlikte bulunmuşlardır. Bu kapsamda Darülfünun ve Himaye-i Etfâl Cemiyetinin de içerisinde yer aldığı bazı kurumları ziyaret etmişler ve çeşitli konulara ilişkin müsamereler vermişlerdir. Çocuklar otuz dokuz gün süren İstanbul ziyaretini de başarılı bir şekilde tamamlayarak tekrar Bursa’ya dönmüşlerdir. Kâzım Karabekir Paşa’nın yetim çocuklarının Ankara ve İstanbul ziyaretleri kamuoyunda geniş bir yankı yaparak büyük bir ilgi ve beğeni toplamıştır. Ayrıca bu çocukları himaye edip örnek bir şekilde yetiştiren Kâzım Karabekir Paşa’ya da özel bir önem verilerek kendisinin çabalarından övgüyle söz edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Doğu Cephesi, Gazi Mustafa Kemal Paşa, İstanbul, Kâzım Karabekir Paşa, Yetim Çocuklar.

In this study, Ankara and Istanbul visits of the orphans that Kâzım Karabekir Pasha took under his protection and raised on the Eastern Front were examined. These visits are important not only to draw the attention of the Turkish public to orphans, but also to show the social sensitivity of Kâzım Karabekir Pasha and his contributions to the education of children. Orphan children fi rst came to Inebolu on the Trabzon ferry on October 11, 1922, together with Kâzım Karabekir Pasha. Then, Kâzım Karabekir Pasha arrived in Ankara on October 15, 1922, and the orphans arrived in Ankara on October 24, 1922. Children were welcomed by a crowd of people in Ankara as well as military and civil authorities. The children stayed in Ankara for twenty-eight days and engaged in various activities. In this context, they gave a performance in which Ghazi Mustafa Kemal Pasha also participated and they participated in the concert given for the benefi t of Himaye-i Etfâl. After these activities, orphaned children left Ankara on 21 November 1922 and went to Bursa. After staying here for a while, they came to Istanbul over Mudanya on 13 April 1923 with a journey organized by the Bursa Turkish Hearth. Upon their arrival, the orphans were greeted enthusiastically by the military and civil authorities, as well as by a crowd of people. The children who stayed in Istanbul until May 22, 1923, participated in many activities as in Ankara. In this context, they visited some institutions, including Darülfünun and Himaye-i Etfâl Society, and gave performances on various subjects. After successfully completing their Istanbul visit, which lasted for thirty-nine days, the children returned to Bursa. The visits of the orphaned children of Kâzım Karabekir Pasha to Ankara and Istanbul attracted a great deal of attention and admiration by making a wide public repercussion. In addition, special attention was given to Kâzım Karabekir Pasha, who protected these children and raised them in an exemplary way, and his eff orts were praised.

Keywords: The Eastern Front, Ghazi Mustafa Kemal Pasha, Istanbul, Kâzım Karabekir Pasha, Orphan Children.

Erken Cumhuriyet Döneminde İstanbul Gündeminden Bir Kesit: Haliç ve Haliç’in Temizlenmesi Sorunu

Emin Alp Malkoç
ORCID:
0000-0002-5840-6922
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.20
Sayfalar: 493-534

Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’un gündemini şekillendiren konular arasında Haliç ve Haliç’le ilgili gelişmelerle sorunların yadsınamayacak yeri bulunmaktadır. Bunlar; Haliç’teki korsanlıklardan, görülen ayı balığına, üstündeki köprülere, taşınacak depolarla tesislere, adalarına, kirliliğine kadar geniş ve renkli kabul edilebilecek yelpaze oluşturmaktaydı. 1924 yazında İstanbul’da yaşanan aşırı yağışlar ve sel sonrasında çamur baskınları, Haliç’in dolması, kirlilik ve temizlenmesi konularını ön plana çıkarmıştı. Aslında böyle sorunların geçmişi uzun vadede Fatih dönemine kadar geriye gitmekle birlikte Osmanlı’nın gündeminde ağırlığını 19. yüzyıl ortalarından itibaren göstermiştir. Cumhuriyet döneminin en erken evresinde farklı nedenlere dayanan Haliç’in dolması ve kirliliği kadar bunların çözümü, temizlenmesi düşünce ve girişimleri de şehrin günlük yaşamındaki yerini korumuştu. Bunu sağlayan faktörler arasında Şehremini Emin Bey’in On Yıllık İmar Projesi ve turizmi geliştirme çabaları da vardı. 1920’lerin ortalarında Yusuf Akçura’nın önergesiyle TBMM’ye yansıyan konu hükümete yönlendirilmişti. Haliç Şirketi’nin temizlik yapılması başvuruları, Şehremaneti’nin girişim ve planlamaları, çalışmanın bütçesinin belirlenmesi, Ticaret Vekaleti’nin yaklaşımı ve temizlik işini bazı yabancı şirketlerin üstlenme çabaları gibi birçok gelişme ve girişime rağmen mesele sürüncemede kalmıştı. Bürokrasi, kurumlar arası anlaşmazlık, bütçesel güçlükler gibi dinamikler yüzünden kapsamlı ve kalıcı çözüm getirilemeyen mesele, 1930’lu yıllarda da varlığını koruyacaktı. Nihayet Ahmet Rasim’in “360 seneden beri her gün, Haliç’in tathiri hakkında çene çalacağımıza ve mürekkeb sarf edeceğimize, elimize birer kürek ikişer kova alıp iki sahilden birer parça çamur çıkarsaydık şimdiye kadar Haliç’i değil; Marmara’yı bile temizlerdik!” sözleriyle tanımladığı meselenin çözümü, 20. yüzyıl sonlarına sarkacaktı. Arşiv belgeleri, süreli yayınlar ve araştırma eserlerini referans alan bu araştırma, Haliç’le ilgili gelişmelerin yanında Cumhuriyet’in ilk yıllarına son dönem Osmanlısından miras kalan kirlilik sorununa odaklanmaktadır. Bunlara hangi dönemde nasıl yaklaşıldığını ve sorunun nasıl tanımlandığını ortaya koyarak sadece sanayileşmeden kaynaklanmayan meselenin geçmişine ışık tutmayı, dolayısıyla İstanbul tarihi çalışmalarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Haliç, İstanbul, Erken Cumhuriyet Dönemi, Haliç’in Kirliliği, Haliç’in Temizlenmesi.

In the fi rst years of the Republic, among the subjects shaping Istanbul’s agenda, the issues regarding the Golden Horn (GH) were of critical importance. These included a diverse spectrum from piracy in the GH to the seal noticed there, the bridges above it, the storages and facilities to be transported, its islands, and the contamination. Due to heavy rains in Istanbul in the summer of 1924 and the accumulation of silt brought by the fl ood, the GH’s fi lling, pollution, and cleaning became primary issues. Although such problems date back to the period of Fatih, it was in the middle of the 19th century that they had seriously entered the Ottoman Empire’s agenda. In the Early Republican Period, the problems related to the GH and the ideas and attempts to solve them remained in the daily life of the city. One factor for this was the Mayor Emin’s Ten-Year Reconstruction Project and eff orts to develop tourism. In the mid-1920s, with the proposal of Yusuf Akçura, the issue, which was refl ected in the Grand National Assembly of Turkey, was directed to the government. Despite many attempts such as the applications by the Haliç Company for cleaning, Municipality initiatives and plans, budget determination, the approach of the Ministry of Commerce, and the eff orts of some foreign companies to undertake the cleaning, the problems couldn’t be resolved. It couldn’t be solved due to bureaucracy, interinstitutional confl icts and budget diffi culties. It continued to exist in the 1930s as well. Ahmet Rasim described the situation by stating “rather than chattering and wasting ink regarding the GH’s cleaning for 360 years, if we had got a shovel and two buckets and remove some mud from two beaches, we would have cleaned not only the GH but also the Marmara by now!” and the solution of the problem would be prolonged to the end of the 20th century. This study, which refers to the archival documents, periodicals, and studies, focuses on the GH’s pollution inherited from the late Ottoman period to the fi rst years of the Republic, as well as the developments related to the GH. Discussing how these issues were defi ned and handled depending on diff erent periods, the study aims to reveal the background of the issue, which didn’t appear only through industrialization, and contribute to the historical studies about Istanbul.

Keywords: The Golden Horn, Istanbul, Early Republican Period, Pollution of the Golden Horn, Cleaning the Golden Horn.

Cumhuriyet Dönemi Mesleki Dergi Yayıncılığına Bir Örnek: Demiryollar Mecmuası

Handan Haykır
ORCID:
0000-0001-7302-8141
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.21
Sayfalar: 535-567

Demiryollar Mecmuası, 1920 yılında Anadolu-Bağdat Demiryolları Genel Müdürlüğü görevine getirilen ve 1926-28 yılları arasında Nafi a Vekâleti görevini yürütecek olan Behiç Erkin tarafından, Anadolu-Bağdat Demiryolları’nda görevli personelin ve gelecekteki Türk demiryolu personelinin fenni ve mesleki gelişimlerine katkı sunmak amacıyla, 1 Mart 1925 tarihinde yayın hayatına başlamıştır. “Anadolu-Bağdat Demiryolları Müdüriyeti Umumisi tarafından her ay neşredilen fennî ve mesleki mecmua” ibaresiyle çıkarılmaya başlanan ve ilerleyen yıllarda, Demiryolları Genel Müdürlüğü tarafından yayınları sürdürülen Demiryollar Mecmuası, 2000’li yılların başına kadar Demiryol, Demiryolu ve Demiryolcu isimleriyle yayın hayatına devam etmiştir. Dergi, Cumhuriyet döneminin en uzun soluklu mesleki dergilerinden biri olmuştur. Demiryollar Mecmuası’nda, teknik, fennî ve mesleki yazıların yanında, demiryolu hatlarının millileştirme, işletme, inşa gibi faaliyetleri hakkında da bilgiler veren makale, yazı ve haberler yayınlanmıştır. Bu anlamda demiryolları sektöründeki her türlü gelişme, dergide geniş yer bulmuştur. Özellikle 1960’lı yıllardan itibaren sosyal ve kültürel yazılar, şiirler derginin sayfalarında yer almıştır. 1990’lı yıllardan itibaren ise magazin dergiciliğinin ağırlıkta olduğu bir yayın politikası görülmektedir. Ayrıca derginin, 1925-1955 yılları arasındaki bazı sayılarında ekler yer almıştır. Bunun yanında, özel sayılar da yayınlanmıştır. Bu özel sayılarda, Cumhuriyet dönemi demiryolları sektöründe yapılan çalışmalara yer verilmiştir. Uzun soluklu bir yayın olan Demiryollar Mecmuası, Türkiye’nin sosyal, siyasi, iktisadi yönden değişim ve gelişimini göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ve Cumhuriyet döneminde bayındırlık ve ulaşım alanında, yoğun olarak da demiryolu sektöründeki tarihsel gelişim ve değişimin incelenmesi bakımından sosyal bilimler alanında yapılacak çalışmalara da önemli bir kaynak hüviyeti taşımaktadır. Bu çalışmamızda Demiryollar, Demiryol, Demiryolu, Demiryolcu olarak isim değişikliğine uğrayan mesleki derginin yayın amacı, yayın politikası, yayın periyodu, dergi yönetimi, yazar kadrosu, derginin mali durumu, abone ve satış bedelleri, derginin içeriği, dergide yer alan makaleler, haberler, mesleki ve teknik yazılar hakkında bilgiler verilecektir. Bunun yanında, derginin Türk basın tarihinde ve mesleki dergi yayıncılığındaki önemine vurgu yapılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet, Atatürk, Basın-Yayın, Dergi Yayıncılığı Demiryolları, Demiryollar Mecmuası, Demiryol, Demiryolu.

Railways Magazine was published by Behiç Erkin, who was appointed as the General Manager of Anatolian-Baghdad Railways in 1920 and would serve as the Minister of Public Works between 1926-28, started broadcasting in 1925 in order to contribute to the scientifi c and professional development of the personnel working in the AnatolianBaghdad Railway and of the future Turkish railway personnel. Railways Magazine, which was started to be published under the name of “The scientifi c and professional journal published every month by the Anatolian-Baghdad Railways Directorate General” and published by the General Directorate of Railways in the following years, continued its publication life with the names of Railroads, Railway, Railways, and Railway Worker until the end of the 2000s. This magazine has been one of the longest running professional journals of the Republican period. In addition to technical, scientifi c, and professional articles, in Railway Magazine, there were articles and news giving information about the activities of railway lines such as nationalization, operation, and construction. In this sense, every development in the railways sector has found wide coverage in the journal. Especially since the 1960s, social and cultural writings and poems have appeared on the pages of the magazine. From the 1990s onwards, a publishing policy dominated by tabloid journalism has been observed. In addition, the journal published appendices in some issues between 1925 and 1955. Special issues have also been published. In these special issues, the studies carried out in the railway sector of the Republican period are given extensive coverage. Railways Magazine, which is a long-term publication, is of great importance in terms of showing the social, political and economic change, and development of Turkey. Especially in the last years of the Ottoman Empire and during the Republican period, it is an important source for studies in the fi eld of social sciences, in terms of examining the historical development and change in the fi eld of public works, transportation and especially in the railway sector. In this study, the purpose of publication, publication policy, publication period, journal management, author staff , fi nancial status of the journal, subscriber and sales prices, content of the journal, articles in the journal, news of this professional journal, which have undergone a name change as Railroads, Railway, Railways, and Railway Worker, will be given. In addition to this information, the importance of the journal in Turkish press history and professional journal publishing will also be emphasized.

Keywords: Republic, Atatürk, Press, Magazine Publishing, Railways Magazine, Railway, Railroad.

Demokrat Parti İktidarının Basın Aracı Olan Demokrat Gazeteler: Doğu Anadolu Örneği

Suna Altan
ORCID:
0000-0002-7388-3014
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.22
Sayfalar: 569-600

Basın, toplumları bilgilendirilme, bilinçlendirilme ve çeşitli konularda kamuoyu oluşturma açısından tarih boyunca önemli bir görev üstlenmiştir. Türkçe basının tarihi, Osmanlı Devleti’nin ilk resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi’ye dayanmaktadır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde ise birçok gazete ve dergi yayımlanmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulusal basın niteliğindeki gazeteler başı çekse de gelişen teknoloji ve meydana gelen ihtiyaçlarla birlikte kentlere ait gazeteleri kapsayan yerel basın da oluşmaya başlamıştır. Böylece topluma bilgi aktarma görevi merkezden daha uzak şehirlerde, yerinden yürütülmeye çalışılmıştır. Kitle iletişim araçlarının kısıtlı olduğu dönemlerde topluma ulaşmanın en elverişli kanalı olan basın, dolayısı ile siyasi iktidarların birer propaganda aracı haline gelmiştir. İktidarlar, bu araçla hem icraatlarının tanınırlığını hem de kamuoyu desteği alarak hakimiyetlerinin devamlılığını sağlamayı amaçlamışlardır. Bu sebepten iktidarlar, basına toplum ile iktidar arasındaki köprü vazifesi yüklemiş ve basınla iyi ilişkiler kurmaya hep özen göstermiştir. 1946 yılında Türk siyasi hayatına adım atan Demokrat Parti, 1950 yılındaki genel seçimlerden zaferle çıkarak iktidar partisi olmuştur. Demokrat Parti, toplumla iktidar arasındaki köprü görevini son derece önemseyerek iktidar-basın ilişkisini sağlam tutmaya çalışmıştır. Bundan dolayı da Türkiye’deki basın faaliyetlerinin gelişmesi adına çeşitli çalışmalar yürütmüş, ulusal basını geliştirme çabalarının yanında yerel basın çalışmalarına da destek vermiştir. Parti, kamuoyu oluşturma çalışmaları neticesinde, 1950-1960 yılları arasında Türkiye’nin bütün bölgelerinde “Demokrat” ön adıyla gazeteler çıkarmıştır. Bu çalışmada, Demokrat Parti’nin iktidarı boyunca Doğu Anadolu’da çıkarılmış olan “Demokrat” gazeteler incelenecektir. Çalışma kapsamında hangi illerde “Demokrat” gazetelerin yayın hayatına başladığı, gazetelerin yayın politikaların ne olduğu ve iktidarın hangi alanda desteklendiği incelenecektir. Böylece iktidarın lehine yapmaya çalıştığı kamuoyu oluşturmada ne kadar başarı sağladığı, iktidar-basın ilişkisinin nasıl yürütüldüğü ortaya konulmaya çalışılacaktır. Çalışma kapsamında, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yayın hayatına girmiş olan demokrat gazetelerin 10 yıllık faaliyetleri, konu başlıklarına göre tasnif edilecektir. Bunların yayın içeriklerine dair nicel ve nitel veriler analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Basın, Demokrat Parti, Kamuoyu, İktidar, Siyaset.

The press has undertaken an important task throughout history in terms of informing the society, raising awareness and creating public opinion on various issues. The history of the Turkish press is based on the frst ofcial newspaper of the Ottoman Empire, Takvim-i Vekayi. During the transition period from the Ottoman Empire to the Republic, many newspapers and magazines were published. Although newspapers with the characteristics of the national press took the lead in the frst years of the Republic, with the developing technology and emerging needs, the local press, which included the newspapers of the cities, began to emerge. Thus, the task of transferring information to the society has been tried to be carried out locally in cities farther from the center. The press, which was the most convenient channel to reach the society in times when mass media were limited, has therefore become a propaganda tool for political powers. With this tool, governments aimed to ensure the recognition of their actions and the continuity of their dominance by gaining public support. For this reason, governments have assigned the media the role of a bridge between the society and the government and have always taken care to establish good relations with the press. Having stepped into Turkish political life in 1946, the Democrat Party emerged victorious in the 1950 general elections and became the ruling party. The Democrat Party has tried to keep the power-press relationship intact by attaching great importance to its role as a bridge between the society and the government. For this reason, it carried out various studies for the development of press activities in Turkey, and supported local press activities as well as eff orts to develop the national press. As a result of its eff orts to create public opinion, the party published newspapers under the name “Democrat” in all regions of Turkey between the years 1950-1960. In this study, “Democrat” newspapers published in Eastern Anatolia during the rule of the Democrat Party will be examined. Within the scope of the study, it will be examined in which provinces “Democrat” newspapers started their publication life, what the publishing policies of the newspapers were and in which area the ruling party was supported. Thus, it will be tried to reveal how successful the government has achieved in creating public opinion in favor of it, and how the power-press relationship is carried out. Within the scope of the study, the 10-year activities of the democrat newspapers that have been published in the Eastern Anatolia Region will be classifed according to their subject headings. Quantitative and qualitative data on their publication content will be analyzed.

Keywords: Press, Democrat Party, Public Opinion, Power, Politics.

Cumhuriyet Dönemi Hukuk Tarihi Araştırmaları İçin Önemli Bir Kaynak Olarak Adliye Arşivleri

Mustafa Arıkan
ORCID:
0000-0001-6333-1446
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.23
Sayfalar: 601-625

Tarih yazıcılığı bakımından objektif bilgiye ulaşabilmek adına en önemli kaynaklar arşiv belgeleridir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nden tevarüs edilen defter ve belge koleksiyonlarıyla çok zengin arşiv kayıtlarına sahiptir. Bu belge koleksiyonları içinde şer’iye (kadı) sicilleri özel bir önem taşımaktadır. Zira Osmanlı Devleti’nin klasik dönemlerinde kadılar, adlî görevlerinin yanı sıra birtakım idarî görevler yürüttükleri için, mahkemelerde tutulan kayıtlar siyasî, idarî, toplumsal ve ekonomik açılardan tarih yazıcılığına malzeme sunmaktadır. Merkez-taşra ilişkilerinden toplumsal yapıya kadar uzanan geniş bir alana ışık tutacak bilgiler ihtiva eden şer’iye sicilleri, hassaten Osmanlı hukuk tarihi için vazgeçilemez bir kaynak durumundadır. Tanzimat döneminde yaşanan yenileşme hareketleri her ne kadar adlî teşkilatlanmada ve şer’iye sicillerinin içeriğinde bir değişime yol açsa da tarih yazıcılığı bakımından bu belgelerin değeri değişmemiştir. Osmanlı hukuk tarihi açısından son derece önemli bir yere sahip olan ve tarihçilerin üzerinde pek çok çalışmalar yaptığı mahkeme kayıtları, Cumhuriyet dönemi söz konusu olduğunda maalesef dikkatlerden kaçmaktadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleşen inkılâp hareketleri köklü bir dönüşüm sağlamakla birlikte, Osmanlı Devleti’nden miras alınan kurumsal hafıza, tarihî bir süreklilik göstermektedir. 8 Nisan 1924’te kabul edilen bir kanunla şer’iye mahkemeleri ilga edilmiş ve adliye teşkilatı “Sulh”, “Asliye” ve “Cinayet” olmak üzere üçlü bir mahkeme yapısına kavuşturulmuştur. Bu köklü dönüşüme rağmen kurulan yeni mahkemeler, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi aldığı kararları dosya usulüyle arşivlemeye devam etmiştir. Cumhuriyet dönemi mahkemelerinde tutulan ve “Karar Esas Defteri”nde muhafaza edilen mahkeme kayıtları başta suç ve ceza olmak üzere boşanma, miras, evlat edinme, alacak-verecek gibi toplumsal konularda ciddi bir kaynak oluşturmaktadır. Cumhuriyet dönemi hukuk tarihi çalışmaları için ihmal edilemez bir kaynak olan, yerel ve mukayeseli tarih ile sosyolojik araştırmalar bakımından paha biçilemez veriler barındıran adliye arşivleri, bugün itibariyle tamamen âtıl vaziyettedir. Söz konusu durum hem tarih yazıcılığı hem de arşivcilik açısından dikkate değer bir boşluk oluşturmaktadır. Bu çalışma adliye arşivlerinin mevcut durumunu ve tarih yazıcılığı bakımından önemini ortaya koymayı, muhafazası ve kullanımına ilişkin bazı teklifl eri gündeme getirmeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Adliye Arşivleri, Karar Esas Defterleri, Adliye Teşkilatı, Hukuk Tarihi.

In terms of historiography, the most important sources are archive documents in order to reach objective information. The Republic of Turkey has very rich archive records with its collections of books and documents inherited from the Ottoman Empire. Among these document collections, the sharia (kadi) registers are of particular importance. Because, in the classical periods of the Ottoman Empire, the records kept in the courts provide material for historiography in terms of political, administrative, social and economic aspects, since the judges carried out some administrative duties in addition to their judicial duties. Sharia records, which contain information that will shed light on a wide area ranging from central-provincial relations to social structure, are an indispensable source for the history of Ottoman law. Although the reform movements in the Tanzimat period led to a change in the judicial organization and the content of the sharia registers, the value of these documents did not change in terms of historiography. Court records, which have an extremely important place in terms of Ottoman law history and on which historians have studied many times, unfortunately escape attention when it comes to the Republican period. Although the revolutionary movements that took place in the fi rst years of the Republic provided a radical transformation, the institutional memory inherited from the Ottoman Empire shows a historical continuity. With a law adopted on April 8, 1924, the sharia courts were abolished and the judicial organization was brought into a tripartite court structure, namely “Peace”, “Peace” and “Murder”. Despite this radical transformation, the new courts that were established continued to archive their decisions with the fi le method, just like in the Ottoman period. The court records kept in the courts of the Republic period and preserved in the “Decision Book” constitute a serious resource on social issues such as crime and punishment, divorce, inheritance, adoption, and receivables. The courthouse archives, which are an indispensable resource for the studies of the legal history of the Republic period and contain invaluable data in terms of local and comparative history and sociological research, are completely idle as of today. This situation creates a remarkable gap in terms of both historiography and archiving. This study aims to reveal the current status of the courthouse archives and their importance in terms of historiography, and to bring up some proposals for their preservation and use.

Keywords: Courthouse Archives, Decision Books, Judicial Organization, History of Law.

Bilim İnsanlarının Raporlarına Göre Hitler Almanya’sının Orta Doğu’ya Yönelik Nüfuz ve Kültür Politikası

Tahir Kodal
ORCID:
0000-0003-0383-1195
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.24
Sayfalar: 627-660

Bu çalışmada; Hitlerin iktidara gelmesinden sonra Almanya’nın II. Dünya Savaşı öncesinde Orta Doğu’ya yönelik “kültür politikası” konu edilmiştir. Bu bağlamda, Almanya’nın Ortadoğu ülkesi olarak kabul etmiş olduğu Türkiye, Mısır ve İran’a karşı takip edilmesi gereken kültür politikası ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken, Alman bilim insanlarınca hazırlanılan ve Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde yer alan raporlar temel alınmıştır. Dr. Kurt Koehler (Deipzig), Dr. Oluf Kürkkmann (Jane) ve Dr. Wilhelm Eilers (Berlin) tarafından hazırlanılan raporlara göre Almanya’nın Türkiye’ye, Mısır’a ve İran’a yönelik kültür politikası açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda; konunun daha iyi anlaşılması için ilk olarak, Almanya’nın Orta Doğu’da takip etmek istediği “nüfuz mıntıkaları politikası” raporlar temel alınarak ortaya konulmuştur. Çalışmanın asıl kısmında; “Avrupaî Şarkın kapısı” olarak görülen Türkiye’ye karşı takip edilen kültür politikası üzerinde durulmuştur. Daha sonra ise “Müslüman Şark’a açılan kapı” şeklinde ifade edilen Mısır’a karşı yürütülen kültür politikası açıklığa kavuşturulmuştur. Çalışmanın sonuç kısmında ise varılan sonuçlara, değerlendirmelere, yorumlara yer verilmiş, bazı önerilerde bulunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Hitler, Almanya, Orta Doğu, Türkiye, Mısır.

İn this study, after Hitler came to power, before World War II, Germany’s “cultural policy” towards the Middle East was the subject. In this context, it was attempted to put forward the cultural policy that should be followed against Turkey, Egypt and Iran, which Germany accepted as a Middle Eastern country. This was based on reports prepared by German scientists and contained in the Prime Minister’s Republican Archive. According to reports prepared by Dr. Kurt Koehler (Deipzig), Dr Oluf Kürkkmann (Jane) and Dr. Wilhelm Eilers (Berlin), Germany’s cultural policy towards Turkey, Egypt and Iran has been tried to clarify. In this context, in order to better understand the issue, the “infl uence zones policy” that Germany wants to follow in the Middle East was fi rst put forward based on the reports. In the main part of the study, the cultural policy followed against Turkey, which is seen as the “gate of European East”, was focused. Later, the cultural policy carried out against Egypt, which is expressed as “the gateway to the Muslim East”, was clarifi ed. In the conclusion part of the study, the results, evaluations, comments were included and some suggestions were made.

Keywords: Hitler, Germany, Middle East, Turkey, Egypt.

Türkiye’nin Diaspora Politikası Çerçevesinde Finlandiya Türk Halk Mektebi (1948-1969)

Evren Küçük
ORCID:
0000-0003-0904-2453
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.25
Sayfalar: 661-684

Diaspora, kendi devletinden ya da yurdundan ayrılmış ve başka uluslar arasında dağılmış, ancak kendi ulusal kültürünü koruyan bir ulus ya da ulusun bir parçası olarak tanımlanmaktadır. Türkiye, Cumhuriyet döneminde Finlandiya’daki Tatar Türklerini soydaş olarak kabul edip desteklemiştir. Finlandiya’da yaşayan Türk/Tatar toplumunun kökeni 1860’larda Rusya’nın Volga-Ural bölgesinden gelen tüccarlara dayanmakta olup büyük kısmı Nijninovgorod’dan gelmişlerdir. Tatar Türkleri, XX. yüzyılın başlarından itibaren kalıcı olarak bölgeye yerleşmeye ve Finlandiya Türkleri olarak adlandırılmaya başlanmışlardır. 1925 yılında “Suomen Muhamettilainen Seurakunta” (Finlandiya Muhammed Cemaati) Helsinki’de kurulmuş olup Sadri Maksudi (Arsal) Bey bu oluşumun tüzüğünü hazırlamıştır. 1948 yılında Helsinki’de “Türk Halk Mektebi” açılmış ve bu mektebi bitiren çocuklar, Fin okullarında da öğrenimlerine devam edebilmiştir. Finlandiya Türkleri, Türk-Fin ilişkilerinde soydaş olarak kabul edilmiş ve desteklenmiştir. Türkiye, Atatürk döneminde kültürel ilişkiler bağlamında soydaş halklara çeşitli destekler vermiştir. Söz konusu desteğin somut göstergesi Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’den Finlandiya Türklerinin eğitim ihtiyacı için öğretmen ve din görevlisi gönderilmesidir. Türk Halk Mektebi’nde çocuk sayısının azalması, 1969 yılında okulun kapanmasına neden olmuştur. Bu çalışma Finlandiya Türk Halk Mektebi’nin açılış sürecini ve dönüşümünü arşiv (Başkanlık Cumhuriyet Arşivi, Dışişleri Türk Diplomatik Arşivi ve Suomen Muhamettilainen Seurakunta Arşivi) belgeleri, hatırat, basın ve ikincil kaynaklar ile incelemek amacıyla hazırlanmıştır. Avrupa’da açılan ilk Türk mektebi olma özelliği taşıyan okul hakkında gerek Türkçe gerekse yabancı literatürde kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Dolayısıyla çalışma, Türkçe literatürde halihazırdaki bu açığın kapatılmasına katkı sağlamaktadır. Söz konusu çalışmada Finlandiya Türk Halk Mektebi’nin Türk Diaspora politikası çerçevesinde nasıl bir gelişme kaydettiği ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Diaspora, Tatar, Finlandiya, Finlandiya İslam Cemaati, Türk Halk Mektebi, Göç.

A diaspora is defi ned as a nation or part of a nation that has separated from its own state or homeland and is dispersed among other nations, but retains its own national culture. Turkey accepted and supported Tatar Turks in Finland as kindred nation during the Republican period. The origin of the Turkish-Tatar community living in Finland dates back to the merchants from the Volga-Ural region of Russia in the 1860s, and most of them came from Nijni Novgorod. Tatar Turks began to settle in the region on a permanent basis from the beginning of the twentieth century and were called Finnish Turks. In 1925, Suomen Mukhamettilainen Seurakunta (Islamic Community of Finland) was founded in Helsinki, and Sadri Maksudi (Arsal) Bey prepared the charter of this formation. In 1948, the Turkish State School was opened in Helsinki, and children who graduated from this school were able to continue their education in Finnish schools. Finnish Turks were accepted and supported as kindred in Turkish-Finnish relations. Turkey, in the context of cultural relations, gave various supports to the kindred peoples during the Atatürk period. The concrete indicator of this support is the sending of teachers and religious offi cials from Turkey for the education needs of Finnish Turks since the fi rst years of republic’s existence. The decline in the number of children in the Turkish public school led to the closure of the school in 1969. This study has been prepared to examine the opening process and transformation of the Finnish Turkish Folk School with archival documents (Presidential Republic Archive, Foreign Aff airs Turkish Diplomatic Archive and Suomen Muhamettilainen Seurakunta Archive), memoirs, press and secondary sources. There has been no comprehensive study in both Turkish and foreign literature about the school, which is the fi rst Turkish school opened in Europe. Therefore, the study contributes to closing this current gap in Turkish literature. In this study, it will be discussed how the Finnish Turkish Folk School has progressed within the framework of the Turkish Diaspora policy.

Keywords: Diaspora, Tatar, Finland, Finnish Islamic Community, Turkish Folk School, Migration.

Amerikan İstihbarat (CIA) Belgelerine Göre Türk Boğazları Sorunu (1945-1953)

Engin Çağdaş Bulut
ORCID:
0000-0002-4744-2629
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.26
Sayfalar: 685-708

Tarih boyunca kıtaları birbirine bağlayan kara ve su yolları her zaman önemli ve değerli olmuştur. Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan güzergahlardan biri olan Çanakkale ve İstanbul Boğazları da jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik açıdan büyük bir öneme sahiptir. Öyle ki bu boğazlara sahip olmak savaş halinde de barış halinde de yüksek bir sorumluluk gerektirmektedir. Bu sorumluluk; Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Boğazı’nın İtilaf Devletleri tarafından geçilemeyişinin savaşın gidişatını değiştirmesi, İkinci Dünya Savaşından sonra Boğazlar üzerindeki Rusya baskısının iki kutuplu dünya düzeninde gündemi meşgul etmesiyle kendisini göstermiştir. Sovyetler Birliği’nin Boğazların statüsü hakkındaki görüşleri ile Türkiye’den talepleri 1945 yılından başlayıp Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin’in öldüğü 1953 yılına kadar Türk iç ve dış politikasında belirleyici rol oynamıştır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gerek bölgeye olan uzaklığı gerekse Avrupa meselelerinden dönem dönem uzak durması nedeniyle Boğazlar üzerinde diğer büyük devletlere göre daha az çıkarlara sahipti. ABD, Boğazlardan faydalanan, buradaki gelişmelerden etkilenen devletlerarasında barış ve istikrara katkıda bulunmak için en uygun Boğazlar Rejiminin uygulanmasını teşvik etmiş, savaş zamanlarında ise Türkiye’nin savunulmasının ABD’nin savunulması için hayati önem taşıdığını savunmuştur. Çeşitli kişi ve kurumlar aracılığıyla bölgede yaşananları izlemiştir. Bu kurumlardan biri de Central Intelligence Agency (CIA-Merkezi İstihbarat Teşkilatı)’dır. CIA arşivleri tarandığında Sovyetler Birliği, İngiltere ve bazı Balkan ülkelerinin Boğazlar meselesine bakışını inceleyen raporlar hazırlandığı tespit edilmiştir. Bu raporlarda ülkelerin politik, askeri ve ekonomik açıdan Boğazlara olan bağımlılığı ve bu bağımlılık üzerinden geliştirdikleri dış politikalar üzerinde durulmuştur. Ülkelerin Boğazlardan geçen gemi sayıları ve gemilerin tonajları verildiği belgelerde ayrıca Montrö Boğazlar Sözleşmesi de önemli bir yer bulmuş, bu sözleşmenin üzerinde yapılacak olası değişiklik talepleri ele alınmıştır. Çalışmada CIA belgeleri üzerinden ilgili dönem incelenecek ve ABD’nin Boğazların statüsüne bakışı ve bu bölgedeki politikaları değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: Boğazlar Meselesi, Türkiye, ABD, CIA.

Throughout history, land and waterways connecting continents have always been important and valuable. The Dardanelles and Istanbul Straits, one of the routes connecting Asia and Europe, have a great geopolitical, geostrategic and geoeconomic importance. In fact, owning these straits entails a high responsibility in both war and peacetime. This responsibility; The failure to pass the Dardanelles by the Entente Powers during the First World War changed the course of the war, and after the Second World War, the Russian pressure on the Straits occupied the agenda in the bipolar world order. The Soviet Union’s views on the status of the Straits and its demands from Turkey played a decisive role in Turkish domestic and foreign policy starting from 1945 until the death of Soviet Union leader Josef Stalin in 1953. The United States of America (USA) had less interests on the Straits compared to other major states, due to its distance from the region and its distance from European issues from time to time. The USA has encouraged the implementation of the most appropriate Straits Regime in order to contribute to peace and stability among the states benefi ting from the Straits and aff ected by the developments there. In times of war, the USA argued that the defense of Turkey was vital for the defense of the USA. The USA followed the events in the region through various individuals and institutions. One of these institutions is the Central Intelligence Agency (CIA). When the CIA archives were scanned, it was determined that there were reports examining the perspectives of the USA, Soviet Union, England and some Balkan countries on the Straits issue. In these reports, the political, military and economic dependence of the countries on the Straits and the foreign policies they developed based on this dependency were emphasized. In the documents in which the number of ships passing through the Straits and the tonnage of the ships are given, the Montreux Straits Convention has also found an important place, and possible changes to this agreement have been discussed. In the study, the relevant period will be examined through CIA documents and the view of the USA on the status of the Straits and its policies in this region will be evaluated.

Keywords: Straits Problem, Turkey, USA, CIA.

Batı Trakya Türk Azınlık Eğitiminde Arap Harflerinden Latin Harflerine Geçişe Verilen Tepkiler

Sebahattin Abdurrahman
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.27
Sayfalar: 709-728

Batı Trakya Türkleri Osmanlı İmparatorluğu sonrası Balkanlarda varlığını sürdüren topluluklardan birisidir. 1923 Lozan Antlaşmasının imzalanması sonrası Yunanistan’ın kuzey doğusunda, Batı Trakya’da, azınlık olarak kalan Batı Trakya Türkleri’nin azınlık tarihleri boyunca en çok tartışılan ve mucadele edilen konulardan biri eğitimdir. Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Yunanistan eğitim sistemine dahil edilen ve sadece azınlık çocuklarının kayıt olabildiği Batı Trakya’daki azınlık okullarındaki eğitimin yapısı ve içeriği 1920’lerin sonlarından itibaren şekillenmeye başlamıştır. Bu yıllardan itibaren azınlık okulların yönetimi, müfredat kitaplarının temini, öğretmenlerin göreve getirilmeleri gibi konular da azınlık eğitiminin ayrılmaz sorunları olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca, 1928’de Türkiye’de gerçekleşen harf devrimine paralel olarak Batı Trakya’daki azınlık ilkokullarındaki Türkçe derslerde o güne kadar kullanılan Arap harfl erinin yerine Latin harfl erine geçilmesi süreci de bu dönemde azınlık eğitiminde dikkat çeken konulardan birisidir. Türkiye’deki eğitimde yaşanan yeniliklerin Batı Trakya Türkleri arasında destek bulması toplum içinde Arap harfl eri yerine Latin harfl erinin kullanılması yönünde istekleri de beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda girişimler başlamış ve 1928 yılında İskeçe’ye bağlı Kireççiler Türk İlkokulu’nun eğitimde Latin alfabesine geçmesiyle Batı Trakya azınlık eğitiminde Türkçe alfabe konusunda değişim süreci de başlamıştır. Latin harfl eriyle eğitime karşı güçlü bir direncin görüldüğü bu yıllardan sonra Latin alfabesiyle eğitim veren okulların sayısı her geçen gün artmıştır. Yenilikçilerin bu kazanımlarıyla beraber azınlık eğitiminde etkileri uzun yıllar sürecek olan yeni ve eski Türkçeciler bölünmesi de başlamıştır. Bu çalışmada Türkiye’de gerçekleşen 1928 harf devriminin, Batı Trakya azınlık eğitiminin şekillenme yıllarındaki etkileri incelenecektir. Bu süreçte Batı Trakya Türk toplumunda bölünmelere ve gerginliklere neden olan Arap harfl erinden Latin harfl erine geçiş analiz edilecektir. Bu analiz ve değerlendirmeler, dönemin bazı azınlık gazetelerinin birincil kaynak olarak kullanılmasıyla ortaya konulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Batı Trakya Türkleri, Batı Trakya Türk Azınlık Okulları, Atatürk Devrimleri, 1928 Harf İnkılabı, Mustafa Sabri Efendi, Yüzellilikler.

The Western Thrace Turks are one of the few remaining Turkish communities in the Balkans from the Ottoman Empire. They became a minority in the Greek territories, in the country’s north-east, following the ratifi cation of the Treaty of Lausanne in 1923. Education has been one of the most disputable issues throughout their minority history. Following the ratifi cation of the Treaty of Lausanne, the education in minority schools in Western Thrace became part of the Greek national educational system and by the end of the 1920s, the structure of the minority education began to shift. Accordingly, the management of minority schools, the appointment of teachers and issues with textbooks emerged as inseparable problems of minority education. In addition to these problems, replacing the Arabic script with Latin in Turkey in 1928 created a new problem for minority education in Western Thrace where Arabic script was the only alphabet used in minotity schools until 1928. Such a transformation became one of the most controversial issues within the minority as it resulted in a division of minority schools and long-lasting eff ects on the education of minority children. The emergence of gradual support for the Latin script intensifi ed the demands for replacing the Arabic script with Latin in Western Thrace minority education. Accordingly, following an application by minority families, Kireççiler Turkish Minority Primary School became the fi rst minority school replacing the Arabic script with the Latin. With this, the process of alphabet transformation in minority schools began. Although there were strong reactions from the supporters of the Arab alphabet towards the transformation during the late 1920s, the number of minority primary schools replacing the Latin alphabet gradually increased in the following years. This lead to years of wider division within the minority community. This study will fi rst look at the eff ects of alphabet change in Turkey on the minority education in Western Thrace during its fi rst years. Secondly, the division among the Western Thrace Turks in the context of process of alphabet transformation in minority schools will be explored. Minority newspapers published during the 1920s will be used as primary sources in this study.

Keywords: Western Thrace Turks, Western Thrace Turkish Minority Schools, Atarürk Reforms, 1928 Language Reform, Mustafa Sabri Efendi, Hundredandfiftyers.

İslamî Şûra Meclisi Ermeni Milletvekillerinin Sözde “Ermeni Soykırımı”nı Tanıtma Girişimlerinin İran’ın İç ve Dış Politikasına Etkisi

Elnur Kalbizada
ORCID:
0000-0001-5870-034X
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.28
Sayfalar: 729-744

1960’lardan bu yana jeopolitik amaçlarla bazı devletler ve Ermeni diasporası tarafından suni olarak gündeme getirilen 1915 olayları İran’daki ve dünyadaki Ermeni toplumunu birleştiren başlıca ideolojik yalanlardan biridir. 1979 İslam Devrimi’nden bu yana geçen süreçte İran İslamî Şûra Meclisindeki Ermeni milletvekilleri her zaman 1915 olaylarını gündemde tutmaya çalışmışlardır. Araştırmanın ana sorusu şu şekildedir: İran’daki Ermeni cemaatinin ve milletvekillerinin 1915 olaylarını ‘soykırımı’ olarak tanıtma girişimleri İran’ın iç ve dış politikasını nasıl etkiliyor? Makalede, İran’daki Ermeni cemaatinin ve milletvekillerinin sözde soykırımı tanıtmak için kullandıkları başlıca yöntem ve araçlar incelenmiştir. Bir diğer araştırma sorusu İran’ın 1915 olayları ile ilgili resmi ve kamusal düzeydeki tutumudur. Yapılan analizler, sözde “soykırım” meselesinin İran parlamentosunda gündeme getirilmesinin doğrudan İran-Türkiye ve İran-Azerbaycan ilişkileriyle ilgili olduğunu ve çoğu durumda bu ilişkilere zarar vermeyi amaçladığını göstermektedir. 1980- 1984 yıllarında Ermenilerin parlamentodaki temsilcisi Heraç Haçaturyan, İran İslamî Şûra Meclisi’nde sözde Ermeni “soykırımı” konusunu gündeme getiren ilk kişilerden biriydi. Mayıs 1981’de meclise hitaben yaptığı konuşmada Haçaturyan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda işlenen suçlar cezasız kaldığı için, daha sonra Hitler, ABD emperyalistleri ve İsrailli Siyonistler tarafından diğer milletlere karşı soykırımlar yapıldı” dedi. Araştırmalar, 1960’lardan sonra Ermenilerin İran’da sözde “soykırım” propagandası yapmak için çalışmalar yürüttüklerini ve bu ülkenin birçok şehrine “soykırım” anıtları dikebildiklerini gösteriyor. Ermeniler, İran-Türkiye bölgesel jeopolitik rekabetinden, Türkiye’nin ABD, günümüzde ise Azerbaycan’ın İsrail müttefi ki olduğu bahanesinden yararlanarak İran’da bu tür asılsız iddialarla dolu propagandaya elverişli koşullar yaratmaya çalıştılar. İran devleti, sözde soykırımla bağlantılı olarak Türk karşıtı propagandayı engellemek için herhangi bir pratik adım atmamıştır. Aynı zamanda, 1979 devrimi sonrası dönemde Ermeni milletvekillerinin yaptığı çalışmalara, gösterilen tüm çabalara rağmen İran’ın sözde Ermeni soykırımını resmen tanımadığını belirtmek gerekir.

Anahtar Kelimeler: İran, İslamî Şûra Meclisi, Ermeni, Sözde Soykırımı, Türkiye, Propaganda.

The 1915 events, which have been brought to the agenda artifi cially by some states and the Armenian diaspora for geopolitical purposes since the 1960s, are one of the main ideological fabrications that unite the Armenian community in Iran and around the world. Since the 1979 Islamic Revolution, Armenian memberos of the Iranian Islamic Consultative Assembly have always tried to keep the 1915 events on the agenda. The main question of the research is as follows: How do the attempts of the Armenian community and members of the parliament in Iran to introduce the 1915 events as genocide aff ect Iran’s domestic and foreign policy? Particular attention was paid to the examination of the methods and tools used by the Armenian community and Armenian deputies to promote the so-called genocide. Another main research question is Iran’s offi cial, public and scientifi c attitude towards the 1915 events. The analyzes show that the so-called genocide issue in the Iranian parliament is directly related to Iran-Turkey and Iran-Azerbaijan relations and in most cases aims to harm these relations. Herach Khachaturyan, the representative of the Armenians in the parliament in 1980-1984, was one of the fi rst people to raise the issue of so-called genocide in the Islamic Consultative Assembly. In his speech to the parliament in May 1981, Khachaturian said: “As crimes in the Ottoman Empire went unpunished, genocides were later committed against other nations by Hitler, the US imperialists and the Israeli Zionists”. Research shows that after the 1960s, Armenians carried out eff orts to propagate socalled “genocide” in Iran and they were able to erect so-called genocide monuments in various cities of this country. Taking advantage of the Iran-Turkey regional geopolitical rivalry, the excuse that Turkey is an ally of the USA and today Azerbaijan is an ally of Israel, the Armenians tried to create favorable conditions for such false propaganda in Iran. The Iranian state has not taken any practical steps to curb antiTurkish propaganda in connection with the so-called genocide. At the same time, it should be noted that Iran did not offi cially recognize the 1915 events as genocide despite all the eff orts of the Armenian members of the Iranian parliament in the post1979 revolution period.

Keywords: Iran, Islamic Consultative Assembly, Armenians, So-called Genocide, Turkey, Propaganda.

Cumhuriyet Maliyesinde Önemli Bir Aşama: İlk Kâğıt Paraların Tedavüle Çıkarılması

Serkan Tuna
ORCID:
0000-0002-7514-7328
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.29
Sayfalar: 745-776

Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kâğıt paralarının tedavüle çıkarılış süreci incelenmiştir. Osmanlı Devleti’nde ilk kâğıt paralar kaime adıyla 1840 yılında çıkarılmıştır. Bundan sonra kaime, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın fi nansmanı için tekrar piyasaya sürülmüş ve son olarak Birinci Dünya Savaşı masrafl arının karşılanması amacıyla da çıkarılmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında toplam 161.018.663 liralık kaime basılmış ve bunların bir kısmı tedavülden kaldırıldıktan sonra 153.748.563 lira Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilmiştir. Mali güçlükler nedeniyle bu kâğıt paralar Cumhuriyet’in ilk yıllarında tedavülde kalmaya devam etmiştir. Ancak 30 Aralık 1925 tarihinde kabul edilen kanunla, bunların değiştirilerek yeni Cumhuriyet kâğıt paralarının çıkarılmasına karar verilmiştir. Bu kararın alınmasında, siyasi ve mali bağımsızlık amacının yanında Osmanlı Devleti’nden kalan paraların yol açtığı ekonomik sıkıntılar da rol oynamıştır. Kabul edilen kanuna uygun olarak, kâğıt paraların basım işlemlerini yürütmek üzere Çankırı milletvekili Mustafa Abdülhalik [Renda] Bey’in başkanlığında ve banka temsilcilerinin de katıldığı bir komisyon kurulmuştur. Toplantılarını İstanbul’da yapan komisyon, kâğıt paraları basacak şirketi ve bunları resimleyecek ressamı belirlemiştir. Bu çerçevede Türk ve yabancı fi rmaların teklifl eri değerlendirildikten sonra paraların basım yetkisi 88.000 sterlin bedelle bir İngiliz şirketine verilmiştir. İngiliz şirketinin paraların basımını en modern yöntem ve uygun fi yatla yapacak olması bu kararda etkili olmuştur. Komisyon, Evkaf Müzesi Müdürü Ressam Ali Sami [Boyar] Bey’i de paraların resimlerini yapmakla görevlendirmiştir. Bu gelişmelerden sonra kâğıt paraların resimleri yapılmış ve Londra’da basımına geçilmiştir. Bu aşamada Türkiye’den gönderilen bir heyet de kâğıt paraların basımına nezaret etmiştir. İngiliz şirketinin örnek paraları Türkiye’ye gönderdiği süreçte bazı anlaşmazlıklar yaşansa da, bunlar zaman içerisinde giderilmiş ve şirket komisyonun istediği değişiklikleri yaparak basım işlemlerini bitirmiştir. Bu gelişmeleri takiben, 5 Aralık 1927’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kâğıt paraları tedavüle çıkarılmıştır. Bu tarihten itibaren Osmanlı kâğıt paralarının değişimi için altı aylık bir zaman tanınmış, ancak bu süre üç ay daha uzatılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Maliye, Kâğıt Para, Mustafa Abdülhalik [Renda], Ali Sami [Boyar], İngiliz Şirketi.

In this study, the process of issuing the fi rst banknotes of the Republic of Turkey has been examined.In the Ottoman Empire, the fi rst paper money was issued in 1840 under the name of kaime. After that, kaime was put on the market again to fi nance the Ottoman-Russian War of 1877-1878 and fi nally it was issued to cover the expenses of the First World War. During the First World War, a total of 161.018.663 liras were printed and 153.748.563 liras were transferred to the Republic of Turkey after some of them were withdrawn from circulation. Due to fi nancial diffi culties, these paper money continued to be in circulation in the fi rst years of the Republic. However, with the law adopted on 30 December 1925, it was decided to amend them and issue new Republic banknotes. In this decision, besides the aim of political and fi nancial independence, the economic problems caused by the money left over from the Ottoman Empire also played a role. In accordance with the adopted law, a commission was established under the chairmanship of Çankırı deputy Mustafa Abdülhalik [Renda] Bey and with the participation of bank representatives to carry out the printing of paper money. The commission, which held its meetings in Istanbul, determined the company that would print the banknotes and the painter who would paint them. In this context, after evaluating the off ers of Turkish and foreign companies, the printing authority of the banknotes was given to a British company for a price of 88.000 sterlings. The fact that the British company will print the banknotes with the most modern method and at an aff ordable price has been eff ective in this decision. The Commission commissioned the Director of the Evkaf Museum, Painter Ali Sami [Boyar] Bey, to paint the banknotes. After these developments, the pictures of the banknotes were made and the printing process was started in London. At this stage, a delegation from Turkey supervised the printing of banknotes. Even though there were some disagreements in the process when the British company sent the sample banknotes to Turkey, these were resolved in time and the company completed the printing process by making the changes requested by the commission. Following these developments, the fi rst banknotes of the Republic of Turkey were put into circulation on 5 December 1927. As of this date, a six-month period was allowed for the exchange of Ottoman banknotes, but this period was extended for another three months.

Keywords: Finance, Banknote, Mustafa Abdülhalik [Renda], Ali Sami [Boyar], British Company.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Uluslararası Kuruluş Üyeliği: Beynelmilel Ziraat Enstitüsü

Seda Örsten Esirgen
ORCID:
0000-0002-7634-8092
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.30
Sayfalar: 777-796

Osmanlı Devleti, uluslararası hukuk ilişkilerini XVIII. yüzyıldan itibaren modern bir şekle dönüştürmeye başlamış; XIX. yüzyılda sağlık, ulaşım, fi kri mülkiyet gibi farklı konularda akdedilen çok taraflı düzenlemeleri kabul ederek, uluslararası hukukta ortaya çıkan gelişmeleri yakından takip etmiştir. XX. yüzyılın ilk yıllarında ise artık oluşturulmaya başlanan uluslararası kuruluşlara Osmanlı Devleti’nin de üye olarak katıldığı görülmüştür. Bunlar arasında Roma’da kurulan Beynelmilel Ziraat Enstitüsü de bulunmaktadır. Dünya genelinde tarım ve gıda durumunu takip amacıyla bir örgüt kurulması fi kri ilk olarak XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. XX. yüzyılın başında bu konuda atılan adımlar neticesinde 1905 yılında Roma’da toplanan bir uluslararası konferansta Beynelmilel Ziraat Enstitüsü’nün kurulmasına karar verilmiştir. Söz konusu Enstitü’nün faaliyetleri İkinci Dünya Savaşı sırasında durmuş ve Enstitü, 1948 yılında resmen sona erdirilerek, görevleri yeni kurulan Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) devredilmiştir. 40 yıldan fazla bir süre faaliyet gösteren bir uluslararası kuruluşun üyeleri arasında önce Osmanlı Devleti, ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak yer alınması, Türk hukuk tarihi açısından henüz incelenmemiş bir üyelik sürecini de karşımıza çıkarmaktadır. Osmanlı Devleti, Enstitü’nün kuruluşuna hukukî dayanak olan 7 Haziran 1905 tarihli sözleşmeye taraf olmuş; gerek Konferans’a katılmadan önceki, gerek Sözleşme’nin imzalanması sürecindeki hukukî gelişmeler, Osmanlı dönemi arşiv belgelerine yansımıştır. Enstitü’nün Birinci Dünya Savaşı dönemindeki tutumu, Millî Mücadele’nin zafere ulaşmasıyla başlayan Lozan Barış Görüşmelerinde gündeme gelmesi ve ardından yeni kurulan Türk devletinin uluslararası hukuktaki konumu açısından da Enstitüye üyeliği, önem arz eden konular arasındadır. Söz konusu sözleşme, aynı zamanda Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki devamlılık/halefi yet tartışmalarında başvurulan Lozan Antlaşması’nın 99.maddesinde yeniden yürürlüğe gireceği öngörülen düzenlemeler arasındadır. Görüldüğü üzere, Türk hukuk tarihi açısından önemli bir geçiş sürecinde, uluslararası bir kuruluşa taraf olmanın farklı boyutları araştırılmaya muhtaçtır. Nitekim tebliğ, TÜBİTAK’ın ARDEB-1001 Programı kapsamında desteklenen 220K076 numaralı Projenin de bir parçasını oluşturmaktadır. Bu doğrultuda tebliğde gerek Osmanlı döneminde gerek Lozan Konferansı’nda ve Cumhuriyet döneminde Beynelmilel Ziraat Enstitüsü hakkındaki hukuki gelişmelerin, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi arşiv belgeleri ışığında değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Böylece Osmanlı Devleti’nin üyelik sürecindeki gelişmeler kadar, Enstitü’nün Birinci Dünya Savaşı dönemindeki faaliyetlerinin Lozan görüşmelerine etkisi ya da Kuruluş Sözleşmesi’nin Cumhuriyet döneminde yeniden yürürlüğe giriş sürecinde Devletin yaklaşımı ortaya konulmuş olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Türk Hukuk Tarihi, Uluslararası Hukuk, Lozan Antlaşması, Beynelmilel Ziraat Enstitüsü, Uluslararası Örgütler.

The Ottoman Empire started to transform its international legal relations into a modern form in the 18th century and followed the developments in international law by accepting multilateral regulations on diff erent issues such as health, transportation and intellectual property in the 19th century. From the fi rst years of the 20th century, it was seen that the Ottoman Empire also participated as a member in the international organizations that were started to be established. One of them is the International Institute of Agriculture established in Rome. The idea of setting an international organization to improve the world’s agriculture and food situation fi rst emerged at the end of the 19th century, and in 1905, at an international conference held in Rome, it was decided to establish the International Institute of Agriculture. Firstly Ottoman Empire and then the Republic of Turkey became a member of the Institute, which operated for more than 40 years. However, the process of this membership has not yet been examined in terms of Turkish legal history. The Ottoman State was a party to the Convention dated June 7, 1905, which was the legal basis for the establishment of the Institute. The Convention is also among the arrangements that will be put into eff ect again in Article 99 of the Treaty of Lausanne, which is referred to in the continuity/succession discussions about the Ottoman Empire and the Republic of Turkey. The Institute’s attitude during World War I, the negotiations about the Institute at the Lausanne Peace Conference, and then its membership of the newly established Turkish state to the Institute in terms of the position of in international law are among the important issues. As it can be seen, the diff erent aspects of being a party to an international organization need to be studied in terms of an important transition period of Turkish legal history. In this regard, it is aimed to evaluate the legal developments about the International Institute of Agriculture both in the Ottoman and Republican periods in the light of the archival documents. Therefore, in addition to the developments in the membership process of the Ottoman State, the eff ect of the Institute’s activities during the First World War on the Lausanne negotiations or the approach of the State in the reenactment of the Foundation Agreement in the Republican period will be revealed.

Keywords: Turkish Legal History, İnternational Law, Treaty of Lausanne, International Institute Of Agriculture, İnternational Organizations.

Bir Mahsul, Bir Coğrafya, Bir Endüstri: Şekerpancarının Alpullu ve Civarının Sosyo-ekonomik Dönüşümündeki Rolü (1925-1950)

Okan Ceylan
ORCID:
0000-0001-6867-6726
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.31
Sayfalar: 797-834

Bitkilerin tarihsel süreçteki kritik rolleri belirli bölgeler ve uluslararası gelişmeler bakımından da önem arz etmektedir. Bu bağlamda iki savaş arası dönemde (1914- 1945) Trakya’nın toplumsal ve iktisadi tarihinde şeker pancarı önemli bir yere sahiptir. Bu çalışma, şekerpancarının, Trakya köylüsünün iskanında ve tarımsal gelişiminde ilk kırılma olduğu iddiasındadır. Bu çalışmanın amacı ise zirai ve biyolojik özellikleriyle şeker pancarının Trakya çiftçisinin emeği, kamu yatırımları ve köylerin sosyo-ekonomik gelişimi üzerindeki etkisini multi-disipliner bir perspektiften açıklamaktır. Trakya’nın yurt edilmesinde ve lüks tüketim olarak toplumun şeker ihtiyacının karşılanmasında şekerpancarı tarımının bir devlet politikası olduğu gayet açıktır. Hatta, 19. yüzyılın ortalarından itibaren de şekerpancarı tarımı ve şeker sanayinin kurulmasına için girişimler olduğu da bilinmektedir. 1926 yılında Alpullu Şeker Fabrikasının kuruluşu ile Trakya’nın kırsalında pancar ekilmiştir. Bu yerleşimler Edirne, Uzunköprü, Meriç, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski, Alpullu ve Çerkezköy kırsaldır. Böylece, Trakya ve İstanbul’un şeker ihtiyacının %80’ni Alpullu’dan karşılanmıştır. Şekerpancarının gelişimi Trakya kırsalında ilk kez ürün desenini, hane halkı gelirini, pazara yönelik üretimi, tarımsal mekanizasyonu ve hayvansal üretimi arttırmıştır. Bu yüzden şeker pancarı toprağın metalaşması ve iskân sürecini hızlanmıştır. Bir yandan Alpullu Şeker Fabrikası ile şeker üretimi, ispirto üretimi ve hayvan yemi (küspe) üretimi artarken diğer yandan da Şark Demiryollarındaki nakliyat ve toplumsal hareketlilik hız kazanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Şekerpancarı, Tarımsal Modernleşme, Sosyo-Ekonomik Dönüşüm, Trakya, Sanayi.

The critical roles of plants in historical process become more of an issue in terms of some regions and international developments. In this context, sugar beet had an important place in the social and economic history of Thrace in the period of the inter-war period (1914-1945). This study claims that sugar beet was the fi rst breaking in the settlement and agricultural development of the peasant of Thrace. The aim of this study is to explain the infl uence of sugar beet on the labor of the peasant of Thrace, public investments, and the socio-economic developments of the villages with its agricultural and biological characteristics from a multidisciplinary perspective. It is quite clear that sugar beet cultivation was a government policy in gaining of homeland and in meeting the sugar need of society as a luxury consumption. Furthermore, from the mid-19th century onwards, it is known that there had been some attempts for sugar beet cultivation and the establishment of sugar industry. Together with the foundation of Alpullu Sugar Plant, sugar beet had been cultivated in the rural areas of Thrace. The settlements were the rural areas of Edirne, Uzunköprü, Meriç, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski, Alpullu ve Çerkezköy. Thus, 80 percent of the sugar needs of Thrace and İstanbul was met from Alpullu. The development of sugar beet cultivation increased the crop patterns, the income of household, market-oriented production, agricultural mechanization, and animal production. Thus, sugar beet accelerated the commodifi cation of land and settlement. On the one hand, the production of sugar, spirit, and animal feed (Cossette) increased, on the other hand the transportation in the Orient Railway and social mobility gained speed.

Keywords: Sugar beet, Agricultural Modernization, Socio-Economic Transformation, Thrace, Industry.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Esnaf–Zanaatkâr Politikalarına Dair Çözümlemeler (1923-1950)

Meltem Tekerek
ORCID:
0000-0001-5212-5313
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.32
Sayfalar: 835-869

Devletler özellikle bazı meslek gruplarını kontrol altında bulundurmak isterler. Sanayi Devriminden önce ekonomik alanda yaygın olan esnaf ve zanaatkâr örgütleri, devletlerin hem ekonomik hem de sosyal ve siyasal amaçlı toplumsal düzeni sağlamak konusunda faydalandıkları kuruluşlardandır. Avrupa’da loncalarda, Osmanlı’da Ahi teşkilatlarında ve loncalarda örgütlenen esnaf ve zanaatkârlar bu bağlamda işleve sahip olmuşlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında da süreç benzer şekilde işlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında diğer sosyal sınıfl ara göre daha yaygın ve köklü bir örgüt yapısına sahip olan esnaf ve zanaatkârlar devletin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirme hedefl erinin başlıca başvuru kaynaklarından biridir. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin oluşturmayı hedefl ediği yeni toplumsal düzenin önemli bir paydaşıdır. Bu nedenle esnaf ve zanaatkâr zümrelerine yönelik politikalar partinin tek başına iktidar olduğu kuruluştan 1950 yılına kadar hükümetin önemle üzerinde durduğu konulardan biri olmuştur. Sermaye kısıtlılığına bağlı olarak kendiliğinden oluşmamış, ideal bağlamda da kabul görmeyen sınıflı bir toplum yapısının henüz yadsındığı Türkiye’de bu dönemde esnaf ve zanaatkâr kitlesinin sosyo-politik alandaki önemine paha biçilemez. Bu nedenle 1925, 1943 ve 1949 yıllarında çıkarılan kanunlar başta olmak üzere çeşitli yasal düzenlemelerle bu sınıfın mesleki gelişimi sağlanmak istenmiş, teşkilatlanması ve işlevleri düzenlenmiştir. Bu çalışmada Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar sahibi olduğu ilk yıllarda esnaf ve zanaatkârlara yönelik politikaları devletle ilişkiler bağlamında analiz edilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilgili çalışma bürolarının hazırladığı raporlar, kanunlar, parti programları, hükümet programları, meclis tutanakları başta olmak üzere yayınlanmış makale ve kitaplar ile süreli yayınlar göz önünde bulundurulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Esnaf, Zanaatkâr, CHP, Politika, Teşkilatlanma.

Especially states want to keep certain occupational groups under control. Storekeeper and artisan organizations, which were common in the economic fi eld before the Industrial Revolution, are among the organizations that states benefi t from to maintain social and political purposes. Storekeepers and artisans organized in guilds in Europe and Ahi organizations and guilds in the Ottoman Empire had a function in this context. In the fi rst years of the Republic, the process worked similarly. In the fi rst years of the Republic, storekeepers and artisans, who had a more common and deep-rooted organizational structure than other social classes, were one of the the main reference source for the state’s economic development goals. At the same time, it is an important stakeholder in the new social order that the Republican People’s Party aims to create. For this reason, policies towards the storekeeper and artisan groups had been one of the issues that the government focused on from the establishment of the party in power alone until 1950. The importance of the storekeeper and artisan groups in the social-political fi eld in this period is invaluable in Turkey, where a class society structure that did not arise spontaneously due to capital constraints and is not accepted in the ideal context has yet been denied. For this reason, various legal regulations, especially the laws enacted in 1925, 1943 and 1949, it was aimed to ensure the professional development of this class, its organization and functions were regulated. In this study, the policies of the Republican People’s Party aimed at storekeepers and artisans were tried to be analyzed in the context of relations with the state during the fi rst years when it ruled the country. The reports prepared by the relevant working offi ce of the Republican People’s Party, laws, party programs, government programs, parliamentary minutes, published articles and books and periodicals were taken into consideration.

Keywords: Storekeeper, Artisan, RPP, Policy, Organization.

Romen Arşiv Belgelerine Göre Türkiye’de Komünist Hareket (1925-1944)

Ömer Metin
ORCID:
0000-0003-1307-321X
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.33
Sayfalar: 871-893

Rusya’da 1917 Bolşevik Devrimi gerçekleşmiş ve ardından dünyanın ilk sosyalist idaresi kurulmuştu. Rusya’daki bu yeni rejimin, komşu ülkelere de bir yansımasının olması kaçınılmazdı. Nitekim 1920’li yılların başından itibaren hem Romanya’da hem de Türkiye’de gizli komünist örgütlenmeler oluşmuştur. Her iki ülkenin elçilikleri, hazırlamış oldukları raporlarda bu gizli komünist hareketlere dair bilgileri üst makamlara bildirmişlerdir. Romanya’nın İstanbul Konsolosluğu ve Ankara Elçiliği, Millî Mücadele yıllarından itibaren Türkiye ve Sovyet Rusya arasında dostane ilişkiler bulunmasına rağmen, Türk hükümetinin ülkesinde herhangi bir komünist propagandaya izin vermediğine raporlarında sıkça vurgu yapmışlardır. Fakat Romen temsilcilere göre, Sovyet rejiminin Dünya’ya yayılmak istediği bir dönemde, doğal olarak Türkiye’de de sosyalist akımın yarattığı tehlikeler bulunmaktaydı. Türkiye’nin mevcut kültürel ve dini yapısından dolayı, sosyalist akımın bu ülkeye sıçramasının bir hayli güç olduğu da raporlarda yer almıştır. Buna rağmen Sovyet ajanlarının gizli faaliyetler yürüttüğü ve komünist sistemi Türkiye’ye yerleştirmek için büyük çaba içerisinde olduklarına vurgu yapılmıştır. Romanya’nın İstanbul Konsolosluğu ve Ankara Elçiliği, 1925-1944 yıllarını kapsayan döneme ait Türkiye’deki gizli komünist örgütlenmeyi ve faaliyetleri, düzenli raporlar halinde Bükreş’e aktarmışlardır. Türk üniversitelerine, basınına, fabrikalarına ve diğer alanlara sızmaya çalışan Sovyet destekli gizli komünist harekete dair detaylı bilgiler verilmiştir. Sovyet ordularının 23 Ağustos 1944’de Romanya topraklarına girmesi ve bu ülkede Bolşevik idarenin başlaması ile birlikte Romen diplomatların Türkiye’deki komünist tehlikeyle ilgili raporları doğal olarak sona ermiştir. Balkan Paktı dolayısıyla müttefi k olan dost iki ülkenin yolları ayrılmak zorunda kalacaktır. Bu çalışmada, Türkiye’de Sovyetler Birliği destekli gizli komünist örgütlenmenin 1925-1944 yıllarını kapsayan boyutları, daha önce yayınlanmamış Romanya Dışişleri Bakanlığı Arşivlerine göre değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Romanya, Komünizm, Sovyet Rusya, Devrim.

The 1917 Bolshevik Revolution took place in Russia, and then the world’s fi rst socialist administration was established. It was inevitable that this new regime in Russia would have a refl ection on neighboring countries as well. As a matter of fact, from the beginning of the 1920s, secret communist organizations were formed both in Romania and Turkey. The embassies of both countries reported information about these secret communist movements to the higher authorities in the reports they prepared. Romania’s Consulate in Istanbul and Embassy in Ankara frequently emphasized in their reports that the Turkish government does not allow any communist propaganda in their country, despite the friendly relations between Turkey and Soviet Russia since the years of the National Struggle. But according to the Romanian representatives, at a time when the Soviet regime wanted to spread to the world, naturally, there were dangers created by the socialist trend in Turkey. Due to Turkey’s current cultural and religious structure, it was also stated in the reports that it was very diffi cult for the socialist movement to spread to this country. Despite this, it was emphasized that the Soviet agents carried out secret activities and made great eff orts to establish the communist system in Turkey. The Romanian Consulate in Istanbul and the Embassy in Ankara reported the secret communist organization and activities in Turkey between 1925 and 1944 in Bucharest as regular reports. Detailed information is given about the Soviet-backed secret communist movement that tried to infl trate Turkish universities, press, factories and other areas. With the entry of the Soviet Armies into Romanian territory on August 23, 1944 and the beginning of the Bolshevik rule in this country, the reports of the Romanian diplomats about the communist danger in Turkey naturally ended. The paths of the two friendly countries, which are allies due to the Balkan Pact, will have to separate. In this study, the dimensions of the Soviet Union-supported secret communist organization in Turkey covering the years 1925-1944 were evaluated according to the previously unpublished Romanian Ministry of Foreign Affairs Archives.

Keywords: Turkey, Romania, Communism, Soviet Russia, Revolution.

Avusturya Arşiv Belgelerinde Şeyh Sait İsyanı (1925)

Sezen Kılıç
ORCID:
0000-0001-7871-1740
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.34
Sayfalar: 895-926

Avusturya arşivlerinde Şeyh Sait İsyanını ele alan üç farklı tarihli belge söz konusudur. Söz konusu belgelerin tamamı Avusturya Elçisi August Kral tarafından Avusturya Dışişleri Bakanı’na hitaben yazılmıştır. Toplam on dokuz sayfadan ibaret olan belgelerin ilki, isyan esnasında 26 Şubat 1925, ikinci belge isyan bastırıldıktan hemen sonra 24 Mayıs 1925, son belge ise isyancıların yargılanıp infazlarının gerçekleştirilmesi akabinde 18 Eylül 1925 tarihlerinde kaleme alınmıştır. Avusturya Elçisi ilk yazısında, çıkan isyanın gerekçesi, niteliği ve boyutuna ve ne zaman bastırılacağına dair izlenimlerini ve isyan karşısında Türk Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nın tutumunu ortaya koymaktadır. Avusturya Elçisi ikinci yazısında isyanın nasıl bastırıldığını, Türkiye’ye maliyetini, yeni isyanların çıkmaması için Ankara hükümetinin ne tür önlemler almayı planladığını açıklamaktadır. Ardından Kürt bölgelerinde İngiltere’nin ne tür entrikalar çevirdiğinin ve Kürt meselesinin çözülememesi durumunda Türkiye’nin kayıplarının neler olabileceğinin analizini yapmaktadır. Aynı zamanda İstiklal Mahkemesinde Abdülkadir Geylani’nin niçin isyancılarla birlikte yargılandığı ve Kürt hareketi açısından önemi hakkında görüşünü beyan etmektedir. Avusturya Elçisi son yazısında ise isyana katılanların hangi beyanları sonucu muhalif gazetecilerin İstiklal Mahkemesinde yargılandığını ve yargılanmadaki asıl gerekçenin ne olduğunu izah etmektedir. Akabinde de İstiklal Mahkemesi Başkanı ve yargılanan gazetecilerden Hüseyin Cahit hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır. Araştırmamızın amacı Şeyh Sait İsyanı ve sonrası yaşanan gelişmeler hakkında yabancı bir diplomatın izlenim ve kanaatlerini aktarmak ve bunların basılı eserlerle ne derece örtüştüğünü ortaya koymaktır.

Anahtar Kelimeler: Şeyh Sait İsyanı, Avusturya Elçisi, Kürt Meselesi, Muhalif İstanbul Basını, Musul.

There are three diff erent dated documents dealing with the Sheikh Said Rebellion in the Austrian archives. All of the said documents were written by the Austrian Ambassador August Kral, addressing the Austrian Minister of Foreign Aff airs. The fi rst of the nineteen-page documents was written on February 26, 1925 during the rebellion, the second on May 24, 1925, right after the revolt was suppressed, and the last document was on September 18, 1925, after the rebels were tried and executed. In his fi rst letter, the Austrian Ambassador reveals the rationale, nature and extent of the revolt, his impressions of when it will be suppressed, and the attitude of the Turkish Prime Minister and Minister of Interior in the face of the revolt. However, the feudal structure in Eastern Anatolia expresses the opinions of Sheikh Said about the main purpose of the rebellion, whether the rebellion will be successful and how long it can last. In his second article, the Austrian Ambassador explains how the rebellion was suppressed, its cost to Turkey, and what kind of measures the Ankara government plans to take to prevent new rebellions. Then, he analyzes what kind of intrigues Britain has been making in the Kurdish regions and what Turkey’s losses might be if the Kurdish issue is not resolved. At the same time, he expresses his opinion on why Abdulkadir Geylani was tried together with the rebels and his importance for the Kurdish movement in the Independence Court. In his last letter, the Austrian Ambassador explains which statements of the participants in the rebellion resulted in the trial of the opposition journalists in the Independence Court and what the main reason for the trial was. Subsequently, he made evaluations about the President of the Independence Court and one of the journalists on trial, Hüseyin Cahit. The aim of our research is to convey the impressions and opinions of a foreign diplomat about the Sheikh Said Rebellion and the developments after it, and to reveal the extent to which they overlap with the printed works.

Keywords: Sheikh Said Rebellion, Austrian Ambassador, Kurdish Question, Opposition Istanbul Press, Mosul.

Diaspora Süryanilerinin Soykırım İddiaları ve Türkiye’deki Süryanilerin Tutumu

Haşim Erdoğan
ORCID:
0000-0003-0557-4866
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.35
Sayfalar: 927-941

Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan olaylardan yola çıkarak Ermeni diasporası tarafından ortaya atılan asılsız soykırım iddiaları, Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası camiada zor duruma sokmak için özellikle Batılı devletler tarafından desteklenmektedir. Ermenilerin bu iddialarının yanı sıra bir de “Asurî soykırımı” ifadesi ortaya çıkarılmak istenmektedir. ABD ve Avrupa ’nın bazı ülkelerinde, geniş kitleleri etkileyebilmek adına Süryanileri, Nasturileri ve Keldanileri Asurî adı altında birleştirerek bir soykırım şablonu oluşturma çalışmaları yapılmaktadır. Dünya Savaşı sırasında Diyarbakır ve Mardin civarındaki Ermenilere isyanlarında destek veren bazı Süryaniler, telgraf hatlarını keserek isyanın Midyat ’a sıçramasında etkili olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin Ömer Naci Bey müfrezesiyle birlikte bastırmaya çalıştığı bu isyan, yoğun mücadelenin ardından savuşturulmuş, asilerin eski köylerine yeniden yerleşmeleri temin edilmiş ve yerlerinden edilmemek şartıyla hükümete olan borçlarını ödeyeceklerine dair onlardan söz alınmıştır. Ermenilerin kışkırtmasıyla başlayan Midyat-Hazak olayları olarak da bilinen bu olaylar, başlangıcında olduğu gibi sonrasında da hem Ermenilerin hem de Batılı devletlerin kışkırtmalarıyla soykırım olarak kendi sözlü anlatıları içerisinde anılmaya başlanmıştır. Süryani diasporasının bir asurî birlikteliği yaratabilmek adına en çok kullandığı kelime olan “seyfo” Süryanilere soykırım uygulandığını iddia eden içeriğe sahiptir. Osmanlı Devleti eliyle ve Türk ve Kürt ahali tarafından kendilerine yaşama hakkı verilmeyip asılıp kesildikleri, görüldükleri yerlerde öldürülerek soykırıma uğradıkları bazı Süryani büyükleri tarafından nesilden nesile aktarılmaktadır. Anlatılan bu olayların belgelere dayanmaması ve sadece sözlü anlatım içerisinde yer alması bu bilgilerin bir azınlık psikolojisi içerisinde taşıdıkları hafızanın sonucu olmalıdır. Süryanilere “Bağımsız Süryanistan” kurulacağının sözünün batılı devletlerce verilmiş olması ve buna inandırılmaları da bu söylemlerin birçok ağızda yer bulmasına sebep olmuştur. 1960’lardan itibaren çoğu ekonomik sebeplerle Avrupa’ya göç eden Süryaniler, gittikleri ülkelerde örgütlenmekte ve anlaşılan o ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı Ermeni iddialarına benzer iddialarla ortaya çıkmaları için kışkırtılmaktadırlar. Her ne kadar Türkiye’de yaşayan Süryaniler bu iddialara fazla itibar etmiyor, dillendirmiyor hatta çoğu kabul etmiyor olsa da ileriki zamanlarda Süryani diasporası nın yurtdışında lobi faaliyetlerini artırarak Ermenilerin iddialarına benzer bir soykırım iddiası ile Türkiye’nin karşısına çıkabilme ihtimalleri bu konudaki çalışma ve araştırmaların önemini oldukça artırmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Süryaniler, Birinci Dünya Savaşı, Soykırım İddiaları, Seyfo.

Baseless genocide allegations made by the Armenian diaspora based on the events during the First World War, It is especially supported by Western states to put the Republic of Turkey in a diffi cult situation in the international community. In addition to these claims of the Armenians, it is desired to reveal the expression “Assyrian Genocide”. USA and in some countries of the Europe, eff orts are being made to create a pattern of genocide by uniting Assyrians, Nestorians and Chaldeans under the name of Assyrians in order to infl uence large masses. During the First World War, some Assyrians who supported the Armenians around Diyarbakır and Mardin in their revolts were eff ective in the spread of the rebellion to Midyat by cutting the telegraph lines. This rebellion, which the Ottoman Empire tried to suppress together with Ömer Naci Bey’s detachment, was repulsed after intense struggle, the rebels were ensured to resettle in their old villages, and they were promised that they would pay their debts to the government provided that they were not displaced. These events, also known as the Midyat-Hazak events, which started with the provocation of the Armenians, started to be mentioned as genocide in their own oral narratives, with the provocations of both Armenians and Western states, as at the beginning. The word “seyfo”, the most used word by the Syriac diaspora to create an Assyrian unity has content claiming that the Assyrians were subjected to genocide. It is passed on from generation to generation by some Assyrian elders that they were not given the right to live by the Ottoman State and Turkish and Kurdish people, but were hanged, cut down, killed in places where they were seen and subjected to genocide. The fact that these events are not based on documents and only take place in oral expression must be the result of the memory they carry within a minority psychology. The fact that the promise to the Assyrians that an “Independent Syria” would be established was given by the western states and they were persuaded to believe it, also caused these discourses to take place in many mouths. Assyrians, most of whom migrated to Europe for economic reasons since the 1960’s, organize in the countries they go to and are tried to be provoked to come forward with claims similar to the Armenian claims against the Republic of Turkey. Although the Assyrians living in Turkey do not talk about these claims much, and most of them do not accept them, the possibility of the Syriac diaspora to come up against Turkey with such a genocide claim by increasing its lobbying activities abroad increases the importance of studies and researches on this subject.

Keywords: Assyrians, First World War, Genocide Allegations, Seyfo.

Demokrat Parti Döneminde İnşa Edilen Enerji Kaynağı: Hirfanlı Barajı

Cengiz Atlı
ORCID:
0000-0001-7617-6879
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.36
Sayfalar: 943-954

Demokrat Parti döneminde özelikle enerji sektöründeki gelişmeler dikkat çekmekteydi. Yapımına 1950’li yıllarda başlanan enerji üretim kaynaklarından bir bölümü 1954 yılında tamamlanarak faaliyete geçmişti. 1950 yılında 789.624 kw saat olan enerji üretimi 1960 yılında 2.815.071 kwh’ta yükselmişti. Bu barajların yanı sıra orta ölçekte birçok hidroelektrik santrali de tamamlanarak işletmeye açıldı. 1958 yılında tamamlanması planlanan Hirfanlı Barajı ve Hidroelektrik Santrali, iki İngiliz fi rması tarafından ihale süreci tamamlanarak 1954 yılında 96 milyon lira bedelle ihale edildi. İnşaat fi rması olan George Wimpye şirketi tarafından 1954 yılı ağustos ayı ortalarında baraj yerinde fi ili olarak çalışmalara başladı. İnşaatın imalatçı fi rması ise The English Electric Co. Ltd şirketi idi. Senelik istihsali 400 milyon kw idi. Santral 90 milyon liraya ihale edilmişti. Bu baraj Kuzey Batı Anadolu Şebekesiyle Orta Anadolu şehir ve kasabalarına enerji temin edecekti. Barajın inşaatı kaya dolgu tipinde yüksekliği 65 m idi. Baraj gölünün hacmi ise 6 milyar 300 milyon metre küp idi. Elektrik santralinde 4 türbin, 4 de jeneratör bulunmaktaydı.

Anahtar Kelimeler: Demokrat Parti, Enerji, Hirfanlı, Yatırım. Kalkınma.

During the Democratic Party period, developments in the energy sector were particularly noteworthy. Some of the energy production resources, the construction of which began in the 1950s, were completed and put into operation in 1954. The energy production, which was 789,624 kWh in 1950, increased to 2,815,071 kWh in 1960. In addition to these dams, many medium-sized hydroelectric power plants were completed and put into operation. The Hirfanlı Dam and Hydroelectric Power Plant, which was planned to be completed in 1958, was tendered by two British companies for a price of 96 million liras in 1954, after the tender process was completed. The construction company, George Wimpye, actually started work on the dam site in midAugust 1954. The manufacturer of the construction is The English Electric Co. Ltd company. Its annual production was 400 million kW. The power plant was tendered for 90 million liras. This dam would supply energy to Central Anatolian cities and towns with the North West Anatolian Network. The construction of the dam was rock fi ll type and its height was 65 m. The volume of the dam lake was 6 billion 300 million cubic meters. The power plant had 4 turbines and 4 generators.

Keywords: Democrat Party, Energy, Hirfan, Investment. Development.

Demokrat Parti ve Türkiye Jokey Kulübü

Selma Göktürk Çetinkaya
ORCID:
0000-0001-6828-1679
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.37
Sayfalar: 955-989

1950’li yıllar Türkiye’de sadece siyasi hareketliliğin yaşandığı dönem olmakla kalmamış; müzikten edebiyata, sinemadan spora kadar pek çok alanda toplum yeniliklerle karşılaşmıştır. Bu yeniliklerden birisi de Türkiye Jokey Kulübü’nün açılması olmuştur. At sporunun kurumsal hale getirilebilmesi ve Batı’daki gibi jokey kulüpleri tarafından yönetilmesi adına harekete geçilerek Başbakan Adnan Menderes’le yapılan görüşmelerin ardından 1950’de Jokey Kulübü açılmıştır. 1953’te genel menfaatlere yararlı cemiyetler arasına giren kulüp, adının önüne “Türkiye” ibaresinin getirilmesiyle Türkiye Jokey Kulübü ismini almıştır. Kulübün açılması konusunda öne çıkan isimler Nejat Evliyazade, Halim Sait Türkhan, Sait Akson, DP Milletvekilleri Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ile Saim Önhon olmuştur. Karaosmanoğlu’nun başkanlığını yaptığı Jokey Kulübü’nde DP milletvekillerinden Ethem Menderes, Sadık Giz, Osman Kapani, Enver Güreli, Adnan Karaosmanoğlu, İbrahim Kirazoğlu, Sadettin Karacabey de bulunmaktadır. Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nun DP’den ayrılmasından sonra kulübün başkanlığına Ethem Menderes’in getirilmesi kulüple partinin yakın ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Nitekim kulübün merkezi TBMM Başkanı Refi k Koraltan’ın kiralanan dairesi olmuş, kulüp Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından da desteklenmiştir. 1956’da da DP Milletvekillerinden Ziya Atığ, Şefi k Bakay, Nurullah Tolon, Esad Budakoğlu, Zeki Rıza Sporel, Necmi İnanç, Ragıp Karaosmanoğlu ile Celal Bayar’ın oğlu Turgut Bayar Türkiye Jokey Kulübü’nün yeni üyeleri arasında yer almışlardır. 1958’de kulübün asli üyeliğine getirilen Demokratlar ise TBMM Başkan Vekili Kirazoğlu, Manisa Milletvekili Şemi Ergin, İzmir İl Teşkilatından Münci Giz, Tarım Bakanlığı İstişare Heyeti Başkanı İhsan Akhun’dur. Ayrıca Konya Milletvekili Osman Bibioğlu da sosyal üyeliğe getirilmiştir. 27 Mayıs’tan kulüp de etkilenmiş, İdare Heyeti’nden Etem Menderes, Sadık Giz ve Nurullah Tolon ile asli üyelerinin bir kısmı gözaltına alınmıştır. Kulüp binalarında aramalar yapılmış, evrakına el konulmuş, kapatılması gündeme gelmiştir. Buna karşın Cemal Gürsel’le görüşen Türkiye Jokey Kulübü, 2 Haziran 1960’ta koşularına başlamış, Yassıada’da olanların kulüple ilişiğinin kesilmesine dair öneri ise mahkumiyetleri kesinleşinceye kadar ertelenmiştir. Darbenin hemen ardından koşulara başlanabilmesi Demokratların bu denli yoğun olmalarına karşı kulübün siyasetin güdümüne girmeden faaliyet göstermesiyle ilgilidir ki bu karakterini sonraki dönemlerde de sürdürmüştür.

Anahtar Kelimeler: Demokrat Parti, Türkiye Jokey Kulübü, Adnan Menderes, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Etem Menderes, Nejat Evliyazade.

In the 1950s, there was not only political activity in Turkey. In this period, society encountered innovations in many felds from music to l iterature, from cinema to sports. One of these innovations is the opening of the Jockey Club of Turkey. Prime Minister Adnan Menderes was consulted so that horse sports could be institutionalized and managed by jockey clubs as in the West. After this meeting, the Jockey Club was opened on 1950. The club became one of the benefi cial societies in 1953. The name of the club became the Jockey Club of Turkey in 1953. The prominent names in the opening of the club are Nejat Evliyazade, Halim Sait Türkhan, Sait Akson, DP’s Deputies Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu and Saim Önhon. In the Jockey Club, chaired by Karaosmanoğlu, DP MPs Ethem Menderes, Sadık Giz, Osman Kapani, Enver Güreli, Adnan Karaosmanoğlu, İbrahim Kirazoğlu, Sadettin Karacabey are also available. The fact that Ethem Menderes was appointed as the chairman of the club after Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu left the DP shows that the club and the party have a close relationship. As a matter of fact, the center of the club was the rented fat of the Speaker of the Grand National Assembly of Turkey, Refi k Koraltan, and the club was supported by President Celal Bayar. In 1956, DP Deputies Ziya Atığ, Şefi k Bakay, Nurullah Tolon, Esad Budakoğlu, Zeki Rıza Sporel, Necmi Inanc, Ragip Karaosmanoglu and Celal Bayar’s son Turgut Bayar has become the new member of the Jockey Club of Turkey. The Democrats who were appointed as the main members of the club in 1958 are Deputy Speaker of the Grand National Assembly of Turkey Kirazoğlu, Manisa Deputy Şemi Ergin, Münci Giz from the İzmir Provincial Organization, İhsan Akhun from the Ministry of Agriculture’s Head of the Advisory Committee. In addition, Konya Deputy Osman Bibioğlu was brought to social membership. The club was also aff ected by the 27 May Coup, and Ethem Menderes, Sadık Giz and Nurullah Tolon from the Board of Directors and some of their main members were detained. The club buildings were searched, his documents were confscated, and the closure of the club came to the fore. But, the Jockey Club of Turkey, which meets with Cemal Gürsel, started its races on June 2, 1960. The suggestion that those in Yassıada be dismissed from the club was postponed until their convictions were fi nalized. The races started right after the coup. This shows that the club can stay away from politics despite its Democrat members. The club continued this feature in the following period as well.

Keywords: Democratic Party, Jockey Club of Turkey, Adnan Menderes, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Etem Menderes, Nejat Evliyazade.

Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikasının Türk Basınına Yansımaları (1950-1955)

Muhabbet Doyran
ORCID:
0000-0001-7097-3885
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.38
Sayfalar: 991-1021

1950 yılında yapılan seçimle 27 yıl süren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarını sonlandırıp kendi iktidarını kuran Demokrat Parti’nin (DP) Türk dış politikasının basındaki yansımalarını incelediğimiz çalışmamız, 1950-1955 dönemini içermektedir. Bu dönem, Atatürk dönemi Türk dış politikasının terk edildiği ve farklı politikaların izlendiği bir dönemdir. II. Dünya Savaşı’nda tüm baskılara karşın tarafsız kalmayı başarabilmiş olan Türkiye, savaş sonrası kurulan iki kutuplu yeni dünya düzeni içinde bu durumu sürdürememiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Türkiye üzerindeki emelleriyle ilgili endişeleri, Amerika Birleşik Devletlerini (ABD), SSCB’ye karşı bir denge unsuru olarak gören Türkiye, batı bloğunda olmayı tercih etmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) üyesi olan Türkiye, batı bloğunun oluşumunu sağlayan ABD’nin etkisi BM kararıyla Kore’ye asker göndermiş, arkasından Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) girmiştir. Bununla birlikte Orta Doğu, Yakın Doğu, Balkan ülkeleriyle ilgili politikalar geliştiren DP’nin dış politikalarının basındaki tepilerini ortaya koymak için Zafer, Milliyet, Ulus ve Cumhuriyet gazeteleri taranmıştır. Dönemin en etkili iletişim kaynaklarından biri radyo diğeri ise günlük basılan gazeteler olduğundan halk, iktidar partisinin aldığı karar ve hayata geçirdiği uygulamalarını bu kanalla öğrenebilmiştir. Dönemin gazeteleri genellikle DP’yi destekleyenler ya da muhalefet edenler olarak pozisyon almışlardır. Tarafsız olan gazeteler ise daha sonra DP’nin basına karşı uyguladığı politikalar nedeniyle tarafsızlıklarını kaybetmişlerdir. Muhalif gazeteler de bazı dış politika konularında DP’yi desteklemişlerdir. Cumhuriyet Gazetesi Türkiye’nin NATO’ya girişini, Hürriyet Gazetesi ise Kıbrıs ile ilgili gelişmeleri desteklemiştir. Halk da DP’nin uyguladığı dış politikadan etkilenmiştir. Türkiye’ye, yabancı ülke askerlerinin gelmesi, (İncirlik üssünün kurulması), bilinmeyen bir ülkeye asker gönderilmesi bunlar arasındadır. Bu nedenle halkın bilgi edinebilmesinin en önemli kaynaklarından biri radyo diğeri ise günlük basılan gazetelerdi. Dış politika konusuna daha dikkatli yaklaşan basın içindeki bazı gazeteler, her zaman DP’nin yanında yer almıştır. Bu gazeteler içinde Zafer Gazetesi önemlidir.

Anahtar Kelimeler: Basın, Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi, Dış Politika.

Our study, in which we examine the refl ections of the Turkish foreign policy of the Democrat Party (DP), that had ended the 27-year-long Republican People’s Party (CHP) rulership with the 1950 election, thereby establishing its own power, covers the period between1950 and1955. This period is a period when the Turkish foreign policy of the Atatürk period was abandoned and diff erent policies were followed. Turkey, which managed to remain neutral despite all the pressures during World War II, could not maintain this situation in the new bipolar world order that was established after the war. Considering the concerns of the Union of Soviet Socialist Republics (USSR) on Turkey and the United States of America (USA) as a counterbalance to the USSR, Turkey preferred to be in the western front. Turkey, a member of the United Nations (UN), sent troops to Korea with the infl uence of the United States, which provided the formation of the western front, thereafter entering the North Atlantic Treaty Organization (NATO). In addition, Zafer, Milliyet, Ulus and Cumhuriyet newspapers were scanned in order to reveal the impulses of the foreign policies of the DP, which developed policies regarding the Middle East, Near East and Balkan countries. Since one of the most eff ective communication sources of the period was the radio and the other was the daily newspapers, the public was able to attain the decisions taken and the practices that were implemented by the ruling party through this channel. The newspapers of the period generally took positions as supporters or opponents of the DP. On the other hand, the neutral newspapers later lost their neutrality due to the DP’s policies against the press. Opposing newspapers supported the DP on some foreign policy issues. Cumhuriyet Newspaper supported Turkey’s entry into NATO, and Hürriyet Newspaper supported the developments regarding Cyprus. The public was also aff ected by the foreign policy implemented by the DP. These include the arrival of foreign troops in Turkey, (establishment of Incirlik base) and sending troops to foreign countries. For this reason, one of the most important sources of information for the public was the radio and the other source were the daily newspapers. Some newspapers in the press had approached the foreign policy issue more guardedly by always siding with the DP. Among these newspapers, Zafer Newspaper remains signifi cant.

Keywords: Press, Democratic Party, Republican People’s Party, Foreign Policy.

Batı Basındaki Manşetlerin Dilinden 27 Mayıs Darbesi’nin İlk Uluslararası Yansımaları

Enes Öz
ORCID:
0000-0001-5626-5516
DOI: 10.37879/9789751756480.2023.39
Sayfalar: 1023-1052

Türkiye’de farklı dönemlerde yaşanan birçok gelişme batı basınının ilgisini çekmiştir. Tarihler 27 Mayıs 1960’ı gösterdiğinde dış basın bu kez cumhuriyet tarihinde yaşanan ilk askeri darbe için dikkatini Türkiye üzerine çevirmiştir. Darbe ile ilgili verilen ilk haberlerin batı basınında nasıl yansımalar gösterdiği çalışmamızın temel argümanını oluşturmuştur. Bu açıdan ele alındığında, batı basını üzerinden uluslararası kamuoyunun 27 Mayıs Darbesi’ne bakış açısının ortaya konulması özelinde bir açığın kapatılması hedefl emiştir. Geçmiş yıllara ait gazete arşivlerine açık erişim sağlayan ülkeler ve devlet kütüphaneleri tespit edilmiştir. Bu sayede batı basınında yer alan yaklaşık 500 farklı gazete taranmış, bu gazetelerden 27 Mayıs Darbesi’ni haberleştiren yaklaşık 100 farklı gazete tasnif edilmiş, içerisinden benzer haberler yapan gazeteler ayıklanmış ve özgün haberler çalışmaya eklenmiştir. ABD başta olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya basını Türkiye’de gerçekleşen darbe haberlerini 27 ve 28 Mayıs tarihlerinde haberleştirmişlerdir. Özellikle İstanbul, Atina ve Türkiye’ye komşu ülkelerde görev yapan Amerikan haber ajansları üzerinden batı basınına darbe haberleri servis edilmiş, United Press International (UPI) ve Associated Press (AP) ajansları dünya gazetelerine Türkiye’deki bilgileri aktarmışlardır. Darbe haberlerinde yabancı gazeteler genellikle benzer bir dil kullanmışlardır. Buna göre haberlerde önce darbeye giden süreçten bahsedilmiş, darbe günü ile ilgili bilgiler aktarılmıştır. Bununla birlikte haberlerde ön plana çıkan en önemli nokta darbe bildirisi olmuş, haberlerin neredeyse tamamında darbe bildirisine ayrıntılı bir biçimde yer verilmiştir. Ayrıca cunta yönetimi tarafından yapılan NATO ve CENTO gibi uluslararası bütün ittifaklara ve taahhütlere bağlı kalınacağı açıklaması haberlerin ana eksenini oluşturmuştur. Bunun yanında genellikle manşet ve sür manşetten verilen haberlerde Başbakan Adnan Menderes’in fotoğrafl arının yanı sıra darbe gününe ait tank ve asker fotoğrafl arı da sıkça kullanılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Askeri darbe, Batı basını, 27 Mayıs Darbesi.

Many developments in diff erent periods in Turkey have attracted the attention of western press. When the dates showed May 27, 1960, the foreign press turned its attention to Turkey, this time for the fi rst military coup in the history of the republic. How the fi rst reports about the coup refl ected in the western press formed the main argument of our study. From this point of view, it was aimed to close a gap in particular by revealing the perspective of the international public on the 27 May Coup through the western press. Countries and state libraries providing open access to the newspaper archives of the past years have been identifi ed. In this way about 500 diff erent newspapers in the western press have been scanned, about 100 diff erent newspapers were classifi ed from these newspapers reporting on the May 27 Coup newspapers that made similar news were extracted and original news was added to the study. The press of England, France, Germany, Spain and Italy, especially the USA, covered the news of the coup in Turkey on 27 and 28 May. Coup news was delivered to the western press, especially through American news agencies operating in Istanbul, Athens and neighboring countries to Turkey, United Press International (UPI) and Associated Press (AP) agencies have conveyed the information in Turkey to world newspapers. Foreign newspapers often used similar language in news of the coup. Accordingly, the news fi rst mentioned the process leading up to the coup and information about the day of the coup was conveyed. However, the most important point that stood out in the news was the coup declaration, the coup declaration is detailed in almost all of the news. In addition, the statement made by the junta administration that all international alliances and commitments such as NATO and CENTO will be adhered to was the main axis of the news. In addition, the photographs of Prime Minister Adnan Menderes, as well as the photographs of tanks and soldiers from the day of the coup, were frequently used in the headlines and headlines.

Keywords: Military coup, Western press, May 27 Coup.