XIX. Türk Tarih Kongresi VI. Cilt

XIX. Türk Tarih Kongresi

Kongreye Sunulan Bildiriler (VI. Cilt)
Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi

Hazırlayanlar: Abdullah KAYMAK – Selin EREN – Semiha NURDAN – Kübra GÜNEY – Muhammed ÖZLER
E-Kitap Yayın Tarihi: 30.07.2024
Yayınlayan: Türk Tarih Kurumu
eISBN: 978-975-17-5647-3 (6.c) - 978-975-17-5640-4 (Tk)
DOI: 10.37879/9789751756473
Sayfa: 502
Konular: Türk Tarih Kongresi, Türk Tarihi

Türk tarihçiliği açısından güçlü bir geleneği gösteren Türk Tarih Kongrelerinin 19’uncusu 3-6 Ekim 2022 tarihlerinde Ankara’da icra edilmişti. Kurumumuza ulaşan 600’e yakın bildiri özeti, kapsamlı bir hakem kurulu tarafından titizlikle incelenmiş ve neticede 233 bildirinin kongrede sunulması kararlaştırılmıştır. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının yanında, Azerbaycan, Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Gürcistan, Hindistan, İngiltere, İran, İskoçya, İsviçre, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Malezya, Özbekistan, Romanya, Rusya, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ülkelerden 70 araştırmacı da bu kongrede çalışmalarını bilim dünyasıyla paylaşmışlardır. Kongredeki bildiriler Eski Anadolu Uygarlıkları, Türk-İslam Devletleri Tarihi, Osmanlı Tarihi, Orta Asya Türk Tarihi, Dünya Tarihi, Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ile Büyük Taarruzun 100. Yıl Dönümü Özel Oturumu olmak üzere toplamda 8 ana konuda ve 59 oturumda sunulmuştur. İşbu Kongre Bildirileri Kitabı, yukarıda zikredilen 233 bildirinin Kurumumuza son hâli ulaştırılan 212’sini içermekte ve yedi cilt olarak yayımlanmaktadır. Bildirilerin hem fizikî olarak hem de çevrimiçi ortamda istifadeye sunulmasıyla da Türkiye’de ve dünyada Türk tarihi ile ilgilenen çok daha geniş çevrelere ulaşılabileceği düşünülmektedir.

BİLDİRİLER - SEKSİYON VI (TARİH YAZICILIĞI VE TARİH FELSEFESİ)

Georgios Pakhymeres’in Eserinde (Συγγαφικῶν Ἱστοριών= Syngraphikōn Historiōn= Tarihsel İlişkiler) “Türk” İmajı

Murat Keçiş
ORCID:
0000-0001-9776-3976
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.1
Sayfalar: 1-19

Bizans’ın birçok iç ve dış tehditle mücadele ederek yavaş yavaş büyük bir imparatorluktan küçük bir kent devletine dönüşmeye başladığı ve bu dönüşüm nedeniyle retoriğe olan ihtiyacın arttığı bir dönemde Συγγαφικῶν Ἱστοριών/Syngraphikōn Historiōn/Tarihsel İlişkiler isimli eserini kaleme alan Georgios Pakhymeres, sahip olduğu güçlü Yunan-Roma retorik edebî geleneğinin yanına fi zikî ve beşerî coğrafyaya olan ilgisini de eklemesiyle Bizans tarihyazımında klasik tarih yazıcılığı geleneğinden kopuşu simgelemektedir. Bizans’ın yeni başkenti İznik’te, 1242 yılında dünyaya gelen ve yaklaşık yirmi yıl bu şehirde yaşayan Pakhymeres, Konstantinopolis’in Latinlerden geri alınmasıyla 1261 yılından itibaren buraya yerleşmiş ve iyi bir klasik eğitim görmüştür. Aldığı eğitimin etkisiyle imparatorluk bürokrasisi içinde çeşitli görevler üstlenen Pakhymeres, devletin siyasî sınırlarının giderek daralmasını endişe içerisinde gözlemlemiştir. Yaşanan bu çöküşün nedenini anlayabilmek için kendinden önceki dönemleri de inceleyen müellif, tarihi anlatısında bu duruma neden olan milletleri etnografya açısından tahlil ederek belki de onları engelleyecek bir reçete sunmayı amaçlamıştır. “Öteki” olarak gördüğü bu milletler arasında onun ilgisine en çok çelenler ise “Persler” olarak isimlendirdiği Türkler olmuştur. Türklerin nasıl durdurulabileceği ve Bizans’ın çöküşünün nasıl engellenebileceği üzerine kafa yoran Pakhymeres, Türkleri bu bakış açısıyla değerlendirmiştir. Bu çalışmada, Pakhymeres’in eserindeki “Türk” imajını bu çerçevede incelemeyi hedeflemekteyiz.

Anahtar Kelimeler: Georgios Pakhymeres, Tarihsel İlişkiler, Türkler, Bizans, Tarihyazımı.

Georgios Pakhymeres, who wrote his book Συγγαφικῶν Ἱστοριών/Syngraphikōn Historiōn/ Historical Relations at a time when Byzantium began to slowly transform from a large empire into a small city-state, struggling with many internal and external threats, and the need for rhetoric increased due to this transformation, with his strong GrecoRoman rhetorical literary tradition and his interest in physical and human geography, he symbolizes the break with the classical historiographic tradition in Byzantine historiography. Pachymeres, who was born in Iznik, the new capital of Byzantium, in 1242 and lived in this city for about twenty years, settled here after the reconquest of Constantinople from the Latins in 1261 and received a good classical education. Pakhymeres, who took on various duties in the imperial bureaucracy thanks to the education he received, observed with concern the gradual narrowing of the empire political borders. The author, who also examined previous periods in order to understand the reason for this collapse, aimed to present a recipe that would perhaps prevent them by ethnographically analyzing the nations that caused this situation in his historical narrative. Among these nations, which he saw as the “The others”, those who received the most attention from him were the Turks, whom he called “Persians”. Pakhymeres, who pondered on how to stop the Turks and prevent the collapse of Byzantium, evaluated the Turks from this perspective. In this study, we aim to examine the image of “Turk” in Pakhymeres’ narrative.

Keywords: Georgios Pakhymeres, Historical Relations, Turks, Byzantium, Historiography.

Hârezmşahlar Devleti Tarihi İçin Önemli Bir Kaynak: Târîh-i Elfî

Meryem Doygun
ORCID:
0000-0001-8456-5022
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.2
Sayfalar: 21-53

İran ve Hârezm’de 1097’den 1231’e kadar hüküm süren ve Moğol istilasına yakın İslam dünyasının doğudaki en büyük güçlerinden biri olarak tebarüz eden Hârezmşahlar, gerek yurt içi gerekse yurt dışında yapılan çalışmalara yeterince konu edilmemiş bir alan olarak gözükmektedir. Bu çalışmalarda istifade edilen kaynakların ve malumatın çoğunlukla birbirini takip ettiği düşünüldüğünde ise yeni kaynakların ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Öyle ki şimdiye kadar yeterince teveccüh gösterilmemiş kaynakların tespiti ve öncekilerden farklı bilgilere erişim tarihe ve tarihçiliğe sağlanan mütevazı bir ilavedir. İşte Hârezmşahlar tarihinin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen sürede yaşanan gelişmelere dair önemli ve orijinal kayıtlar ihtiva eden Târîh-i Elfî bu cümlededir. Bâbürlü hükümdarı Ekber Şah’ın (1556-1605) emri ile Sünni ve Şii mütefekkirlerden oluşan yedi kişilik bir heyet tarafından Farsça olarak kaleme alınan eser, Hz. Peygamber’in vefatından başlayarak 1592 senesine kadar İslam dünyasının bin yıllık tarihini bilhassa doğu sınırlarını yıl yıl ve oldukça tafsilatlı şekilde anlatır. Beş yüzer yıl olarak iki kısma ayrılan ve sekiz cilt olarak Tahran’da basılan eserin IV-V-VI. ciltleri Hârezmşahlar tarihiyle alakalı malumat sunar. Eserde özellikle Hârezmşahlar ile Moğol münasebetleri, Moğol istilası arifesi Hârezmşahlar ülkesinin ahvali ve Hârezmşah sultanlarının Abbâsî hilâfeti ile anlaşmazlıkları ile ilgili Nesevî, Cüveynî, İbnü’l-Esîr ve Mîrhând gibi dönemin müellifl erinin eserlerinde olmayan veya daha ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Günümüze ulaşmayan kaynaklardan iktibaslarla Hârezmşahlar hanedanının menşei meselesi, Abbâsî halifesi Nâsır Lidînillâh’ın Hârezmşah Muhammed’e karşı Cengiz Han’ı kışkırttığı bilgisi, bu maksat için Cengiz Han’ın yanına bir elçinin gönderilmesi, sunulan mektubun içeriği, Muhammed ve halife Nâsır arasındaki siyasî mücadeleye mezhepsel yaklaşım buna örnektir. Bu çalışma ile Târîh-i Elfî üzerinden Hârezmşahlar tarihine dair tespitler yapılmaya ve Hârezmşahlar hakkındaki diğer kaynaklar ile karşılaştırılmak suretiyle özgün tarafl arı ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Hârezmşahlar, Târîh-i Elfî, İslam dünyası, Moğollar, Farsça.

Khwarazmshahs, who ruled Iran and Khwarazm from 1097 to 1231 and emerged as one of the greatest powers in the east of the Islamic World close to Mongol invasion, seems to be an area that has not been suffi ciently addressed in studies both at home and abroad. Considering that the sources and information used in these studies mostly follow each other, the importance of new sources can be better understood. Hence identifi cation of sources that have not been given enough attention and access to diff erent information from the previous ones is a modest addition to history and historiography. Here is Târîh-i Elfî, which contains important and original records about the developments in the history of the Khwarazmshahs from its foundation to its collapse, is a such example. The work, which was written in Persian by a committee of seven people consisting Sunni and Shia scholars, by the order of the Mughal ruler Akbar Shah (1556-1605) it tells the thousand-year history of the Islamic world, from the death of Muhammad (Hz.) to 1592, especially the eastern borders, year by year and in great detail. The IVV-VI. volumes of the work, which was divided into two parts as fi ve hundred years and published in eight volumes in Tehran, provides informations about the history of the Khwarazmshahs. In the work, there are more detailed information that is not in the works of the authors of the period such as Nesevî, Cüveynî, İbnü’l-Esîr and Mîrhând, especially about the relations between the Khwarazmshahs and the Mongols, the state of the land of the Khwarazmshahs on the eve of the Mongol invasion, and the disagreements of the Khwarazmshah Sultans with the Abbasid Caliphate. The issue of the origin of the Khwarazmshahs Dynasty with quotations from sources that have not survived, the information that Abbasid Caliph Nasır Lidînillâh provoked Genghis Khan against Khwarazmshah Muhammad the sending an ambassador to Genghis Khan for this purpose, the content of the letter presented, the political struggle between Muhammad and the caliph Nasır the sectarian approach is an example of this. With this study, it will be tried to determine informations about the history of the Khwarazmshahs which Târîh-i Elfî includes and to exhibit genuine parts of Târîh-i Elfî by comparing these informations to other sources which gives informations about Khwarazmshahs.

Keywords: Khwarazmshahs, Târîh-i Elfî, Islamic world, Mongols, Persian.

Tarihî Kaynak Olarak Farsça Tezkireler

Sonay Ünal
ORCID:
0000-0001-8650-4311
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.3
Sayfalar: 55-70

Tezkire sözcüğü Arapça bir kelime olup zikir kökünden türemiştir ve çoğulu tezâkirdir. Arap edebiyatında tabakât adı ile vücut bulmuş biyografi k-antolojik bilgiler ihtiva eden Farsça tezkireler hicrî yedinci yüzyıldan itibaren kaleme alınmaya başlamıştır. Bilindiği üzere tezkire kitaplarının konusu şiir ve şairlerden müteşekkildir. Şairlerin hayat hikayeleri ve örnek şiirlerinin, kaydedilen bu tür eserler aracılığıyla yok olmaları önlenmiş ve sonraki nesillere aktarılması sağlanmıştır. Tezkire kitaplarında mesleği şairlik olanların yanı sıra şiir söyleme kabiliyetine sahip, eli kalem tutan sanat ehli hükümdar, devlet adamları da yer almaktadır. İlim ve edebiyata önem vererek şanlı ve şerefl i yüce meclislerinde alimleri, sanatkarları, şairleri himaye ederek onlara hürmet gösteren kudret sahibi hükümranların yöneticilik vasıfl arının yanı sıra kalemleri ile gönülleri fetheden şairlikleri ile de ön planda oldukları anlaşılmaktadır. Bu eserlerde adı anılan kişilerin şiir söylemedeki yetenekleri, şairliklerinin ve mizaçlarının ne boyutta olduğu, nereli oldukları, varsa mahlasları, hangi sebepten ötürü o mahlası aldıklarına dair bilgiler vardır. Tarihî hadiseler hakkında detaylı bilgiler doğrudan kaydedilmemiş olsa da kısa ama öz tarihî bilgiler de yer almaktadır. İlaveten bu eserlerde birincil tarih kaynaklarında zikredilen hadiseler zincirini destekler nitelikte menkıbeler ve tarihî olayları içeren şiirler de bulunmaktadır. Bu yöndeki bilgilerin yanı sıra bu eserler içerisinde, varlığından haberdar olduğumuz ancak bazı sebeplerden ötürü günümüze ulaşmamış, önemli tarihî ve edebî kaynaklardan alıntılar yapılarak aktarılan önemli bilgilerle karşılaşmak da mümkündür. Bu bağlamda ilmî anlamda tarihî ve kültürel mirasın geçmişten günümüze taşınmasına imkân sunan, şiir ve şairlik hususunda kıymete haiz bu eserler sadece edebiyat ve dilbilim ile uğraşanların değil tarihçilerin de kendi açılarından değerlendirmeleri gereken bir hazine durumundadır. Özel bir içeriğe sahip ancak ikincil bilgi kaynağı olarak görülen edebî eserlerden tezkire kitaplarına bazı tarih araştırmalarınca müracaat edildiği gözlemlenmektedir. Ancak bunun yeterli düzeyde olmadığını söylemek mümkündür. Tezkire kitaplarının içerdiği tarihî bilgi ve verilerin derinlemesine irdelenmesi ve tarihe ışık tutan yönlerinin ana kaynaklara dayandırılarak ele alınması Türk bilim ve kültür dünyasına katkı sağlayacaktır. Bu manada tezkire kitaplarının ehemmiyeti ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Tarih, Edebiyat, Farsça Tezkire, Şiir.

The word tadhkirah is an Arabic word derived from the root of dhikr and its plural is tazakir. Persian biographies containing biographical-anthological information embodied in Arabic literature with the name of tabakât commenced to be written in the seventh century of the Hijri. As it is known, the subject of tadhkirah books is poetry and poet. The life stories and sample poems of the poets were recorded through such works, prevented their extinction and ensured their transmission to generations. In tadhkirah books, besides those who are poets by profession, there are also rulers and statesmen who are skilled in poetry and who are suffi ciently profi cient in writing. It is understood that powerful rulers, who give importance to science and literature and show respect by patronizing scholars, artists, poets in glorious and honorable supreme assemblies, are at the forefront not only with their managerial qualities, but also with their poetry that conquers hearts with their pens. In these works, likely to encounter information about the talents of the people mentioned in poetry, the extent of their poetry and temperament, where they come from, their pseudonyms, if any, and for what reason they took that pseudonym. Although detailed information about historical events is not recorded directly, there is also short but concise historical information. In addition, there are legends in these works that support the chain of events mentioned in primary historical sources. In addition to the information in this direction, it is also possible to encounter important information in these works, which we are aware of but have not reached today due to some reasons, which are transferred by quoting from important historical and literary sources. In this context, these works, which allow the historical and cultural heritage to be carried from the past to the present in a scientifi c sense and are valuable in poem end poetry, are a treasure that should be evaluated not only by those who deal with literature and linguistics, but also by historians from their own perspective. It is observed that some historical researches refer to the tadhkirah books, which are among the literary works that have a special content but are seen as a secondary source of information. However, it is possible to say that this is not suffi cient. Examining the historical information and data contained in the tadhkirah books in depth and addressing the aspects that shed light on history based on the main sources will contribute to the Turkish science and culture world. In this sense, the importance of tadhkirah books will be discussed.

Keywords: History, Literature, Persian Tadhkirah, Poem.

Söz ve Savaş Meydanının Kesiştiği Metinler Keşfî’nin Selimnâmesi’nde Savaş Sahnelerindeki Tasvirler

Ahmet İçli
ORCID:
0000-0002-7478-7518
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.4
Sayfalar: 71-94

Tarihi olayları doğrudan veya dolaylı olarak konu edinen eserler vardır. Padişahların adını taşıyıp onların dönemlerini anlatan eserler, kendi içinde yeni bir tür olarak gelişim göstermişlerdir. Bu eserler, çoğu zaman tarihi bilgi vermenin yanında edebî özellikler sunan önemli metinlerdir. I. Selim dönemini konu edinen eserler, “Selimnâme” olarak adlandırılır. Edebî tür olarak “Selimnâme”ler, Fars veya Türk dilinde, mensur, manzum veya manzum ve mensur karışık olarak kaleme alınmışlardır. Bu eserlerden biri Keşfî’ye ait olup Türk dilinde manzum mensur karışık olarak yazılmıştır. Eser Kanuni devrinde kaleme alınmıştır. Tarihi bir eser olmanın yanında, eserin edebî hüviyet barındırdığı söylenebilir. Süslü bir nesir özelliği taşıyan metinde sanatlı bir anlatım söz konusudur. Eserde yadsınamayacak kadar Türkçe şiir bulunmaktadır. Eserdeki edebî tasvirler, mekân ve savaş betimlemeleri, savaş sanatıyla bütünleşik bir tarzda sunulmuştur. Manzum bölümlerde, şiirdeki benzetme unsurlarıyla savaş sahnesi tasvirleri metaforik ve sembolik bir dil ile verilmiştir. Özellikle benzetme ve istiarelerle oluşturulan anlam örüntüleri, doğadaki unsurlarla savaş sahnesinin nasıl anlatılabileceği ve şairin bu konudaki üslubu ile ustalığına dair ipuçları barındırmaktadır. Keşfi ’nin Selimnâme’sindeki manzum bölümler, edebî tasvir noktasında önemli bir yere sahiptir. Bu şiirlerde savaş öncesi hazırlık, savaş meydanı ve savaş sonrası sahneler akıcı ve betimleyici bir dille canlı bir şekilde metin içinde tıpkı bir resim/tablo gibi çizilmiştir. Özellikle Tebriz ve Mısır eksenli şiirlerde, mekân ve şehir tasvirlerinin önemli bir yeri vardır. Bununla birlikte İstanbul methiyeleri de mekân bağlamında canlı şehir tasvirinin yapıldığı önemli manzum bölümlerdir. Bu çalışmada, Keşfî’nin Selimnâmesi’ndeki manzum bölümlerde, savaş sahnesi tasvirlerinin edebî yönü ve şiir sanatı bağlamında anlam örüntüleri verilerek sembolik ve metaforik tahlilleri yapılmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Keşfî, Selimnâme, Şiir Sanatı, Savaş Sahnesi, Mekân.

There are works that deal directly or indirectly with historical events. The works bearing the names of the sultans and describing their periods have developed as a new genre in themselves. These works are important texts that present literary features besides giving historical information. The works dealing with the period of Selim I, are called “Selimname”. As a literary genre, “Selimnames” were written in Persian or Turkish, in prose, verse, or as a mixture of verse and prose. One of these works belongs to Keşfi and was written in Turkish in verse and prose mixed. The work was written during the during the reign of Suleiman the Magnifcent. In addition to being a historical work, it can be said that the work has a literary identity. There is an artistic expression in the text, which has the feature of an ornate prose. There is an undeniable amount of Turkish poetry in the work. Literary depictions and poetry in the work; It is presented in an integrated manner with depictions of space and war and the art of war. In the verse sections, the depictions of the war scene with the simile elements in the poem are given in a metaphorical and symbolic language. In particular, the patterns of meaning created with similes and metaphors contain clues about how the war scene can be explained with the elements in nature, and the poet’s style and mastery on this subject. The verse sections in the work have an important place in terms of literary description. In these poems, pre-war preparation, battlefeld and post-war scenes are vividly drawn in a fuent and descriptive language, just like a picture/painting in the text. Especially in the poems of Tabriz and Egypt, the depictions of places and cities have an important place. In addition to this, the praises of Istanbul are also important verse sections in which the vivid city depiction is made in the context of space. In this study, symbolic and metaphorical analyzes will be made by giving meaning patterns in the context of the literary aspect and poetry of the war scene depictions in the verse sections of Keşfi ‘s work.

Keywords: Keşfi, Selimname, Poetry, Battle Scene, Venue.

IV. Murad’ın Bağdat Seferi Hakkında Yazılmış Farsça Manzum Bir Eser: Beyânî’nin Bağdâd-nâme’si

Muzaffer Kılıç – İsa Akpınar
ORCID:
0000-0002-3861-90900000-0002-5608-1132
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.5
Sayfalar: 95-113

Fetihnameler, klasik Türk edebiyatının en yaygın türlerindendir. Manzum ve mensur olarak kaleme alınan bu eserler, zafername ismiyle de anılmaktadır. Osmanlı sahasında ilk örnekleri II. Murad döneminde görülen fetihnameler, zamanla geniş bir literatür hâline gelmiştir. Bu türde kaleme alınan eserlere konu olan savaşların en önemlilerinden biri de IV. Murad’ın 1638 tarihli Bağdat Seferi’dir. Bu sefer dolayısıyla ondan fazla fetihname yazılmış ve bu eserlerin büyük çoğunluğu akademik çalışmalara konu olmuştur. Bu çalışmanın konusunu teşkil eden Bağdâd-nâme ise bugüne kadar varlığından haberdar olunmayan Farsça manzum bir eserdir. Şimdiki bilgilerimize göre Bağdat Seferi hakkında kaleme alınan tek Farsça fetihname, bu eserdir. Beyânî tarafından vücuda getirilen bu fetihname, 1640 yılında tamamlanmıştır. IV. Murad’ın vefatı üzerine şair, kitabını Sultan İbrahim’e sunmuştur. Bağdâd-nâme’nin bilinen tek nüshası, Medine Şeyhülislam Ârif Hikmet Kütüphanesinde 902/85 numarada kayıtlı olup 37 varaktan müteşekkildir. Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan eserin başında mukaddime manzumeleri yer almaktadır. Bu manzumeleri, Sultan İbrahim ve Veziriazam Kemânkeş Mustafa Paşa hakkında kaleme alınan medhiyeler takip eder. Şair sebeb-i telif bölümünde, bizzat bu sefere katıldığından bahsederek böyle bir eser yazmaktaki asıl amacının merhum sultan IV. Murad’ın aziz hatırasını yâd etmek olduğunu söyler. Beyânî; IV. Murad’ın sefer emrini vermesini, ordunun yola çıkmasını ve Bağdat’a ulaşılana kadar geçilen menziller ile bu sırada gerçekleşen olayları anlatır. Bağdat şehrinin muhasarası ve sonrasındaki süreç hakkındaki bilgiler de oldukça detaylıdır. Beyânî, 41 bölüm ve 1033 beyitten müteşekkil eserini, IV. Murad’ın ölümü ve Sultan İbrahim’in tahta çıkışını anlattığı bölümlerle tamamlar. Bu çalışmada öncelikle, Beyânî’nin Bağdâd-nâme adlı mesnevisinin nüshası tanıtılarak eserin müellifi hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra eserin ismi, telif yeri ve tarihi, sebeb-i telif bahislerine temas edilerek şekil ve tertip hususiyetleri üzerinde durulacaktır. Ayrıca eserin bölüm başlıkları ve tercümeleri tablo hâlinde verilecektir. Son olarak Bağdâd-nâme’nin muhtevası, fetihname literatüründeki yeri ve önemi hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.

Anahtar Kelimeler: IV. Murad, Bağdat Seferi, Beyânî, Fetihname, Mesnevi.

Fatehnamas are one of the most common genres of classical Turkish literature. These works, which were written in verse and prose, are also known as zafarnama. The fatehnamas, the fi rst examples of which were seen in the Ottoman fi eld during the reign of Murad II, became a large literature as time progresses. One of the most important wars, which is the subject of works written in this genre, Murad IV’s Baghdad Campaign in 1638. More than ten fatehnamas were written due to this war and the majority of these works have been the subject of academic study. Bağdâd-nâme, which is the subject of this work, is a Persian verse work whose existence has not been known until today. According to our current knowledge, this work is the only Persian fatehnama written about the Baghdad Campaign. This fatehnama, created by Beyânî, was completed in 1640. Upon the death of Murad IV, the poet presented his book to Sultan İbrahim. The only known copy Bağdâd-nâme is registered in the Library of Medina Şeyhülislam Ârif Hikmet with the number 902/85 and consists of 37 leaves. At the beginning of the work, which was written in mathnawi verse, there are introductory poems. These poems are followed by eulogy about Sultan İbrahim and Grand Vizier Kemânkeş Mustafa Pasha. In the reason for writing, the poet mentions that he personally participated in this expedition and he says that his main purpose in writing such a work is to remember the cherished memory of the late Sultan Murad IV. Beyânî tells that Murad IV ordered the campaign, the army set out, the ranges until reaching Baghdad and the events that took place during this time. Information about the siege of the city of Baghdad and the process after it is also very detailed. Beyânî completes his work, which consists of 41 chapters and 1033 couplets, with the sections on Murad’s death and Sultan İbrahim’s ascension to the throne. In this study, fi rstly, the copy of Beyânî’s mathnawi named Bağdâd-nâme will be introduced and information will be given about the author of the work. Then, the name of the work, the place and date of writing, the reason for writing will be discussed and the form and arrangement features will be emphasized. In addition, the chapter titles and translations of the work will be given in tables. Finally, evaluations will be made about the content of Bağdâd-nâme, its place and importance in fatehnama literature.

Keywords: Murad IV, Baghdad Campaign, Beyânî, Fatehnama, Mathnawi.

Fatih Sultan Mehmed Dönemi Savaş Esiri Nürnbergli Jörg’ün Türkiye Tarihi (Ayn traktat von den Türck) Adlı Eseri Üzerine Bazı Tespitler

Zeynep İnan Aliyazıcıoğlu
ORCID:
0000-0002-6993-5512
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.6
Sayfalar: 115-132

Nürnbergli Jörg, 1456’da silah yapım ustası olarak Bosna hükümdarı Stephan Tomaşeviç’in hizmetine girdi. Bosna’da bulunduğu sırada, 1460 yılında eşi ve çocuklarıyla Osmanlı ordusu tarafından esir alınan Jörg 1480’e kadar Sultan Mehmed’in hizmetinde kaldı. 1480’de İskenderiye üzerinden Roma’ya kaçtı. Papa IV. Sixtus’un teşvikiyle Türkiye Tarihi’ni yazdı. Eser dört ana bölümden oluşur: İlk kısım Türklerin menşei; ikincisi her bir Türk sultanın nasıl tahta çıktığı, hangi toprakları ve şehirleri ele geçirdiği; üçüncüsü Müslümanların inançları, kuralları, ibadetleri ve bayramları; dördüncü kısım ise savaş esirlerinin nasıl yakalanıp Osmanlı’ya getirildiği, onlara nasıl muamele edildiği ve satıldığı üzerine odaklanmıştır. Türkiye Tarihi bir askerin bakış açısıyla son derece nesnel bir üslupla yazılmıştır. Eserde Fatih Sultan Mehmed dönemi askeri seferlerine dair orijinal bilgiler mevcuttur. Eserin üçüncü ve dördüncü bölümleri Macaristanlı George’tan iktibas edilmiştir. Jörg’ün eserinin dikkat çeken yönü 15. yüzyılın sonunda üç ayrı baskı yapması ve her baskıda dönemin şartlarına göre eserin içeriğinin değişmesidir. İkinci ve üçüncü baskıda Nürnbergli Jörg’ün orijinal metni korunurken editörler tarafından esere farklı metinler eklenmiştir. Editörün amacı Osmanlı’nın Balkanlarda ilerleyişi karşısında Avrupa’da İslam dünyasına yönelik büyük bir Haçlı Seferi teşvik etmektir.

Anahtar Kelimeler: Nürnbergli Jörg, Fatih Sultan Mehmed, Savaş Esiri, Albert Kunne, Haçlı Seferi.

Jörg of Nuremberg entered the service of the Bosnian ruler Stephan Tomashevic as a gunsmith in 1456. Jörg was taken prisoner by the Ottoman army with his wife and children in 1460 in Bosnia and remained in the service of Sultan Mehmed until 1480. In 1480 he fl ed to Rome via Alexandria. He wrote the History of Turkey with the encouragement of Pope Sixtus IV. The work consists of four main parts: The fi rst part is the origin of the Turks; the second is how each Turkish sultan came to the throne, which lands and cities he conquered; third, Muslims’ beliefs, rules, prayers, and holidays; The fourth part focuses on how the prisoners of war were captured and brought to the Ottoman Empire, how they were treated and sold. The History of Turkey is written in a very objective style from the perspective of a soldier. The work contains original information about the military expeditions of the reign of Mehmed the Conqueror. The third and fourth chapters of the work have been quoted from George of Hungary. The striking aspect of Jörg’s work is that he made three separate editions at the end of the 15th century and the content of the work changed according to the conditions of the period in each edition. In the second and third editions, while the original text of Jörg of Nuremberg was preserved, diff erent texts were added to the work by the editors. The editor’s aim is to promote a great Crusade in Europe for the Islamic world in the face of the Ottoman advance in the Balkans.

Keywords: Jörg of Nuremberg, Mehmed the Conqueror, Prisoner of War, Albert Kunne, Crusade.

Emir Mahmud Handmir’in Hayatı, Tarihçiliği ve ‘Tarih-i Şah İsmail ve Şah Tahmasb-i Safevi’ İsimli Eseri

Mübariz Ağalarov
ORCID:
0000-0002-4373-4907
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.7
Sayfalar: 133-160

XVI. yüzyılda Azerbaycanda iktidarda bulunmuş olan Safevîler sülalesinin hâkimiyet dönemi, Yakın Doğu ve Azerbaycan tarihinde önemli yer tutmaktadır. Safevîler sülalesinin saltanat dönemi ile ilgili onlarca tarihî kaynaklar mevcuttur. Bu kaynaklardan bazıları araştırılmış, bazıları ise araştırma konusu olmamıştır. Araştırmacılar tarafından özel olarak incelenmeyen kaynaklar sırasında Safevîler devri tarihî kaynaklarından olan Emir Mahmud b. Handmir’in “Tarih-i Şah İsmail ve Şah Tahmasb-ı Safevi” (Zeyl-i Tarih-i Habibü’s-Siyer) isimli eseri de yer almaktadır. Tarihçi Giyasüddin Handmir’in oğlu olan Emir Mahmud’un 16. yüzyılın başlarında Herat’ta doğduğu tahmin edilmektedir. Emir Mahmud’un yazdığı bu eser, babasının kaleme aldığı “Ḥabîbü’s-Siyer” isimli esere zeyil mahiyetinde bir vakayinamedir. Emir Mahmud’un eserinde, Safeviler sülalesinin nesil şeceresi, siyasi tarihi, komşu devletlerle ilişkileri hakkında önemli bilgiler vardır. Özellikle de bu eserde Şah I Tahmasb’ın hâkimiyeti zamanında (1524-1576) Azerbaycan Safevîler Devleti’nin Doğu sınırlarında bulunan ülkelerle – Özbekler ve Babür imparatorluğuyla – siyasi ilişkileri tafsilatıyla tasvir edilmiştir. Emir Mahmud kendi eserini h.953/m.1546/1547 yılında yazmağa başlamış, h.957/m.1550/1551 yılında tamamlamıştır. Bu eserde olaylar Safevîlerin nesil şeceresinin anlatımı ile başlıyor, ayrıca XV. yüzyılın sonları ve XVI. yüzyılda gelişen hadiseler tutarlı bir şekilde yorumlanır. Özellkikle de Şah I Tahmasb’ın tahta çıkışı, bu dönemde ülkede meydana gelen çatışmalar ve Özbeklerle Safevîler arasındaki askerî ve siyasi ilişkileri eserin ana konusunu teşkil etmektedir. Eserde tarihçi tarafından nakledilen olaylar, h.957/m.1550/1551 yılında bitiyor. Bildiride Emir Mahmud b. Handmir’in hayatı ve tarihçiliğinden bahsedilmekle beraber, “Tarih-i Şah İsmail ve Şah Tahmasb-ı Safevi” eseri farklı kaynaklardan elde edilen bilgilerle mukayese edilerek ele alınmıştır. Ayrıca XVI. yüzyılda (1501-1551) Safevî Devleti’nin sosyo-politik durumu, bu dönemde çevre devletleri ile siyasi ilişkileri de araştırma konusu olmuştur.

Anahtar Kelimeler: XVI. yüzyıl, Emir Mahmud b. Handmir, Tarihçilik, ‘Tarih-i Şah İsmail ve Şah Tahmasb-ı Safevi’, Safevîler, Özbekler.

One of the most important periods in the history of the Near East, especially Azerbaijan, is the period of the Safavid dynasty that ruled in Azerbaijan in the 16th century. There are many sources related to the reign of the Safavid dynasty. Many of these sources have been researched, and some have not yet been the subject of extensive research. One of the valuable historical sources of the Safavid epoch, which has been little studied in history, dedicated to the reign of Shah Ismail I and Shah Tahmasp I is the work – “Tarih-i Shah Ismail ve Shah Tahmasb-i Safavi”(“ The History of Shah Ismail and Shah Tahmasb-i Safavi” (“Zeyl-i Tarikh-i Habibu’s-Siyer”) by Amir Mahmud Khandmir. Amir Mahmud, the son of the historian Giyasüddin Khandmir, was born in Herat at the beginning of the 16th century. This work, written by Emir Mahmud, is a chronicle as an addition to the work called “Habibus-Sier” written by his father. This work is one of the important sources on the military-political and socio-economic situation of the Safavid period in 1501-1551. The book contains very interesting information about the genealogy of the Safavid dynasty and their political history. This work in particular, describes in detail the political relations of the Safavid state with its eastern neighbors during the reign of Shah Tahmasp I (1524-1576), and clearly elucidates the political relations with the Uzbeks and the Babur Empire. Amir Mahmud began writing his work in 953 (1546/1547) and completed it four years later, in 957 (1550/1551). The historical source begins with the earlier genealogy of the Safavids, and describes the events in the late 15th century and covers the events occurring in the 16th century. If to say more precisely, the afore-said work mainly describes the events before and after the coming to power of Shah Ismail I in Azerbaijan, the accession of Shah Tahmasb I to the throne, the riots in the country during this period, especially the events in Khorasan, and the Uzbek-Safavid wars. The work covers a period that lasted until the year 957 (1550/51) of the reign of Shah Tahmasb I and ends with this period. The life and historiography of Amir Mahmud b. Khandmir, will be commented, his valuable work (“Zeyl-i Tarikh-i Habibus-Siyer”), a valuable historical source of the Safavid period will be compared with other sources of the epoch in this paper. Sociopolitical life, political relations of the Safavid state with neighboring countries during this period will be analyzed.

Keywords: 16th century, Amir Mahmud b. Khandmir, Historiography, “The History of Shah Ismail and Shah Tahmasb-i Safavi”, Safavids, Uzbeks.

İran Türkmenlerinin Tarihi Hakkında Bazı Eserler

Ali Temizel
ORCID:
0000-0001-8110-1230
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.8
Sayfalar: 161-175

Bilindiği üzere Türkmenler başta Türkmenistan, Türkiye, İran, Suriye ve Irak topraklarında olmak üzere dünyanın değişik birçok bölgesinde dağınık veya toplu halde yaşamaktadırlar. Türkmen tarihinin, geleneğinin, kültürünün, sanatının, folklorunun, dil ve edebiyatının yaşadığı önemli yerlerden birisi de Kuzey İran’da yer alan Türkmen Sahra bölgesidir. Bundan dolayı Türkmen Sahra, İran’da Türkmenlerin içinde yaşadığı önemli bir bölgedir. Türkmen Sahra bölgesinde yaşayan Türkmenler, Türkmen tarihinin, sosyo-kültürel değerlerinin ve edebi ürünlerinin geçmiş hafızasını ve devamlılığını korunmada önemli rol oynamaktadırlar. Bu bildiride İran Türkmenleri tarafından kaleme alınan Türkmen tarihine ait bazı eserler hakkında bilgi verilecektir . Bu eserler, genelde Türkmen Sahra’da yaşayan Türkmen tarih, kültür ve edebiyatı alanında uzman ve araştırmacı olan entelektüel çevreler tarafından Farsça olarak kaleme alınmış ve İran’da basılmış kitaplardır. Söz konusu eserler incelenirken şu yol takip edilecektir: Önce eserin Farsça orijinal adı Arap harfl eriyle yazılacaktır. Arkasından aynı eserin adının okunuşu Latin harfl eriyle verilecektir. Daha sonra eserin adı Türkçeye tercüme edilecek, basım yeri, yılı ve hacmi hakkında bilgi verilecektir. En sonunsa eserin yazarı hakkında kısa bir açıklama yapılacaktır. Eser hakkında bilgi verilirken içeriği hakkında daha fazla açıklama yapmak önem arz etmektedir. Bunun için eserde yer alan herhangi bir konunun bir paragrafı veya küçük bir bölümü Türkçeye tercüme edilecek ve bildiri metninde sunulacaktır. Bu bildiriden amaç, İran’da yaşayan Türkmenler tarafından hazırlanan Türkmen tarihi ile ilgili bazı eserleri Türk bilim ve akademik çevrelerine ve genç araştırmacılara hatırlatmaktır. Ayrıca bu bildiride Türkmen Sahra’nın tarihi, coğrafyası, sosyal yapısı, hakkında bazı açıklamalar yapılacaktadır.

Anahtar Kelimeler: İran, Türkmen Sahra, İran Türkmenleri, Tarih Kitapları.

As it is known, Turkmens live in many parts of the world, especially in Turkmenistan, Turkey, Iran, Syria, and Iraq. One of the important places where Turkmen history, tradition, culture, art, folklore, language and literature live is the Turkmen Sahara region in Northern Iran. Therefore, Turkmen Sahara is an important region in Iran where Turkmens live. Turkmens living in the Turkmen Sahara region play an important role in preserving the past memory and continuity of Turkmen history, socio-cultural values and literary products. In this paper, information will be given about some works of Turkmen history written by Iranian Turkmens. These works are books written in Persian and published in Iran by intellectual circles who were experts and researchers in the fi eld of Turkmen history, culture and literature, generally living in the Turkmen Sahara. While examining the works in question, the following path will be followed: First, the Persian original name of the work will be written in Arabic letters. Then the pronunciation of the name of the same work will be given in Latin letters. Then, the title of the work will be translated into Turkish, and information will be given about the place, year, and volume of publication. Finally, a brief explanation will be given about the author of the work. It is important to explain more about its content while giving information about the work. For this, a paragraph or a small part of any chapter in the work will be translated into Turkish and presented in the paper. The aim of this paper is to remind the Turkish scientifi c and academic circles and young researchers about some works on Turkmen history prepared by Turkmen living in Iran. In addition, in this paper, some explanations will be made about the history, geography and social structure of the Turkmen Sahara.

Keywords: Iran, Turkmen Sahara, Iranian Turkmens, History Books.

Moldo Niyaz’ın El Yazma Eserlerinin Tarihî Analizi

Anara Karyeva
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.9
Sayfalar: 177-200

Belli bir tarihi dönemlerde kaleme alınan yazma eserler o devrin şartları, önemli olaylarıyla ilgili kapsamlı bilgileri içermektedirler. Böyle eserler sayesinde halklar ve tarihleri üzerine ilginç malumatlardan haberdar olabiliriz. Kırgızistan’da XIX. yüzyılda Kırgız cazgıç akındar (yazmayı bilen ozanlar) tarafından şiir şeklinde kaleme alınan yazma eserler günümüzde tarih bilimi için çok değerli miraslardandır. Sovyet döneminde bazı cazgıç akınların eserleri üzerine tam ve objektif şekilde araştırmalar yapılmamıştır. 1991’de SSCB’nin dağılması ve Kırgızistan’ın bağımzıslığına kavuşmasıyla geçmişe yönelik milli arayışlar ortaya çıktı ve bu bağlamda Moldo Niyaz’ın “Sanat Digarasttar”, Moldo Kılıç’ın “Kazaldar”, Aldaş Moldo tarafından yazılan “Bugu menen Sarıbagıştın Uruşu” gibi eserler yayınlandı. Söz konusu orijinal eserler ise günümüzde Kırgızistan Cumhuriyeti, Milli Bilimler Akademisi, Dil ve Edebiyat Enstitüsü’ne bağlı El Yazmalar Vakfında muhafaza edilmektedir. Adı geçen El Yazmalar Vakfında böyle el yazma eserleri çok olmakla birlikte bugüne kadar hem yazarların hayatı, hem bıraktıkları eserler hakkında tam anlamıyla araştırmaların yapıldığı söylenemez. Bildiride Rus Çarlığı zamanında Kırgızistan’da cazgıç akınlar ve eserleri hakkında genel bilgi verilecektir. Bunların içinden ayrıca Moldo Niyaz’ın hayatı ve eserlerine değinilecektir. Moldo Niyaz toplam yedi el yazmanın yazarıdır, eserlerinde Rus Çarlığı’nın Orta Asya’yı işgali ve Kırgızların işgale karşı mücadeleleri hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Çalışmada Moldo Niyaz’ın eserlerinden örnekler verilerek analize edilecek ve içeriklerine göre Rus Çarlığı zamanındaki önemli tarihi olaylar tasnif edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Kırgızistan, El yazmalar, Cazgıç akınlar, Moldo Niyaz, Rus Çarlığı.

Manuscripts written in a certain historical period contain comprehensive information about the conditions and important events of that period. Due to such works, we can learn interesting facts about peoples and their history. Manuscripts written in the form of poems by the Kyrgyz jazgych akyndar (poets who can write) in the 19th century in Kyrgyzstan are among the most valuable heritages for the science of history today. During the Soviet period, there had not been done comprehensive and objective research on the written works of some poets (jazgych akyndar). With the collapse of the USSR in 1991 and gaining the independence of Kyrgyzstan, the national pursuits emerged and in this context works were published such as “Sanat Digarasttar” by Moldo Nia z, “Kazaldar” by Moldo Kylych, “Bugu menen Sarybagyshtyn Urushu” by Aldash Moldo. The original inscriptions are preserved in the Manuscripts Foundation affi liated to the Language and Literature Institute of the National Academy of Sciences, the Kyrgyz Republic. However, there are many inscriptions in the above-mentioned Manuscripts Foundation, complete researches have not been done about life of authors and the works they had left. In the paper, general information will be given about jazgych akyndar and their works in Kyrgyzstan during the Tsarist Russia period. Particularly among them, Moldo Niaz’s life and works will be emphasized. Moldo Niaz is the author of a total seven manuscripts, his works contain detailed information about the occupation of Central Asia by the Tsarist Russia and the struggle of the Kyrgyz against the occupation. In the paper, examples from Moldo Niaz’s works will be given and analyzed as well as important historical events during the Tsarist Russia period will be classifi ed according to their content.

Keywords: Kyrgyzstan, Manuscripts, Jazgych Akyndar, Moldo Niaz, Tsarist Russia.

Erzurumlu Muhammed Arif Ispanakçı Paşazade ve İnkılâbü’l-İslâm Beyne’l-Havâs ve’l-Avâm Adlı Eseri

Namıg Musalı
ORCID:
0000-0003-1291-8380
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.10
Sayfalar: 201-236

Muhammed Arif b. Muhammed Şerif Ispanakçı Paşazade, kendi aslı itibarıyla Erzurumlu bir Osmanlı tebaasıdır. Büyük dedesi Hayreddin Çavuş, Yavuz Sultan Selim’in Doğu Seferi’nde yer almıştır. Muhammed Arif ’in kendisi Kaçar hanedanından olan İran hükümdarı Nasıreddin Şah (1848-1896) zamanında Tahran sarayında münşi ve mütercim olarak görev yapmıştır. Dönemin Basın-Yayın Bakanı Muhammed Hasan Han İtimadüssaltana ve Şehzade Zıllü’s-Sultan ile yakın ilişkiler içinde bulunmuştur. İran’ın hâkim sınfı arasında saygı gören Muhammed Arif, 23 Receb 1310/10 Şubat 1893 tarihinde vefat etmiştir. Saraydaki vazifesinin yanı sıra tarihe büyük bir ilgi duyan Muhammed Arif, bu alanda Farsça bazı telif ve tercüme eserler (“Târîh-i Kaşgar”, “Mirkatü’z-Zaman fî Ahvâl-i Selâtîn-i Âl-i Osman”, “Târîh-i Karaçiyân”, “Târîh-i Kaime-i Bank” vs.) vermiştir. Fakat kendisine bir tarihçi olarak ün kazandıran en meşhur yapıtı, hiç kuşkusuz, “İnkılâbü’l-İslâm beyne’l-havâs ve’l-avâm” adlı kitabıdır. Ana konusunu Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki mücadelelerin teşkil ettiği bu eser, genel olarak XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk-İslâm âleminin siyasi manzarasına ışık tutmaktadır. Eserinin mukaddimesinde kendisinden önceki tarihçileri tarafgir yaklaşımlar sergilemekte suçlayan Muhammed Arif, kendisinin bu olayları objektif bir bakış açısından anlatmaya çalışacağı sözünü veriyor. Bildirimizde yazarın bu vaadini ne derecede gerçekleştirdiğini inceleyecek, onun tarihçilik anlayışını belirlemeye çalışacağız. Şunu belirtmek gerekir ki Muhammed Arif, gerek Osmanlı ve gerekse de Safevî kaynaklarından yararlanmış ve yeri geldiğinde eleştirel görüşlerini ortaya koymayı başarmıştır. Eserin birisi İsfahan Umumi Kütüphanesinde, diğeri de Tahran’daki İran Milli Kütüphanesi’nde olmak üzere iki yazma nüshası bulunmaktadır. Kaynağın 2000 yılında Kum şehrinde gerçekleştirilmiş olan neşri tam anlamıyla bir tenkitli baskı değildir. Zira İsfahan nüshasına dayanan bu baskıda Tahran nüshasında yer alan bazı kısımlar atlatılmıştır. Bildirimizde ayrıca bu nüshalar arasındaki farklılıklara da temas edeceğiz.

Anahtar Kelimeler: Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail, Tarihçilik, Muhammed Arif.

Muhammad Arif b. Muhammad Sharif Ispanakchi Pashazada originally was a subject of the Ottoman State from Erzurum. His great-grandfather Hayreddin Chavush took part in the Eastern campaign of Yavuz Sultan Selim. Muhammad Arif himself worked as a secretary and translator in the Tehran palace during the reign of the Iranian king Nasireddin Shah (1848-1896) from the Qajar dynasty. He had a close relationship with Muhammad Hassan Khan Itimad al-Saltana, the Minister of Press and Publications of the period, and with Prince Zill al-Sultan. Muhammad Arif, who was respected by the ruling class of Iran, died on the 23rd Rajab 1310/10 February 1893. In addition to his duties in the palace, Muhammad Arif showed a great interest in history. He is the author or translator of some Persian works in this area (“Tarikh-i Kashgar”, “Mirqat al-Zaman fi Ahval-i Selatin-i Al-i Osman”, “Tarikh-i Qarachiyan”, “Tarikh-i Qaima-i Bank”, etc.). But his most popular work that made him famous as a historian is undoubtedly his book “Inqilab al-Islam Beyn al-Khavas va’l-Avam”. This work, the main subject of which is the struggle between Shah Ismail and Yavuz Sultan Selim, sheds light on the political landscape of the Turkish-Islamic world in the fi rst quarter of the 16th century. In the introduction to his work, Muhammad Arif, who accused previous historians of a biased approach, promises that he will try to explain these events from an objective point of view. In this article, we explore the extent to which the author fulfi lls this promise and try to defi ne his historical worldview. It should be noted that Muhammad Arif used both Ottoman and Safavid sources and succeeded in presenting his critical views when needed. There are two manuscripts of the work, one at the Isfahan Public Library and the other at the Iranian National Library in Tehran. The publication of the source, carried out in the city of Qom in 2000, is not a complete critical edition. Because in this edition, based on the Isfahan manuscript, some parts of the Tehran copy are omitted. We’ll also touch on the diff erences between these copies in our article.

Keywords: Yavuz Sultan Selim, Shah Ismail, Historiography, Muhammad Arif.

Karabağ Kaçarları: Bir Türk Boyunun Şerefli Kroniği

Ferah Hüseyn
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.11
Sayfalar: 237-262

Ortaçağ döneminde Oğuz Türklerinin sosyopolitik yapısı geleneksel olarak aşiret örgütlenmesine dayandığı için tarihleri de boy ve aşiretlerin toplumsal, siyasal ve kültürel faaliyetletlerinin birikiminden teşekkül etmiştir. Zaten orta ve yeniçağ dönemlerinde Yakın Doğu coğrafyasında meydana gelen devletlerin kuruluş süreçleri ve varoluşları Türk/Türkman boylarının sosyopolitik faaliyetinin gerçek boyutlarını tespitlemiştir. Konsolidasyon süreçleri esnasında siyasî ve askerî kudret kazanan bazı boylar beylik, devlet, hatta imparatorluk kurmak seviyesine ulaşmışlardı. Bu nasibi yaşayan aşiretler arasında Kaçar Türkmanları da vardır ki sıradan bir boy iken büyük bir devletin hanedanına kadar yükselmişlerdi. Kaçarların bu tarihî tekamülünde Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin müstesna rolü vardır. Daha Akkoyunlu döneminde bölgede cereyan eden siyasî süreçlere aktif katılan Kaçarlar, Safeviler döneminde Gence-Karabağ Beylerbeyiliği’nin fi ilen irsî hakimleri statüsünü kazanmışlardı. Bu statüde sadece Karabağ’ın değil, Kızılbaş devletinin kuzey, kuzeybatı sınırlarının da gerçek muhafızları olmuşlardı. Kadimden Karamanlı, Baharlı, Yirmidört, Otuziki, Kebirli, Cevanşir gibi aşiretlerin yaşadığı Karabağ’da mehz Kaçarlar, hem bölgedeki nüfuzları, hem de Safevi hanedanı ile itibara ve güvene dayanan münasebetleri sayesinde bu statüye ulaşmışlardı. Azerbaycan’da Kızılbaş devletinin kurulmasını destekleyen Kaçarlar daima Safevi şahlarının yakın çevresinde bulunmuş, hanedanın inkirazına kadar sadakatle hizmet etmiş ve ondan sonra bile sadık kalmışlardı. Bu sadakat mukabilinde Safevi hükümdarları da Karabağ gibi coğrafî ve jeostratejik açıdan fevkalade konuma malik ve hayatî önemi haiz bölgenin yönetimini illâ Kaçarlara itibar etmişlerdi. Bildirimizi Safevi, Osmanlı, Rus kaynaklarından yararlanarak; çoğunun Ziyadoğlu ailesine mensup Kaçar beylerinin, ezcümle daha Şeyh Haydar’ın müritlerinden ve yakın silahtaşlarından olan, yiğitliğinden dolayı Tozkoparan lakaplı Kara Piri Kaçar’ın oğlu Rüstem Bey Kaçar’ın; Osmanlı-Safevi savaşları sırasında 1578-1588 boyunca değil sadece vatanı Karabağ, Azerbaycan’ın diğer eyaletleri uğrunda gayretle savaşan İmamkulu Han’ın; Muğan kurultayında Safevilere sadıklığından dolayı Nadirkulu Han Avşar’ın Şah ilan edilmesine karşı çıkan II Uğurlu Han’ın; onun torunu 1804’te Rus işgaline karşı mertçe savaşarak oğlu Hüseyinkulu Han ile beraber Gence surları üzerinde şehit olan Cevad Han’ın ve diğerlerinin hayatı ve faaliyeti misalinde ele almaya çalışacağız.

Anahtar Kelimeler: Karabağ, Kacarlar, Ziyadoğlu, Safevi, Gence-Karabağ Beylerbeyiliği.

Since the socio-political structure of the Oghuz Turks in the medieval period was traditionally based on tribal organization, their history consisted of the accumulation of social, political and cultural activities of these tribes. In fact, the establishment and existence of the states that took place in the Near East geography in the Middle and New Age periods demonstrated the real dimensions of the socio-political activity of the Turkish/Turkman tribes. Some tribes that gained political and military power during the consolidation processes had the chance to establish principalities, states, and even empires. Among the tribes that lived this share, there are also the Qajar Turkmans, who, while being an ordinary tribe, rose to the dynasty of the great state. Karabakh region of Azerbaijan has an exceptional role in this historical evolution of the Qajars. The Qajars, who actively participated in the political processes that took place in the region during the Akkoyunlu period, gained the status of de facto hereditary rulers of the Ganja-Karabakh Beylerbeyilik during the Safavid period. In this status, they became the real guards not only of Karabakh, but also of the northern and northwestern borders of the Qizilbash state. In Karabakh, where such tribes as Karamanlı, Baharlı, Yirmidort, Otuziki, Kebirli and Cevanshir lived for centuries, only the Qajars reached this status thanks to their infl uence in the region and their relations based on respect and trust with the Safavid dynasty. The Qajars, who supported the establishment of the Qizilbash state in Azerbaijan, were always in the close relations with the Safavid shahs, served faithfully until the decline of the dynasty and remained loyal even after that. In return for this loyalty, the Safavid rulers entrusted to the Qajars the management of Karabakh – the region, which had an extraordinary geographical and geostrategic position and had a vital importance. By making use of Safavid, Ottoman and Russian sources we will try to deal with the life and activities of Qajar khans mostly from Ziyadoglu clan such as Rustam Bey Qajar, the son of Kara Piri Qajar, nicknamed Tozkoparan for his courage, who was one of the followers and close comrades of Sheikh Haydar; Imamkulu Khan, who fought zealously not only for his homeland, Karabakh, but for other provinces of Azerbaijan, during the Ottoman-Safavid war in 1578-1588; Ugurlu Khan II, who because of his loyalty to the Safavids opposed the proclamation of Nadirkulu Khan Avşar as Shah at the Mughan congress; Javad Khan who was martyred together with his son Huseynkulu Khan on the walls of Ganja fought bravely against the Russian occupation in 1804 and othres.

Keywords: Karabakh, The Qajars, The Ziyadoglu, Safevid, Ganja-Karabakh Beylerbeyilik.

Türkmenistan’da Tarih Yazıcılığı (1905 İhtilali’nden 1937 Repressiya’ya kadar)

Tahyr Ashyrov
ORCID:
0000-0002-9684-0834
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.12
Sayfalar: 263-280

1905 İhtilali’nden 1937 Repressiya’ya kadar Türkmenistan’da, tarih bilinci ve tarih yazıcılığı açısından kendine özgü bir dönemdir. 1905 İhtilali’nden sonra Türkmence matbuat önem kazanmıştır. Türkmen tarihi ile ilgili değerli yazılar yayımlanmıştır. Özellikle 1914-1917 yılları arasında Türkmence ve Farsça yayımlanan “Zakaspiyskaya Tuzemnaya Gazyeta / Ruznâme-i Maverâ-i Bahr-i Hazar” gazetede, Türkmen tarihi ile ilgili “Gadım Tarıh” (Kadim Tarih) başlıklı [Soybilim ve Biyografi / Türkmen Halk Tarihi] bir dizi yazı kaleme alınmıştır. 1917 İhtilali’nden sonra Türkmence matbuatta millî tarih bilinci ve tarih yazıcığı yansıtan yazılar ortaya çıkmaya başlamıştır. 1922- 1924 yılları arasında yayımlanan “Türkmen İli” dergisinde, 1979-1981 Türkmen – Rus Savaşı başta olmak üzere Basmacılık, Türkistan Türkler Tarihi, Türkiye Siyasi Tarihi konuları [Genel Türk Tarihi / Türkmen Halk Tarihi] üzerine kaleme alınan yazılar yayımlanmıştır. Aynı şekilde 1924 yılında “Türkmen Halkınıŋ Tarıh Hem Nesilleri Hakındakı Makalalarıŋ Yıgındısı” (Türkmen Halk Tarihi ve Nesiller Üzerine Makaleler Derlemesi) adıyla yayımlanan eser, Türkmen tarihi açısından önemli bir kaynaktır. Ekim 1924 Sovyet Türkmenistanı’nın kurulmasıyla yeni bir tarih anlayışı ortaya çıkmaya başlamıştır. Sovyet Türkmenistanı’nın 1924-1930 yılları arasında “millîleştirme”, “yerlileştirme” kavramları ve millî bir tarih bilinci ile kaleme alınan yazılar, dönemin ayrı bir özelliğidir. İlk zamanda “Stavropol Türkmenlerinin Tarihi” gibi Türkmenistan’ın dışındaki Türkmenler ile ilgili yazılar yayımlanmıştır. Bu dönemde “Türkmen Halk Tarihi” veya “Türkmen Devlet Tarihi” şeklinde konu tartışılmaya açılmıştır. Bu bağlamda “Türkmen Halk Tarihi” yerini “Türkmenistan Tarihi” başlığıyla yazılar kaleme alınmaya başlamıştır. 1926 yılında “Yaŋı Türkmenistan” adıyla yayımlanan eser, bunun bir tür yansıması olduğu söylenebilir. Bu dönemde kaotik bir şekilde devam eden tarih yazıcılığı, 1931 yılında “Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi –Kısa Ders” adlı eserin yayımlanmasıyla Sovyetler Birliği’nde bir parçası olan Türkmenistan’da da aynı tarih anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. Ancak buna direnenler ve dönem ideolojinin sunduğu tarih metodu bağlamda konuyu ele alarak Türkmen tarihini belgelemeye çalışanlar da 1937 yılında repressiya kurbanı olmuşlardır.

Anahtar Kelimeler: Türkmenistan, Türkmen Aydınları, Tarih, Tarih Yazıcılığı.

From the 1905 Revolution to the 1937 Repressiya, it is a unique period in terms of historical awareness and historiography in Turkmenistan. After the 1905 Revolution, the Turkmen press gained importance. Valuable articles on Turkmen history have been published. Especially in the newspaper “Zakaspiyskaya Tuzemnaya Gazyeta / Ruznâme-i Maverâ-i Bahr-i Hazar”, which was published in Turkmen and Persian between 1914-1917, titled “Gadim Tarıh” (Ancient History) [Geology and Biography / Turkmen Folk History] A number of articles have been written. After the 1917 Revolution, articles refl ecting national historical consciousness and historiography began to appear in the Turkmen press. In the journal “Turkmen Ili”, which was published between 1922-1924, articles were published on the subjects of Basmachılık, Turkestan Turks History, Turkish Political History [General Turkish History / Turkmen Folk History], especially the 1979-1981 Turkmen-Russian War. Likewise, the work published in 1924 with the title of “Türkmen Halkınıŋ Tarıh Hem Nesilleri Hakındakı Makalalarıŋ Yıgındısı” (Compilation of Articles on Turkmen Folk History and Generations) is an important source for Turkmen history. With the establishment of Soviet Turkmenistan in October 1924, a new understanding of history began to emerge. The concepts of “nationalization” and “indigenization” of Soviet Turkmenistan between 1924-1930 and the articles written with a national historical consciousness are a distinctive feature of the period. In the fi rst time, articles about Turkmens outside Turkmenistan such as “History of Stavropol Turkmens” were published. In this period, the subject as “Turkmen Folk History” or “Turkmen State History” was opened to discussion. In this context, articles with the title of “Turkmenistan History” began to be written instead of “Turkmen Folk History”. The work, which was published in 1926 with the name “Yaŋı Turkmenistan”, can be said to be a kind of refl ection of this. Historiography, which continued chaotically in this period, began to dominate in Turkmenistan, which was a part of the Soviet Union, with the publication of the work “History of the Communist Party of the Soviet Union (Bolshevik) – Short Lesson” in 1931. However, those who resisted this and tried to document the Turkmen history by considering the subject in the context of the historical method presented by the ideology of the period were also victims of repression in 1937.

Keywords: Turkmenistan, Turkmen Intellectuals, History, Historiography.

Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Tarih Ders Kitaplarında Tarih Kavramı

Ahmet Şimşek
ORCID:
0000-0003-3591-8180
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.13
Sayfalar: 281-308

Bir disiplin olarak tarihin ne olduğunu, nasıl çalıştığını, neyi amaçladığını tartışmak her zaman ilgi çekici olmuştur. Bu tartışmada şüphesiz ki dönemin siyasi-sosyal ve ekonomik koşullarının etkisi büyüktür. Diğer yandan zamanla değişen bilim anlayışı ve tarih araştırma imkânlarının zenginleşmesinin de bunda farklılaşma yaratması beklenir. Bu çerçevede tarih, her dönemde değişen/farklılaşan anlam çerçevesiyle yeniden yazılmıştır. Bu çalışmada Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından sonra tarih politikalarına yön veren Türk Tarih Tezinin biçimlendiği 1931’den günümüze kadarki süreçte lise tarih ders kitaplarında tarih kavramının izi sürülmüştür. Bu inceleme, Türk tarih eğitimi literatüründe genel kabul görmüş dört dönemi temsilen tarih ders kitapları üzerinden yapılmıştır. Bunlar Türk Tarih Tezi, Hümanisttik, Türk İslam Sentezi ve Muhafazakâr/İslamcı dönemleridir. Bu dönemleri temsil etmesi bağlamında amaçlı örneklem grubu çerçevesinde 1931, 1942, 1976 ve 2022 yılı tarih ders kitaplarından yararlanılmıştır. Bunlardan tarih kavramını doğrudan konu eden lise birinci sınıf kitaplarına bakılmıştır. Araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden içerik analizi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda lise tarih ders kitaplarındaki tarih kavramına yaklaşımın, dönemin siyasal ve sosyal zihniyetinden etkilendiği görülmüştür. Bu bulgular daha önceki araştırma sonuçlarıyla örtüşmektedir. 1932’deki tarih ders kitaplarındaki Tarih kavramına ilişkin epistemolojik yaklaşımın çok az bir farklılaşmayla 1942 ve 1976 tarih ders kitaplarına yansıdığı söylenebilir. Konu bağlamındaki farklılaşma sadece 2022 yılı tarih ders kitabında kısmen görülmüştür. Bu farklılaşmanın ders kitabında yapılandırmacı öğrenme yaklaşımının etkilemesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu kitapta çağdaş tarihyazımsal ilke ve düşünceye ilişkin oldukça sınırlı bir yansımadan bahsedilebilir. 2022 tarih ders kitabında da devlet merkezli bir milli tarihyazımı çerçevesinden vazgeçilmemiştir. Bu yüzden incelediğimiz dört farklı döneme ait tarih ders kitabının 19. yüzyılın ulusçu ve bilimci anlayışından derin izler taşıdığı söylenebilir. Türkiye’de tarih ders kitapları, sadece vatandaşlık eğitiminin alelade bir parçası olarak yazıldığı sürece bunun dışına çıkılamayacağı ön görülebilir. Çözüm ise tarihin katkılarının bireysel-toplumsal-devletsel açıdan dengeli biçimde işlendiği tarih ders kitaplarının yazımıyla sağlanabilir.

Anahtar Kelimeler: Tarih Ders Kitapları, Tarih, Tarihyazımı.

It has always been interesting to discuss what history is as a discipline, how it works and what it aims at. Undoubtedly, the political-social and economic conditions of the period had a great impact on this discussion. On the other hand, it is expected that the changing understanding of science and the enrichment of history research opportunities will create diff erentiation in this. In this framework, history has been rewritten with a changing/diff erentiating meaning framework in every period. In this study, the concept of history has been traced in high school history textbooks from 1931, when the Turkish History Thesis, which gave direction to history policies in Turkey after the proclamation of the Republic, was formed. This review was carried out through the history textbooks representing the four periods generally accepted in the Turkish history education literature. These are the Turkish History Thesis, Humanistic, Turkish-Islamic Synthesis and Conservative/Islamist periods. In order to represent these periods, the history textbooks of 1931, 1942, 1976 and 2022 were used within the framework of the purposeful sample group. Among them, the fi rst grade books of high school, which directly subject the concept of history, were examined. Content analysis, one of the qualitative research methods, was used in the research. As a result of the research, it was seen that the approach to the concept of history in high school history textbooks was aff ected by the political and social mentality of the period. These fi ndings are consistent with previous research results. It can be said that the epistemological approach to the concept of history in the 1932 history textbooks was refl ected in the 1942 and 1976 history textbooks with little diff erentiation. The diff erentiation in the context of the subject was only partially seen in the history textbook of the year 2022. It is thought that this diff erentiation is due to the infl uence of the constructivist learning approach in the textbook. A very limited refl ection on contemporary historiographic principles and thought can be mentioned in this book. In the 2022 history textbook, a state-centered national historiography framework has not been abandoned. For this reason, it can be said that the history textbooks belonging to four diff erent periods that we examined bear deep traces of the nationalist and scientist understanding of the 19th century. As long as history textbooks in Turkey are written only as an ordinary part of citizenship education, it can be foreseen that it cannot be left out. The way out, on the other hand, can be achieved by writing history textbooks in which the contributions of history are handled in a balanced way in terms of individual-social-state.

Keywords: Historical Textbooks, History, Historiography.

Amerikalı Bir Arkeoloğun Merceğinden Atatürk Dönemi Türkiye’sinde Türk Tarih Tezi, Arkeoloji ve Ulus İnşasına Bakışlar

Resul Babaoğlu
ORCID:
0000-0002-8726-904X
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.14
Sayfalar: 309-340

1930’lu yıllarda otoriter ve totaliter rejimlere sahne olan Kıta Avrupa’sında antropoloji, etnografya ve tarih gibi sosyal disiplinlerden iredentist amaçlara hizmet etmek üzere yararlanılmıştır. Vulger pozitivizmin etkisinde gelişen bu alanlarda gözlenen yoğun çalışmalara sözü edilen dönemde geniş bir mesai harcanmıştır. Uzun süren savaşlar ve iç siyasi çalkantılardan sonra kuruluşu gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu, Avrupa’yı kasıp kavuran siyasal çekişmelerin bilimsel zeminde ortaya atılan tezler ve bulgulara koşut ilerlediğini gözlemlemiştir. Dahası, Avrupa’da dönemin bilimsel mahfi llerinde Türklerin sarı ırka mensup ikinci sınıf insanlar oldukları ve Anadolu’daki Türk varlığının Osmanlı geçmişinden öteye gidemeyeceğine ilişkin yaygın bir görüşün mevcudiyeti, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu aydınlarını bir kültür devrimine yönelten amillerin başında gelmekteydi. Antropoloji, prehistoria, etnografya ve arkeoloji gibi bilim dallarının Türkiye’deki gelişimini de hızlandıran bu acilci yaklaşım, Tük Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi günümüze kadar tartışmalara konu edilen çıkışlar yaparak Avrupa’daki iddialara karşı görüş üretme yoluna gitmiştir. Birçok tarih araştırmacısının ve tarih felsefesi yazarlarının “romantik tarihçilik” kavramıyla açıklamaya çalıştıkları bu erken dönem kültür çalışmaları dönemin Amerikan diplomatları tarafından dikkatle ve büyük bir özenle takip edilmiştir. 1927 yılında Amerika ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasının ardından Ankara’da büyükelçilik görevine atanan Joseph Grew ve halefi olan C. H. Sherill, yeni Türkiye Devleti’nin kültürel alandaki çalışmalarına odaklanarak ABD Dışişleri Bakanlığını bilgilendirmekle kalmamışlar, aynı zamanda Türkiye’de arkeolojik araştırmalar yapmak isteyen Oriental Institute of Chicago University ile Türk yetkililer arasında arabuluculuk görevi de üstlenmişlerdir. Bu çalışma kapsamında incelenen ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleri, erken dönem Cumhuriyet Türkiye’sinde temelleri atılan kültür devriminin küresel yönelimlerden büyük izler taşıdığını ortaya koymakla birlikte, 21. yüzyılın yeni tarih yaklaşımlarının çoğu zaman “romantik tarihçilik” başlığı altında tartıştıkları söz konusu faaliyetlerin diakronik bir yöntemle ele alınmasının ne ölçüde gerekli olduğunu da hatırlatmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Türk Tarih Tezi, Amerika, Arkeoloji, Etnografya, Kültür devrimi.

In Continental Europe, which witnessed authoritarian and totalitarian regimes in the 1930s, social disciplines such as anthropology, ethnography and history were used to serve for irredentist purposes. In the mentioned period, a great deal of work was spent on the intense studies observed in these fi elds, which developed under the infl uence of Vulger positivism. The founding staff of the Republic of Turkey, which was established after long-lasting wars and internal political turmoil, observed that the political confl icts that swept Europe progressed in parallel with the theses and fi ndings put forward on the scientifi c ground. Moreover, the widespread view in the scientifi c gatherings of the period in Europe that the Turks were second-class people belonging to the yellow race and that the Turkish presence in Anatolia could not go beyond the Ottoman past was one of the main issues that led Mustafa Kemal Atatürk and the founding intellectuals of the Republic to a cultural revolution. This urgent approach, which accelerated the development of branches of science such as anthropology, prehistory, ethnography and archaeology in Turkey, has gone to the path of producing opinions against the claims in Europe by making outputs that have been the subject of discussions until today, such as the Turkish History Thesis and the Sun Language Theory. These early cultural studies, which many historians and authors of philosophy of history tried to explain with the concept of “romantic historiography”, were followed carefully and with great care by the American diplomats of the period. Joseph Grew, who was appointed as the ambassador in Ankara after the re-establishment of diplomatic relations with the United States in 1927, and his successor, C.H. Sherill, focused on the cultural studies of the new Turkish State and not only informed the US Department of State, but also acted as mediators between Turkish authorities and the Oriental Institute of Chicago University which wanted to conduct archaeological researches in Turkey. The documents of the US Department of State analyzed within the scope of this study not only reveal that the cultural revolution, whose foundations were laid in early Republican Turkey, had great traces of global trends, but this study also reminds us to what extent it is necessary to deal with the activities in question with a diachronic method, which are often discussed under the title of “romantic historiography” by the new historical approaches of the 21st century.

Keywords: Turkish History Thesis, America, Archaeology, Ethnography, Cultural Revolution.

Tarih, Kurgu ve Usul: Fuad Köprülü’nün Usul Anlayışına Yönelik Eleştirel Bir Okuma

Emre Elmas
ORCID:
0000-0003-3691-9353
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.15
Sayfalar: 341-372

Türk tarihyazımının en büyük isimleri arasında yer alan Fuad Köprülü, tarih ve edebiyat tarihinin yanında, tarihçiliğimizde usul tartışmalarında da önemli bir yerde durmaktadır. Özellikle kendisinin erken dönem düşüncesinde usul hakkında yazdıkları günümüzde bile akademik tarihçiliğimizin gündemindedir. Bu çalışmanın amacı Fuad Köprülü’nün usul anlayışını özellikle çağdaş Fransız fi lozofl arının ortaya koyduklarından hareketle çözümlemektir. “Dil”, “yazı”, “iz” ve “mevcudiyet metafi ziği” gibi kavramlardan yola çıkan çağdaş Fransız felsefesi hem tarihin usulü hem tarihin bizatihi kendisi bağlamında oldukça istisnai bir yerde durmakta hem de tarihyazımsal açıdan eleştirel bir konum kazanmada hayati bir önem arz etmektedir. Tarihi bilimsel bir temele oturtmaya çalışan, ona bir yol, bir yöntem haliyle bir usul vermeye çalışan Fuad Köprülü, bu uğurda birçok karşıtlıklar kurmak zorunda kalır. Tarih felsefesi bağlamında Köprülü’nün usul anlayışı, husule gelirken, başka birçok şeyi de en azından kendi yanı başında getirir. Bunun sonucunda ise iyi-kötü, doğru-yanlış, akıl-akıl-dışı, gerçek-kurgu, düşünme-tahayyül etme, tarih-edebiyat ve bilme-hissetme gibi karşıtlıklar oluşur. Bu karşıtlıklardan belki de en önemlisi tarih ve edebiyat arasında kurulmuş olan karşıtlıktır. Diğer tüm karşıtlıklar neredeyse bu karşıtlıktan neşet etmektedir. Gerçekten de Köprülü, tarih ve edebiyat arasında mutlak bir fark görür. Ona göre tarih ile edebiyat mutlak suretle farklıdır. Ancak bu fark, ortaya koyulması elzem olan doğru ve kusursuz bir usul anlayışıyla giderilebilir. Tarih ve edebiyat arasında yer alan fark, ancak doğru ve kusursuz bir usulle birlikte olumsal bir mahiyete alınabilir. Fuad Köprülü tarih ile edebiyatı birbirlerinden mutlak surette ayırırken, edebi olanı tarihi olanın güdümüne bırakır. Usul tartışması bağlamında tarih devamlı surette edebiyatı önceler, edebi olan tarihi olana bağlanır. Edebiyat, tüm önem ve olumsallığını tarihi olandan alır. Haliyle bu durum çağdaş tarih felsefesi adına ciddi bir problem teşkil eder. Peki, tarihin güdümünde, ona bağlı olan bir edebiyat değil, edebiyatı merkeze alan, tarih karşısında onun kurgusallığını, yeniden yaratım imkânını ön plana çıkaran çağdaş tarih felsefesinin birtakım kabullerini ele aldığımızda nasıl bir resim ortaya çıkar? İşte bu çalışma, bu sorunun peşine düşerek hem Köprülü’nün hem de çağdaş Türk tarihyazımının usul anlayışını sorgulama ve eleştirel sınırlarını genişletme amacı taşımaktadır.

Anahtar Kelimeler: Usul, Dil, Yazı, İz, Mevcudiyet Metafiziği.

Fuad Köprülü, who is among the greatest names of Turkish historiography, has an important place in the debates of method in our historiography, as well as in the history of literature and in the history. Especially his writings about the method in his early thought are on the agenda of our academic historiography even today. The aim of this study, which especially based on what contemporary French philosophers put forward, is to analyze Fuad Köprülü’s understanding of the method. Contemporary French philosophy, which is based on concepts such as “language”, “writing”, “trace” and “metaphysics of presence”, stands in an exceptional place both in terms of the method of history and history itself, and is of vital importance in gaining a historiographically critical position. Fuad Köprülü, who tries to put history on a scientifi c basis, and tries to give it a way, a method as a procedure, has to set up many antigonies for this end. In the context of philosophy of history, Köprülü’s understanding of the method brings at least many other things with itself. As a result, oppositions such as good-bad, right-wrong, rational-irrational, fact-fi ction, thinking-imagination, history-literature and knowingfeeling occur. Perhaps the most important of these antigonies is that established between history and literature. Almost all other antigonies arise from this opposition. Indeed, Köprülü sees an absolute diff erence between history and literature. According to him, history and literature are absolutely diff erent. However, this diff erence can be eliminated with a correct and perfect understanding of the method, which is essential. The diff erence between history and literature can only be taken to a contingent entity with a correct and perfect method. While Fuad Köprülü absolutely separates history and literature from each other, he leads the literary to the historical ones. In the context of the method discussion, history always precedes literature, and the literary is tied to the historical. Literature takes all its importance and contingency from the historical. As such, this situation poses a serious problem for the contemporary philosophy of history. Alright, what kind of a picture emerges when we consider some of the assumptions of the contemporary philosophy of history, which focuses on literature, not a literature dependent on it, under the guidance of history, and emphasizes its fi ctionality and the possibility of re-creation in the face of history? By pursuing this question, this study aims to question understanding of the method of both Köprülü and contemporary Turkish historiography and expand its critical boundaries.

Keywords: Method, Language, Writing, Trace, Metaphysics of Presence.

Ulusun Hafızasının İnşası: Erken Cumhuriyet Dönemi Süreli Çocuk Yayınlarında Yeni Bir Tarih Anlatısının Kurgulanması

Sevcan Başboğa Özen
ORCID:
0000-0002-5988-3392
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.16
Sayfalar: 373-399

Uzun Türkiye tarihinin önemli kırılma evrelerinden biri de Erken Cumhuriyet dönemidir. Zira Erken Cumhuriyet dönemi Türkiye modernleşmesi sürecinin imparatorluktan ulus devlete evrildiği bir süreci ifade eder. Bu süreç dünyadaki diğer ulus devlet deneyimlerinde olduğu gibi bir dizi değişimi ve yeniliği beraberinde getirir. Bu sürecin önemli yenilikleri arasında ulus devletin kutsalları olan ulusal sınırlar, ulusun sembolleri ve aynı zamanda ulusa ait yeni bir zaman ve tarih tasavvuru yer almaktadır. Bu noktada uluslaşma sürecinin gücü ve başarısı ulusal kimliğin, ulusun her bir ferdinde ne derece güçlü inşa edildiği ile mümkün görülmüştür. Uluslaşma literatürünün önemli isimlerinden Benedict Anderson’a göre ulus-devlet, kendisini tanımlarken ve yeniden üretirken, ulusal dillerin ve edebiyatın güçlenmesini, yeni bir zaman ve tarih tasavvurunun kurgulanması ve kurgulanan yeni tarihsel anlatının, ulusun tüm üyelerinin hafızasında canlandırılması gerektiğini vurgulamıştır. Erken Cumhuriyet döneminde ulus devlet inşasının önemli bir veçhesini de ulusal kimliğin inşası ve bu yöndeki çabalar oluşturmaktadır. Oluşturulmak istenen ulusal kimliğin bir kök anlatısına, ulusun doğuşu, ulusal hareketin başlaması, bu süreçte verilen mücadele, yapılan savaşlar, ortaya çıkan söylemler ve ulusal kahramanlar bu tarihsel anlatının merkezinde yer almaktadır. Bu bildiri metninde Erken Cumhuriyet dönemi süreli çocuk yayınlarında Türkiye’de ulus devlet ve ulusal kimliğin inşasının önemli bir aracı olarak yeni bir tarih anlatısının nasıl kurgulandığı, bu tarih anlatısının hangi söylemler üzerine kurulduğu, hangi tarihsel dönemlerle hangi nedenlerle bağ kurulduğu ve bu tarih anlatısının odağında yer alan kahramanların kimler olduğu ve onların hangi özellikleriyle tanımlanıp tanıtıldıkları anlaşılmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Erken Cumhuriyet Dönemi, Ulus-Devlet, Ulusal Kimlik, Çocuk Dergileri, Tarih Anlatısı.

One of the important breaking phases in the long history of Turkey is the Early Republic period. Because the Early Republican period refers to a process in which the modernization process of Turkey evolved from an empire to a nation-state. This process brings along a series of changes and innovations, as in other nation-state experiences in the world. Among the important innovations of this process are the national borders, which are the sanctuaries of the nation state, the symbols of the nation, as well as a new conception of time and history belonging to the nation. At this point, the power and success of the nationalization process has been seen as possible by how strong the national identity is built in each individual of the nation. According to Benedict Anderson, one of the important names in the nationalization literature, the nationstate, while defning and reproducing itself, emphasized that national languages and literature should be strengthened, a new time and history imagination should be constructed and the new historical narrative constructed should be revived in the memory of all members of the nation. An important aspect of nation-state building in the early Republican period is the construction of national identity and eff orts in this direction. A root narrative of the national identity to be created, the birth of the nation, the beginning of the national movement, the struggle in this process, the wars, the emerging discourses and national heroes are at the center of this historical narrative. In this paper, how a new historical narrative was constructed as an important tool in the construction of the nation state and national identity in Turkey in the Early Republican period children’s publications, on which discourses this historical narrative was built, with which historical periods and for what reasons it was connected, and in the focus of this history narrative. It will be tried to understand who the heroes are and with what features they are defned and introduced.

Keywords: Early Republican Period, Nation-State, National Identity, Children’s Magazines, History Narrative.

Osmanlı Kadın Hatıralarının Tarih Yazımında Kullanım Değeri: Osmanlı Kadın Ben Anlatıları/Hatıralar Tarihçiye Ne Söyler ?

İbrahim Şirin
ORCID:
0000-0002-1177-6651
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.17
Sayfalar: 401-441

Sanayi devrimi sonrası kadınların çalışmaya hayatına atılması, kamusal alanda daha fazla görünür olmaları günlük tutmaya, anı yazmaya ittiği gibi Osmanlı dünyasında ise Zeynep ve Melek Hanım ve Selma Ekrem örneğinde olduğu gibi yaşadıkları hayata karşı bir başkaldırı aracı olarak yazmaya başlamışlardır. Zeynep ve Melek adını alan bu iki Osmanlı kadını Pierre Loti’nin Les Desenchantees (Mutsuz Kadınlar) romanın kahramanı olarak Kadın hareketlerinin öncü isimlerindendir. Zeynep ve Melek’in oldukça maceralı hayatları Grase Elison ve Marcelle Tinayre gibi iki kadın hareketi savu nucu gazeteciyi Osmanlı topraklarına sürüklemiş onlarda İmparatorluğun en hareketli günlerine şahit olmuşlar ve hatıralarında Osmanlı yaşamını anlatmışlardır. Şadiye Osmanoğlu ve Ayşe Osmanoğlu’nun Babaları II. Abdülhamit’i anlattıkları hatıraları, Enver Paşa’nın Eşi Naciye Sultan’ın, Cemile Sultan’ın torunu Prenses Mevhibe Celalelettin’in, haremde muallimlik yapan Safi ye Ünivar’ın, saray nedimlerinden Leyla Açba’, Rumeysa Aredba, Afi fe Rezzaneze, Sultan Vahdetti’nin Dördüncü Kadın efendisi Nevzat Vahdettin’in, saray hekimlerinden Hekim İsmail Paşa’nın kızı şair, besteci Leyla Saz’ın, kadın ressamlardan Naciye Neyyal’in hatıraları sarayın ve haremin iç dünyasına ışık tutacak anlatılardır. Milli Mücadele’nin Onbaşı Halidesi Ha lide Edip Adıvar’ın Milli Mücadele hatıraları üzerinde durulması gereken bir metindir. İstanbul’da yaptığı Sultan Ahmet Mitingi Milli Mücadele tarihinde oldukça önemlidir. Hatıra yazarları Cahit Uçuk 15, Suat Derviş 16, Halide Nusret Zorlutuna 18, ve Sabiha Sertel 24 yaşında mitingde birbirlerinden habersiz Halide’nin ve Şukufe Nihal’in coş kulu nutkunu dinlemişlerdir. Bu dört ismin meydanda ne hissettikleri Milli Mücadele tarihinde kadın ve çocukların yerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Kürsüde halkı konuşması ile coşturan Halide Edip, Şukufe Nihal ve Nakiye (Elgün) birbirlerini hiç tanımayan dört kadın dinleyicinin neler hissettikleri, mitingde yaşadıkları, miting son rası yaşamları duygu tarihi açısından önemsenmesi gereken bir durumdur. Bu bildiri de Kadın ben anlatılarının tarih yazımı açısından önemi ele alınarak kadın ben anlatıların tarihçi açısından ne ifade ettiği sorusunun cevabı aranacaktır.

Anahtar Kelimeler: Kadın, Tarihyazımı, Hatıra, Ben Anlatısı, Sultan Ahmet Mitingi.

Women’s appearance in the working life after Industrial Revolution made them in sight in the public space and led them to keep diaries. In the Ottoman world, women such as Zeynep, Melek Hanım and Selma Ekrem wrote as a tool of uprising against the life they lived in. Zeynep and Melek Hanım were the Zeynep, Melek Hanım fi ctitious characters in the novel of Pierre Loti titled as Les Desenchantees (Umudunu Yitirmiş Kadınlar) were the pioneering fi gures of Woman Movement. Their gripping lives made Grase Elison and Marcelle Tinayre, two defender of woman movement, come to Ottoman lands and they witnessed the liveliest days of Ottoman while they wrote Ottoman life in their memoirs. Şadiye Osmanoğlu and Ayşe Osmanoğlu’s memoirs about their father, Abdülhamit II and the memoirs of Enver Pasha’s wife Naciye Sultan, Cemile Sultan’s granddaughter Princess Mevhibe Celalelettin, Safi ye Ünivar who was a instructor in harem, Leyla Açba’ who was the palace maid of honour, Rumeysa Aredba, Afi fe Rezzaneze, Sultan Vahdettin’s Fourth Woman Efendi Nevzat Vahdettin, palace doctor İsmail Paşa’s daughter poet and composer Leyla Saz, one of the women painter Naciye Neyyal are the narration which shed light on the inner world of palace and harem. For instance, there should be an emphasis on Non-com Halide Edip Adıvar’s National Struggle memoirs and the demonstration (Sultan Ahmet demonstration) she organized in İstanbul is crucial in the history of National Struggle. The memoirs writers Cahit Uçuk (15), Suat Derviş (16), Süreyya Ağaolu (16) Halide Nusret Zorlutuna (18), ve Sabiha Sertel (24) listened to the vigorous speech of Halide and Şukufe Ni hal independent of each other. It is important to discern how they feel in the sense of locating the place of women and children in the history of National Struggle and the history of emotions. Thus, this presentation aims to reveal the meaning of the egodocuments in terms of historian by handling the importance of women self-nar ration in historiography.

Keywords: Woman, Memoir, Historiography, Ego-Documents, Sultan Ahmet Demonstration.

Türk Tarihi ve Efsanevi Kişiliklerin Topluma Yansıtılmasına Bir Örnek: “Karagöz ve Hacivat Neden Öldürüldü” Filmi Üzerine Göstergebilimsel Bir İnceleme

Ebru Gülbuğ Erol – Fuat Uçar
ORCID:
0000-0001-6342-42980000-0002-2036-6689
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.18
Sayfalar: 443-467

Türk tarihi Orta Asya’dan Balkanlara kadar birçok medeniyete beşiklik eden hikâyeler ve kahramanlık öyküleri ile oldukça zengindir. Türklerin sosyal ve kültürel hayatında mizah kültürünün en zengin kaynaklarından biri olarak, Osmanlı’nın Orhan Gazi döneminde Bursa Ulu Cami yapımında çalışan işçilerden Karagöz ile Hacivat Türk tarihinde gölge oyununun önemli temsilcileridir. Karagöz ile Hacivat’ı gerçekte var olup olmadığışaibeli ama tarihi kişilikler bağlamında sunan Karagöz ve Hacivat Neden Öldürüldü adlı fi lm, 14. yüzyılda Anadolu’nun değişim ve dönüşümünde etkili olan tarihsel, toplumsal, siyasal ve kültürel özellikleri konu edinmiştir. Filmde Karagöz ile Hacivat ikilisinin ortaya koyduğu siyasal ve toplumsal mesajlar, kültürel yapı içerisinde yer alan mizah anlayışıyla verilmiştir. Bu çalışmada, Karagöz ve Hacivat Neden Öldürüldü adlı fi lm özelinde; fi lme konu olayların Türk kültür tarihine nas ıl yansıtıldığı, Türk tarihi ve toplumsal yapısı açısından siyasal ve toplumsal hangi mesajların verildiğinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Ayrıca bu bağlamda dönemin tarihsel-toplumsal yaşayışı da fi lm kapsamında incelemeye alınmıştır. Çalışmada amaçlı örneklem yöntemiyle seçilen fi lm, nitel araştırma yöntemleri içerisinde yer alan ABD’li Göstergebilimci Charles William Morris’in (1901-1979) alanyazına kazandırdığı göstergebilimin üç boyutu üzerinden analiz edilmiştir. Bu aşamada fi lmden alınan örnekler üzerinden göstergelerin nasıl konumlandırıldığı (sözdizimsel boyut), göstergelerin ne anlam taşıdığı (anlambilimsel boyut) ve kişilerin mesajı ne şekilde yorumlayabileceği (edimbilimsel boyut) ortaya konulmaya çalışılmıştır. Elde edilen bulgularda, Karagöz ve Hacivat dönemi geleneksel Türk yaşayışında toplumsal yaşayışların, inançların ve dönemsel özelliklerin kültürel kodlarla anlatıldığı ifade edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Gölge Oyunu, Göstergebilim, Karagöz Hacivat, Mizah, Sinema.

Turkish history is very rich with stories and heroic stories that cradled many civilizations from Central Asia to the Balkans. “Shadow Play” has been one of the ones that continues to exist in diff erent geographies as one of the richest sources of humor culture in the social and cultural life of Turks and refl ects the humor world of the Anatolian Turkish people. Karagöz and Hacivat, who worked in the construction of Bursa Ulu Mosque during the Orhan Gazi period of the Ottoman Empire, are one of these heroes. Presenting Hacivat and Karagöz in the context of historical and whether real or legendary personalities, the movie Karagöz and Hacivat Why is it Killed, deals with the historical, social, political and cultural features that were eff ective in the change and transformation of Anatolia in the 14th century. In the fi lm, the political and social messages of the Karagöz and Hacivat duo are given with a sense of humor in the cultural structure. In this study, it is aimed toreveal how the events in the fi lm are refl ected in the Turkish cultural history, and which political and social messages are given in terms of Turkish history and social structure, in the context of the movie Karagöz and Hacivat Why Killed. In addition, in this context, the historical-social life of the period was also examined with in the scope of the fi lm. In the study, the fi lm selected with the purpose fulsampling method was analyzed by the US semiotician Charles William Morris (1901-1979), who is one of the qualitative research methods, through three dimensions of semiotics that Morris brought to the literature. At this stage, it has been tried to reveal how the indicators in the string are positioned (syntactic dimension), what the indicators mean (semantic dimension) and what kind of change is aimed on the people whore ceive the message through the indicators (pragmatic dimension) through the table screated in the study. In the fi ndings, it is stated that the social life, beliefs and periodical features of the traditional Turkish life of the Karagöz and Hacivat periods are explained with cultural codes.

Keywords: Shadow Play, Semiotics, Karagöz Hacivat, Humor, Cinema.

Tarihsel Gerçeklik Bağlamında Hüküm Gecesi Romanının Otobiyografik Açıdan İncelenmesi

Saniye Köker
ORCID:
0000-0001-5305-3219
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.19
Sayfalar: 469-486

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hüküm Gecesi (1927) romanı, 1908 ile 1913 yılları arasındaki olayların anlatımına dayanır. Roman, o dönemlerdeki tarihsel gerçeklere yer verdiği gibi bir dönemin tanıklığını da ortaya koyar. Hüküm Gecesi, gerçeklik ve tanıklık bağlamında Yakup Kadri’nin siyasi otobiyografi si olarak değerlendirilmektedir. Nitekim romanın kurgusal zeminini oluşturan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası çevresinde oluşan siyasi iktidar yarışı, aynı zamanda Yakup Kadri’nin de bizzat içinde yaşadığı bir dönemde cereyan etmiştir. Bu açıdan bakıldığında Hüküm Gecesi, o yılların siyasi olaylarını anlatırken birçok tarihsel gerçeğe de işaret etmiştir: Gazetecilik, sansür, muhalefet, ölüm tehditleri, sürgünler, jurnalcilik bunlardan bazılarıdır. Otobiyografi k roman, roman ile otobiyografi nin kesişme noktasında yer alır. Hayatını anlatmak isteyen birine belli bir zaman ve mekân içinden geçmişine bakma imkânı sunar. Bugünün penceresinden geçmişine bakan yazar, hayatını da anlamlandırmış olur. Hüküm Gecesi romanının kaleme alındığı 1927 yılı aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni yapılanmaların olduğu bir yıldır. Romanını 1927 yılında yazan yazar, 1908 ile 1913 yıllarının siyasi arenasına içinde bulunduğu dönemin realitesinden bakmıştır. Yakup Kadri ayrıca bu romanında, dönemin havasını yansıtan bir terminoloji geliştirmiştir. Genellikle olumsuz çağrışımlardan oluşan bu terminoloji, dönemin birey ve toplum psikolojisini göstermesi bakımından önemli bir argüman sunmaktadır. Özellikle Abdülhamid devrinde ve İttihat ve Terakki yönetiminde yaşanan korkular, tedirginlikler bu terminolojinin içeriğini oluşturmaktadır. Bu çalışmada öncelikle XIX. yüzyılın siyasi olayları, hakkında genel bir bilgi verilecektir. Özellikle II. Meşrutiyet’in ilanı öncesinde ve sonrasında yaşananlar ve dönemin iktidarını elinde bulunduran İttihat ve Terakki yönetimi ele alınacaktır. Ardından romandaki olaylar ile roman yazarının yaşamı arasındaki benzerlikler tespit edilecektir. Buradan hareketle otobiyografi k romanlar ile tarihsel gerçeklik arasındaki ilişki sorgulanacaktır. Son olarak biri kurmaca (otobiyografi k roman) diğeri nesnel (tarihsel gerçeklik) iki tür arasındaki ilişki ortaya konacak; böylece bir yaşamöyküsünün ne dereceye kadar gerçeklik üzerine tesis edilebileceği saptanacaktır.

Anahtar Kelimeler: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi, Otobiyografi , Roman, Tarih.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’s novel Hüküm Gecesi is based on the narrative of events between 1908 and 1913. The novel contains historical facts from that period. Therefore, it also reveals the testimony of a period. Hüküm Gecesi novel also constitutes the political autobiography of Yakup Kadri in the context of reality and testimony. The fi ctional basis of the novel is the political power race formed around İttihat ve Terakki Cemiyeti (Community of Union and Progress) and the Hürriyet ve İtilaf Partisi (Freedom and Allied Party). The novel also pointed to many historical facts when describing the political events of those years: Journalism, censorship, opposition, death threats, exiles, informing are some of them. The autobiographical novel is located at the intersection of novel and autobiography. It gives someone who wants to tell their life the opportunity to look at their past from a certain time and place. The author looking back from today’s window makes sense of his life. The year 1927, when the novel Hüküm Gecesi was written, was also a year of new structures in the Republic of Turkey. The author, who wrote his novel in 1927, looked at the political arena of 1908 and 1913 from the reality of his time. Yakup Kadri also developed a terminology in this novel that refl ects the mood of the period. This terminology which usually points to negative connotations, is an important argument that shows the psychology of individuals and society of the period. Especially the fears experienced during the Abdulhamid period constitute the content of this terminology. In this study, fi rst of all, a general information about the political events of the nineteenth century will be given. Then the similarities between the events in the novel and the life of the novelist will be determined. From here, the relationship between autobiographical novels and historical reality will be questioned. Finally, the relationship between two types, one fi ctional (autobiographical novel) and the other objective (historical reality) will be revealed. Thus, it will be determined to what extent a life story will be based on reality.

Keywords: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi Autobiography, Novel, History.

Popüler Tarihçiliğin Türkiye’de Kıyıda Kalmış Bir Örneği: Türklerin Altın Kitabı

Can Tankut Esmen
ORCID:
0000-0002-1884-1276
DOI: 10.37879/9789751756473.2023.20
Sayfalar: 487-502

Türkiye’de yazılmış ve yazılmakta olan popüler tarih külliyatının bir hayli geniş olduğunu söylemek mümkündür. Popüler tarihçiliğin tarihine bakıldığında, akademik tarihçiliğin çıktıları ile halk kitleleri arasında köprü olması, ders kitaplarını biçimlendirmesi, tarihi tüketilebilir bir nesneye dönüştürmesi ve hatta akademik tarihçiler üzerinde bıraktığı etki görülebilmektedir. Mutlak hakikat olduğu iddia edilmeyecek olsa dahi, akademik tarihçilik alanında çalışma yapmakta olan pek çok ismin özellikle çocukluk ve ilk gençlik yıllarında ağırlıklı olarak popüler tarih okudukları bir gerçektir. Tarihçilerin etkilendikleri isimlerin başında Ahmet Refi k Altınay, Reşat Ekrem Koçu, Yılmaz Öztuna ve Yavuz Bahadıroğlu gibi önemli popüler tarih yazarları gelmektedir. Refi k Özdek tarafından kaleme alınmış olan ve 1990 yılında Tercüman tarafından basımı gerçekleştirilen dört ciltlik Türklerin Altın Kitabı isimli çalışma da Türkiye’deki popüler tarihçiliğin üzerinden değerlendirilebileceği önemli bir çalışmadır. Türk tarihçiliğinin modern zamanlarından günümüze ve Türk Tarih Kurumu’nun ise özellikle kuruluş yıllarında üzerinde hassasiyetle durduğu başlangıcından günümüze bütün Türk tarihini bir esere sığdırma gayesini, popüler tarihçiliğin sağladığı konfor alanı içerisinde başarabilmesi dahi bu çalışmayı incelenmeye değer kılmaktadır. Tebliğimde, Türklerin Altın Kitabı isimli eser üzerinden; yazarı Refi k Özdek’in tarihçiliği, bütün Türk tarihini tek esere sığdırabilmesini, kullandığı görsellerin önemi ve günümüz Türk popüler tarihçiliği için ne anlam ifade edeceği sorularına cevap aranacaktır. Bu sorular ekseninde yapılacak analizler ve varılacak cevaplar Türk popüler tarihçiliğinin kendi hikâyesine katkı yapacağı gibi, dolaylı yoldan Türk akademik tarihçiliği hakkında da birtakım çıkarımlar yapmamıza imkân verecektir.

Anahtar Kelimeler: Popüler Tarih, Tarihyazımı, Refik Özdek, Türk Tarihi.

It is possible to say that the corpus of popular history that has been written and is being written in Turkey is quite extensive. When the comparison is made in terms of both quality and quantity, this is a reality that is difcult to object. When we look at the history of popular historiography, it can be seen that it is a bridge between the outputs of academic historiography and the masses of the people, shaping the textbooks, turning history into a consumable object and even the eff ect it has on academic historians. Even though it cannot be claimed to be the absolute truth, it is a fact that many people working in the feld of academic historiography mainly read popular history, especially in their childhood and early youth. Important popular history writers such as Ahmet Refi k Altınay, Reşat Ekrem Koçu, Yılmaz Öztuna and Yavuz Bahadıroğlu are among the names that historians are infuenced by. The four-volume Turkish Golden Book, written by Refi k Özdek and published by Tercüman in 1990, is an important study that can be evaluated through popular historiography in Turkey. The fact that Turkish historiography has been able to ft all Turkish history from the modern times to the present day and the Turkish Historical Society, especially from the beginning, on which it has been sensitively focused on, to the present day, within the comfort area provided by popular historiography, makes this study worth examining. In my paper, on the work called The Golden Book of the Turks; In this study, answers will be sought to the questions of author Refi k Özdek’s historiography, his ability to fi t all Turkish history into a single work, the images he uses what it means and importance for today’s Turkish popular historiography. Analyzes and answers to these questions will not only contribute to the story of Turkish popular historiography, but also allow us to make some inferences about Turkish academic historiography indirectly.

Keywords: Popular History, Historiography, Refik Özdek, History of Turks.