XIX. Türk Tarih Kongresi
Kongreye Sunulan Bildiriler (III. Cilt – III. Kısım)
Osmanlı Tarihi
Türk tarihçiliği açısından güçlü bir geleneği gösteren Türk Tarih Kongrelerinin 19’uncusu 3-6 Ekim 2022 tarihlerinde Ankara’da icra edilmişti. Kurumumuza ulaşan 600’e yakın bildiri özeti, kapsamlı bir hakem kurulu tarafından titizlikle incelenmiş ve neticede 233 bildirinin kongrede sunulması kararlaştırılmıştır. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının yanında, Azerbaycan, Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Gürcistan, Hindistan, İngiltere, İran, İskoçya, İsviçre, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Malezya, Özbekistan, Romanya, Rusya, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ülkelerden 70 araştırmacı da bu kongrede çalışmalarını bilim dünyasıyla paylaşmışlardır. Kongredeki bildiriler Eski Anadolu Uygarlıkları, Türk-İslam Devletleri Tarihi, Osmanlı Tarihi, Orta Asya Türk Tarihi, Dünya Tarihi, Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ile Büyük Taarruzun 100. Yıl Dönümü Özel Oturumu olmak üzere toplamda 8 ana konuda ve 59 oturumda sunulmuştur. İşbu Kongre Bildirileri Kitabı, yukarıda zikredilen 233 bildirinin Kurumumuza son hâli ulaştırılan 212’sini içermekte ve yedi cilt olarak yayımlanmaktadır. Bildirilerin hem fizikî olarak hem de çevrimiçi ortamda istifadeye sunulmasıyla da Türkiye’de ve dünyada Türk tarihi ile ilgilenen çok daha geniş çevrelere ulaşılabileceği düşünülmektedir.
Dr. Şükrü Kamil’in Maarif Mecmuasındaki Yazılarının Tasnif ve Değerlendirilmesi
Serhat Aras Tuna
ORCID: 0000-0001-5255-9787
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.63
Sayfalar: 1541-1568
Özet
Maarif, 1891-1896 yılları arasında yayımlanan haftalık bir fen ve edebiyat mecmuasıdır. Mecmuanın sloganı “siyasetten başka her şeyden bahseder” şeklindedir. II. Abdülhamid Dönemi’nde eğitime verilen önemin de etkisiyle mecmua, birçok gelişmeyi Osmanlı okuyucularına aktarmıştır. Batıdaki keşifl er, teknik aletlerin kullanım şekli, hastalıklar, zooloji, botanik ve daha birçok alan mecmuanın konularını teşkil etmiştir. Mecmua, okuyucuları en temel hususlarda bilgilendirme kaygısı da taşıdığından mümkün mertebe resim ve çizimlere de yer vererek teknik gelişmelerin okuyucunun zihninde canlanmasına vesile olmuştur. Ahmed Rasim, Rıza Tevfi k, Avanzade Mehmed Süleyman, Tevfi k Fikret ve Şükrü Kâmil başta olmak üzere birçok yazar ve aydın bu dergide yazılar yayımlamıştır. Bu yazarların bazıları kendi eserleri ve çalışmalarına yer verirken bazıları da tercüme yoluyla dergiye katkı sağlamıştır. Dr. Şükrü Kâmil (Talimcioğlu) 1870-1946 yılları arasında yaşamıştır. 1890’da Tıbbiye’den yüzbaşı olarak mezun olan Dr. Şükrü Kâmil, doktorluğun yanı sıra gazeteci ve yazar olarak İstanbul’da çalışmıştır. Dr. Şükrü Kamil’in genel sıhhi hususlara dair yaklaşık yirmi eseri vardır. İyi derecede Arapça ve Fransızca bilen Dr. Şükrü Kâmil, tıpçı kimliğinin de etkisiyle Avrupa’daki sıhhi gelişmeleri yakından takip ederek birçok süreli yayında olduğu gibi Maarif’te de bunlara yer vermiştir. Bu çalışmada Dr. Şükrü Kamil’in Maarif’teki yazıları kategorilere göre tasnif edilerek değerlendirilmiştir. Bu yazılar salgın ve bulaşıcı hastalıkların sebep ve sonuçları, hastalıkların yayılım alanları, mekân temizliğinin önemi, spor ve jimnastiğin beden üzerindeki olumlu etkisi, gençler için sağlıklı yaşam formülleri ve daha birçok temadan oluşmaktadır. İSAM ve Milli Kütüphane veri tabanları aracılığıyla erişilen bu yazılar, alt başlıklar halinde tematik tasnife tabi tutulmuş ve bunların tanıtımı yapılmıştır. Ayrıca yazıların fi hristi de oluşturulmuştur. Böylece Dr. Şükrü Kâmil’in yazıları özelinde Osmanlı döneminde yaşayan bir tıp doktorunun ilmî bir mecmuada hangi çalışmalara yer verdiği ve Maarif’in sıhhi hususlardaki yayın içeriğinin bir kısmı incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Dr. Şükrü Kâmil, Maarif Mecmuası, Tıp, Bilim, Osmanlı.
Abstract
Maarif is a weekly science and literature journal published between 1891 and 1896. The motto of the magazine is “it publishes about everything but politics”. With the eff ect of the importance given to education during the reign of Abdülhamid II, the journal conveyed many developments to Ottoman readers. Discoveries in the West, the use of technical tools, diseases, zoology, botany and many other fi elds were the subjects of the journal. Since the journal also has the concern of informing the readers on the most basic issues, it has been instrumental in illustrating the technical developments by the readers through pictures and drawings as much as possible. Many writers and intellectuals, especially Ahmed Rasim, Riza Tevfi k, Avanzade Mehmed Suleyman, Tevfi k Fikret and Şükrü Kâmil, published writings in this journal. While some of these authors had their own works and studies, some contributed to the journal through translations. Dr. Şükrü Kâmil (Talimcioğlu) lived between 1870-1946. After graduating from the Medical School as a captain in 1890, Dr. Şükrü Kâmil worked as a journalist and writer as well as a doctor in Istanbul. Dr. Şükrü Kâmil has about twenty works on general sanitary issues. Dr. Şükrü Kâmil, was fl uent in Arabic and French. Dr. Şükrü Kâmil, with the infl uence of his medical background, followed the sanitary developments in Europe closely and covered them in Maarif as well as in many other periodicals. In this study, Dr. Şükrü Kâmil’s writings in Maarif were evaluated by classifying them based on categories. These writings consist of the causes and consequences of epidemics and infectious diseases, the spread of diseases, the importance of cleaning the places, the positive eff ect of sports and gymnastics on the body, healthy life formulas for young people and many other themes. These writings, which were accessed through Center for Islamic Studies (ISAM) and National Library databases, were thematically classifi ed under sub-titles and they were introduced. An index of the writings has also been created. As a result, in this study, there is an evaluation of what kind of studies of a medical doctor were covered in a scientifi c journal in Ottoman period, through the writings of Dr. Şükrü Kâmil. In additon the medicine related content of Maarif were also discussed through these pieces of writings.
Keywords: Şükrü Kâmil, Maarif Journal, Medicine, Science, Ottoman.
Sultan II. Abdülhamit Dönemi Maarif Müfettişi Ali Enver Efendi’nin Tespitlerinden Hareketle Dönemin Eğitim Bürokrasisinde Yaşanan Sorunlar
Emrah Berkant Patoğlu
ORCID: 0000-0002-5933-3024
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.64
Sayfalar: 1569-1582
Özet
Osmanlı Devleti’nde Sultan II. Abdülhamit Dönemi eğitimde modernleşmenin zirveye çıktığı ve özellikle modern eğitimde yaygınlaşma ve kurumsallaşma bakımından oldukça önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Eğitimin yönetimi, teftişi ve denetimine yönelik kurumların belli bir zemine oturduğu bu dönemde; eğitim bürokrasindeki görev alanlarının ve görev dağılımlarının belirlendiği, bürokrasideki ilişkiler ağının ayırt edici/öne çıkan/karakteristik özelliklerinin netleştiği oluştuğu söylenebilir. Bu dönemde Maarif Müfettişi olarak görev yapan çok sayıda devlet görevlisinden birisi de Ali Enver Efendi’dir. Onun bu görevi sürdürdüğü yıllarında ve sonrasında başına gelen sıra dışı olaylar, dönemin eğitim bürokrasisini farklı cephelerden anlamak adına önemli bir bakış açısı sunar. Bu araştırmanın amacı son dönem Osmanlı eğitim sisteminde bir vakıa olduğu bilinen bürokrasideki iç çekişmeleri, yolsuzlukları, başıbozukluğu vs. Ali Enver’in maarife ilişkin hazırladığı teftiş raporları ve şahsına karşı açılan davada sunmuş olduğu savunma dosyası üzerinden inceleyip tartışmaktır. Bu amaçla bir eğitim tarihi araştırması olarak planlanan bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı fonlarından temin edilen, konuyla ilgili özgün ve birincil kaynaklar kullanılmıştır. Araştırma sonucunda eldeki verilerden hareketle dönemin eğitim bürokrasisinin işleyişine dair önemli ayrıntılara ulaşmak mümkün olmuştur. Ali Enver Efendi, Maarif Nezaretine sunmuş olduğu teftiş raporlarında rüşvet ve iltimasla önemli makamlarda memuriyet elde etme durumuna dair ilginç vakalar sunar. Bundan dolayı hasımlarınca önce mütecaviz, sonra deli, daha sonra ise memuriyet için ehliyetsiz olduğu gerekçesiyle suçlanır. Ali Enver; bir taraftan şahsına yönelik suçlamalara karşı kendini savunurken diğer taraftan da eğitim bürokrasisindeki yolsuzluk vakalarını, rüşvet ve iltimasla kimilerine peşkeş çekilen memuriyet kadrolarını ve eğitim personeline harcırah tahsisindeki yasadışı uygulamaları vurgulamıştır.
Anahtar Kelimler: Türk Eğitim Tarihi, Ali Enver Efendi, Maarif Müfettişliği, Teftiş Raporu, Eğitim Bürokrasisi.
Abstract
The era of Sultan Abdulhamid II was a period when modernization in education reached its peak and highly important developments were experienced in the Ottoman Empire especially in terms of the expansion and institutionalization of modern education. It can be claimed that the task areas and distribution of duties in the educational bureaucracy were determined, and the distinctive/prominent/ characteristic features of the networks in the bureaucracy were clarifi ed during this period when the institutions for the administration and supervision of education were on certain ground. Ali Enver Efendi was one of the great many state offi cials who worked as an Inspector of Education during this period. The extraordinary events that were experienced and witnessed during and after he held that position off ered a noteworthy perspective to understand the educational bureaucracy of the period from diff erent aspects. The present study aimed to examine and discuss the internal confl icts, corruption, lack of discipline, etc. in the bureaucracy as a wellknown phenomenon in the late Ottoman educational system through the educational audit reports by Ali Enver and the apologia he presented to the case fi le against him. Therefore, this study, which was designed as educational history research, was based on original and primary sources related to the issue obtained from the funds of the Directorate of State Archives by the Republic of Turkey. As a result of the study, it was possible to reach crucial details about the functioning of the educational bureaucracy of the period based on the available data. In the audit reports he submitted to the Ministry of Education, Ali Enver Efendi reported interesting cases about obtaining higher-order civil service bribery and nepotism. Therefore, he was accused by his opponents of fi rst being an aggressor, then insane, and then being incapable of being a civil servant. While defending himself against the accusations, Ali Enver, on the other hand, revealed the corruption cases in the educational bureaucracy, the civil service positions that were made benefi ts available to some people by bribery and nepotism, and the illegal practices in allocating subsistence to the personnel of education.
Keywords: History of Turkish Education, Ali Enver Efendi, The Inspectorship of Education, Audit Report, Educational Bureaucracy.
Şura-yı Devlet Maarif Dairesinin Kuruluşu ile Danışma ve Yasama Organı Olarak Üstlendiği Rol Üzerine Bir İnceleme
Eyüp Cücük
ORCID: 0000-0003-2660-8009
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.65
Sayfalar: 1583-1594
Özet
Şura-yı Devlet, devletin ve devlete bağlı kurumların modern ve merkezi bir usulle yapılandırılması temayülünün bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Osmanlı’da Tanzimat’ın ilanından sonra uygulamaya konulan eğitim reformlarında modernleşmenin, merkezileşmenin tam olarak sağlanabilmesi amacıyla da Şura-yı Devletin çatısı altında yer alan beş daireden biri olarak Maarif Dairesi kurulmuştur. Bu araştırmanın amacı Osmanlı eğitim sisteminin modern usullere göre reforma tabi tutulduğu Tanzimat Dönemi eğitim yapılandırması sürecinde, eğitimde politika oluşturmaya yönelik bir üst kurum olarak işlev gören Şura-yı Devlet Maarif Dairesinin danışma ve yasama organı hüviyetiyle üstlendiği rolü ortaya koymaktır. Arşiv belgelerinin tarih metodolojisine uygun şekilde analizi neticesinde Şura-yı Devlet Maarif Dairesinde ülkenin eğitim hayatına dair çeşitli konuların tartışıldığı, görüşülüp karara bağlandığı görülmüştür. Özellikle 1868-1870 yılları arasındaki kuruluş sürecinde eğitimin yaygınlaştırılması, günün şartlarına uygun eğitim programlarının ve kadrolarının oluşturulup düzenlenmesi, eğitimin yönetimi ve denetimi gibi alanlarda Osmanlı eğitim hayatının bütünüyle şekillendirilmesinde belirleyici bir kurum olarak temayüz etmiştir.
Anahtar Kelimeler: Türk Eğitim Tarihi, Şura-yı Devlet Maarif Dairesi, Tanzimat Dönemi.
Abstract
The Council of State was established as a result of the inclination to restructure the state and state-affi liated institutions with a modern and centralized method. In a similar vein, the Department of Education was established as one of the fi ve departments under the umbrella of the Council of State to fully implement modern and centralized educational reforms initiated after the proclamation of the Tanzimat by the Ottoman Empire. The present study aimed to reveal the role of the Council of State Department of Education, which functioned as the supreme authority for policymaking in education, during the process of educational restructuring in the Tanzimat Period, in which the Ottoman educational system was reformed according to modern methods. As a result of the analysis of the aforementioned archive documents in accordance with the historical methodology, it was determined that various issues related to the educational life of the country were discussed and decided in the Council of State Department of Education. Especially during the establishment period between 1868 and 1870, it emerged as a powerful mechanism in shaping the entire Ottoman educational system in areas such as the dissemination of education, the creation and organization of up-to-date curricula and staff , and the management and supervision of education.
Keywords: History of Turkish Education, Council of State Department of Education, the Tanzimat Period.
Osmanlı Döneminde İbradı’da Modern Eğitim Veren Okullar ve Faaliyetleri
Ahmet Kısa
ORCID: 0000-0002-2080-3228
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.66
Sayfalar: 1595-1629
Özet
Bu çalışmada Osmanlı Devleti’nde modern eğitim veren okullar, Antalya’nın Akseki Kazası’na bağlı İbradı Nahiyesi’nde bulunan Rüştiye Mektebi, Süfl â ve Bâlâ Mahallesi ibtidâî mektepleri ile Ormana Köyü İbtidâî Mektebi özelinde ele alındı. Söz konusu okulların gerek Osmanlı gerekse İbradı eğitim tarihi açısından sahip oldukları önemi ortaya koyabilmek, eğitimde başlayan modernleşme sürecinin tarihsel geçmişini anlamakla doğrudan ilgilidir. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Dönemi’ne kadar yaygın eğitimin temel unsurunu sıbyân mektepleri oluşturuyordu. Sıbyân mektepleri genellikle bir oda dahilinde kız ve erkek çocuklarının birlikte eğitim gördükleri karma eğitim kurumlarıydı. Öğrencilere, Kurân-ı Kerîmi okumayı öğrenme, bazı namaz sürelerini ezberleme, basit hesap işlemlerini yapabilme gibi yetenekler kazandırmak, okulun temel amacını oluşturuyordu. Tanzimat Dönemi’nde sıbyân mektepleri; öğretimde yeni tekniklerin uygulandığı, araç ve gereçlerin zamanın koşullarına göre yenilendiği bir yöntemle; usûl-i cedîd/usûl-i cedîde üzere eğitim veren okullara dönüştürülmeye başlandı. Yeni usullerle eğitim veren sıbyân mektepleri ise “ibtidâî” olarak isimlendirildi. Bir taraftan eski usullerle eğitim yapan sıbyân mektepleri yeni usullerde eğitim veren okullara dönüştürüldü ve ibtidâî mekteplerin sayısı arttırıldı; diğer taraftan temel eğitimden sonra gerek devlet kadrolarına memur yetiştirmek gerekse sivil ve askeri liselere devam edecek öğrencilerin niteliklerini arttırmak için rüştiye mektepleri açılmaya başlandı. Rüştiyeler ve ibtidâî mektepler Osmanlı Devleti’nde en çok II. Abdülhamit Dönemi’nde yaygınlık kazandı. İbradı’da erkek çocuklarının eğitimiyle ilgili modern anlamda eğitim veren okullar bu dönemde açıldı. Dolayısıyla bu çalışmada İbradı Rüştiye Mektebi, Süfl â ve Bâlâ ibtidâî mektepleri ile Ormana Köyü İbtidâî mekteplerinin nasıl açıldığı, mekteplerde okutulan dersler ve öğrenim gören öğrenciler, eğitim-öğretimde karşılaşılan güçlükler, okulların kaç yıl faaliyette bulunduğu kapsamlı şekilde ele alındı. Bu okulların eğitim faaliyetleri Osmanlı modern eğitim anlayışının İbradı’ya nasıl yansıdığının anlaşılması açısından da önem arz ediyordu.
Anahtar Kelimeler: Antalya, İbradı, Eğitim, İbtidâî Mektebi, Rüştiye Mektebi.
Abstract
In this study, the educational activities in İbradı township of Antalya sanjak (district) in the Ottoman Empire were addressed with special reference to Rüştiye Mektebi (Middle School) and Süfl â, Bâlâ, Ormana primary school as an example of the refl ection of Ottoman modern education understanding on the country. Revealing the importance of these schools to the history of Ottoman modern education is directly related to understanding the historical background of the modernization process launched in education. Until the Tanzimat (Reorganization) Period, the elementary schools (sıbyân mektebi) constituted the main element of the common public education in the Ottoman State. These schools were, in general, mixed education institutions where both girls and boys had education together in a room. The primary goal of these schools was to equip the students with skills such as learning to read the Holy Qur’an, memorizing the salah (prayer) surahs, and performing some basic math operations. In the Tanzimat Period, attempts were initiated to transform these schools into primary schools off ering newstyle education with a method where new techniques in instruction were implemented and the materials and equipment were renovated in line with the conditions of the period. The elementary schools that off ered education with new styles were called ‘ibtidâî’ (primary school). On the one hand, the elementary schools off ering education with the old style were transformed into primary schools off ering education with the new style, and on the other hand, the number of primary schools was increased. The primary schools became widespread in the Ottoman State in the period of Abdul Hamid II. The schools that provided modern education for boys were also opened in İbradı in this period. Hence, this study comprehensively addressed how İbradı Middle School, Süfl â, Bâlâ and Ormana primary schools were opened, the courses off ered at the schools, the students enrolled in the schools, the challenges encountered in education and instruction, and for how long the schools were in operation. The educational activities of these schools were also of importance to understanding how the Ottoman modern education approach was refl ected in İbradı.
Keywords: Antalya, İbradı, Education, Primary School, Middle School.
Osmanlı Nişanları İle Taltif Olunmuş Azerbaycanlı Ünlüler
Bilal Dedeyev
ORCID: 0000-0001-5652-7811
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.67
Sayfalar: 1631-1659
Özet
Farsça işâret ve alâmet anlamına gelen nişan kelimesi, Osmanlı’da bazı farklı manalar içeren, yanı sıra devlet tarafından üstün hizmet karşılığı verilen, genellikle süslü ve değerli taşlarla bezetilmiş bir çeşit madalyon olarak da kullanılmıştır. Nişanların devlete, hanedan erkanı ile padışaha üstün hizmette bulunmuş uyğun görülen yüksek dereceli memurlara ve Osmanlı’ya fi ilen ve manen yardım etmiş ecnebilere verildiği bilinmektedir. Osmanlı tarihinde genellikle ilk nişan olarak 1798 yılında Fransız donanmasını mağlub ettiği için III. Selim (1789-1807) tarafından İngiliz Amirali Nelson’a hediyeler arasında çelenk yanında hilal nişanı denilen bir madalyanın verilmesi gösterilir. Sonralar İftihar, Mecidi, Osmani, Şefkat, Ali-i İmtiyaz, Hanedan-ı Al-i Osman, Maarif ve Harp Madalyası gibi çeşitli nişanlar olmuştur. Osmanlı arşiv kayıtlarında Osmanlı-Azerbaycan ilişkilerinde aktif rol alan birçok Azerbaycanlı ünlünün de bu nişanlarla taltif edildiği görülmektedir. Abbaskulı Ağa Bakıhanov, Mirza Feth Ali Ahundzade, Bakü Belediye Reisi Despot Zenoviç ve onun miralayı Nikola Dunovni, Bakü hayırsever zenginlerinden olan Hacı Zeynelabidin Tagiyev ile zevcesi Sona (Suna) Hanım ve Ağa Musa Nagiyev, maarifçi aydın Yusuf Ziya Talıbzade, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşu döneminde Ruslara karşı çıkışları ile tanınmış olan ve Osmanlı Devleti ile diplomatik görüşlerde de bulunmuş Naki Şeyhzamanlı (Keykurun) ve Kafkaz İslam Ordusu bünyesinde 3 Eylül 1918’de Bakü’nün kurtuluşu arefesinde kahramanlık göstermiş bir takım Azerbaycanlı subayın çeşitli dereceli Osmanlı nişanları ile taltif edildikleri tarafımızdan ortaya çıkarılmıştır. Nişanların taltifi nde Osmanlı Devleti Bakü Şehbenderliği’nin önemli rolu olmuştur. Nişanlar 1847-1918 yılları arasında Sultan I. Abdülmecid (1839-1861), Sultan Abdülaziz (1861-1876), Sultan II. Abdülhamid (1876-1909), Sultan V. Mehmed Reşad (1909-1918) ve Sultan Vahdettin (1918-1922) tarafından verilmiştir. Verilen Osmanlı nişanlarının dereceleleri farklı olsa da, İftihar, Mecidi, Şefkat, Osmani ve Harp Madalyası olmak üzere dört çeşittir. Bunların her birisi ile ilgili arşiv belgesi elimizde mevcuttur. Ayrıca, bazı hatıratlarda da belgeleri destekleyecek konu ile ilgili bilgiler bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mirza F. A. Ahundzade, Despot Zenoviç, H. Z. Tagiyev, A. M. Nagiyev, Naki Keykurun Şeyhzamanlı
Abstract
The word nishan (order) which means sign and symptom in Persian, was also used as a kind of medallion, usually decorated with precious stones, which had some diff erent meanings and was given by the state in return for a superior service. It is known that the orders (medals) were given to high-ranking offi cials who served the state, dynasty dignitaries and the Sultan, and to foreigners who helped the Ottoman Empire physically and spiritually. The fi rst order in the Ottoman history was rewarded to the British Admiral Nelson when he defeated the French Navy in 1798 among the other gifts by Selim III (1789-1807) called Order of the Crescent. Later, there were various orders such as İftihar, Medjidie, Osmanie, Shefkat, Ali-i İmtiyaz, Hanedan-ı Al-i Osman, Maarif and Harp. It is seen in the Ottoman archive records that many famous Azerbaijanis who took an active role in the Ottoman-Azerbaijani relations were also honored with these orders (medals). İt has been revealed that Abbas kuli Aga Bakihanov, Mirza Feth Ali Akhundzade, the Mayor of Baku Despot Zenovich and his colonel Nikola Dunovni, one of the richest philanthropists of Baku Haji Zeynalabidin Tagiyev and his wife Sona (Suna) Hanım and Agha Musa Nagiyev, educationist Yusuf Ziya Talibzade, Naki Sheykhzamanlı (Keykurun) who took part in the diplomatic meetings with the Ottoman Empire and was known for his speeches against the Russian Empire during the establishment of the Azerbaijan People’s Republic and a troop of Azerbaijani offi cers who showed heroism in the before liberation of Baku on September 3, 1918, within the Caucasian Islamic Army, were awarded with various ranks of the Ottoman orders. The Ottoman State Baku Consortium played an important role in the rewarding of orders. Between the years 1847-1918 orders were given by Sultan I Abdulmecid (1839-1861), Sultan Abdulaziz (1861-1876), Sultan Abdulhamid II (1876-1909), Sultan Mehmet Reshad V (1909-1918) and Sultan Vahdettin (1918- 1922). Although the ranks of the Ottoman orders are diff erent, they are of four types: İftihar, Mejidie, Shefkat, Osmanieh and Harp. We have archive documents related to each of them. In addition, some memoirs contain information on the subject to support the documents.
Keywords: Mirza F. A. Akhundzade, Despot Zenovich, H. Z. Tagiyev, A. M. Nagiyev, Naki Keykurun Sheykhzamanli
Marsilya’da Osmanlı’ya Yönelik Ticari Faaliyetler: “Türk İktisat Evi” ve Yayın Organı “Ticaret Rehberi” (1914)
Çiğdem Gürsoy
ORCID: 0000-0001-9292-1963
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.68
Sayfalar: 1661-1674
Özet
Araştırma, 20. yüzyılın başlarında Avrupa’nın Osmanlı ticari hayatına bakışını örneklemektedir. Bu kapsamda 1914’te Marsilya’da yayın hayatına başlamış tek nüsha, sekiz sayfa ve Osmanlı Türkçesi ile basılan gazete incelenmiştir. Gazete aynı zamanda Marsilya’da kurulmuş “Türk İktisat Evi”’nin yayın organıdır. “Ticaret Rehberi” adı verilen ve ticaret için önemli bir devrim olarak lanse edilen gazetenin amacı; genç, yaşlı, erkek, kadın, esnaf, tüccar, memur, emekli ayırt etmeden top lumun her kesimine hitap ederek Türk iktisadının gelişmesine katkı sağlamaktır. Bu kapsamda ticaretin çok kârlı ve faydalı olduğu vurgulanarak iktisadi gelişmenin ticaret sayesinde elde edilebileceği belirtilmiş, mal satmanın incelikleri paylaşılmış ve elde edilen kârlar detaylandırılmıştır. Ayrıca sermayesi olanlar için ticaretin püf noktalarına dikkat çekilerek kârlarını nasıl artıracakları örneklendirilirken, sermayesi olmayanlara ise borç alıp nasıl iş kurabilecekleri anlatılmıştır. Sanayi Devrimi’nin getirdiği iktisadi zihniyet dönüşümünün de habercisi olan gazetede, insanların hırslı oldukları bunun için rekabet etmelerinin şart olduğu belirtilerek Osmanlı girişimci ve tüccarlarının iktisadi düşünceleri Avrupa tüccarları ile karşılaştırılmıştır. Neticede doğu ve batı toplumlarının tam tersi iktisadi düşünceye sahip olduğu vurgulanarak Osmanlı’nın neden ticarette başarısız olduğu anlatılmıştır. Başarılı olmanın yolu; asgari çaba ile azami kâr elde etmektir ve ithalat/ticaret bu yollardan biridir. Bu kapsamda, Osmanlı’da ithalatın birkaç tüccarın elinde şekillendiği ve ithal malların eski teknolojilere sahip olduğunun özellikle altı çizilmiştir. Çözüm olarak Osmanlıya ithal edilebilecek yeni ürünlerin numuneleri bedava son satıcıya verilip tanıtıldığında siparişlerin çoğalacağı belirtilmiştir. Dahası, tüccarlara sattıkları mallardan yüzde verilecektir ve ne kadar çok sipariş alınabilirse o kadar çok bedava numuneye sahip olunacaktır. Bu sayede tüccarın etki alanı genişleyerek kârı çoğalacaktır. Neticede Marsilya’da Osmanlı pazarını hedef alarak kurulmuş bir ticaret bürosunun yayın organı olan gazetenin 2. sayısını çıkaramadan yayın hayatına son verdiği anlaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Marsilya, iktisadi zihniyet, ticaret, gazete, Türk İktisat Evi.
Abstract
This study illustrates the European view of the Ottoman commercial life in the early 20th century. In this respect, the newspaper which was printed as sole copy, in eight pages and the Ottoman Turkish, and began its publishing life in Marseille in 1914 has been examined. This newspaper was the media organ of the “Türk İktisat Evi” established in Marseille as well. The aim of the newspaper, called “Trade Directory” and introduced as a signifi cant revolution for commerce, was to contribute to the development of Turkish economy by addressing all segments of society without making discrimination among the youth, the elderly, men, women, craftspeople, merchants, public servants or retired people. Within this regard and upon the emphasis that trading is quite profi table and benefi cial, this study states that economic development can be achieved by means of commerce, shares the particulars of selling goods, and details the profi ts received. It also exemplifi es how capital owners might increase their profi ts by calling attention to the key points of trade while guiding those with no capital about how they can start business through borrowing. In the related newspaper that foreshadows the economic mindset transformation brought about by the Industrial Revolution, it was mentioned that human beings are ambitious and, thus, it is a must for them to compete with one another. Based on this argument, the economic ideas of Ottoman entrepreneurs and merchants have been compared and contrasted to those of European tradespeople. Highlighting the fact that east and west societies had totally opposite economic views after all, why Ottoman have turned out to fail in trading has been explained. The key to success is to gain maximum profi t with minimum eff ort possible and import/trade is one of the ways to achieve this goal. Within this framework, the reality that import in Ottoman is shaped in the hands of a few merchants and that imported goods involve outdated technology has been specifi cally underlined. As a solution, it has been suggested that orders will increase when the samples of new products which can be imported to Ottoman are given and introduced to the last seller for free. Moreover, merchants will be off ered commission out of the goods they sell and the more they are able to get orders, the more they will receive free samples. In this way, the trader’s sphere of infl uence will expand and the profi t will rise. In the end, it has been understood that the newspaper, which was the publication organ of a trade offi ce established in Marseille by targeting the Ottoman market, ended its publication life before it could publish its second issue.
Keywords: Ottoman, Marseille, Economic mindset, Trade, Newspaper, Türk İktisat Evi.
Whittall Ailesinin Kişisel Arşiv Belgeleri Işığında Osmanlı Devleti’nin Son Dönemine Ait Tespitler
Mustafa Tayfun Üstün
ORCID: 0000-0002-9562-8911
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.69
Sayfalar: 1675-1702
Özet
Çoğu zaman emperyalist diasporalar başlığı altında değerlendirilen İngiliz diasporası, Türk-İngiliz ilişkileri bağlamında farklı bir kavramsallaştırmaya ihtiyaç duymaktadır. 19. yüzyıl boyunca İzmir ve İstanbul gibi liman kentlerine yerleşmiş olan İngilizler, Osmanlı modernleşmesini çeşitli yollarla etkilemeyi başarmıştır. Dünyanın geri kalan kısmından farklı olarak Osmanlı topraklarına yerleşip küçük de olsa topluluk oluşturmayı başarmış İngilizler, kolonyal ya da savaşçı grup motivasyonuyla göç etmemiştir. Aksine, diasporanın üyeleri ya Osmanlı Devleti’nin gelişmekte olan sanayisi içerisinde teknik elemanlardan (işçi) ya da ticaret yapmak için gelen tüccarlardan (burjuva) oluşmuştur. Bu bağlamda Osmanlı topraklarındaki İngiliz diasporası, literatürdeki işçi/ticaret ve girişimci diasporalarının harmanlanmış bir modeli olarak nitelendirilebilir. Bu çalışma, İngiliz diasporasının önemli temsilcilerinden biri olan Whittall (Vitol) ailesi hakkındadır. Charlton Whittall’un İzmir’e yerleşmesiyle Türkiye’de kök salmaya başlayan aile, sahip oldukları imtiyazlarla İstanbul ve İzmir gibi ticaret merkezlerinde ticari, sosyal ve idari hayatlarını sürdürmüştür. Whittall ailesinin akademik bir araştırma konusu olarak seçilmesinin arkasında yatan sebep sadece imtiyazlara sahip Levanten bir aile olmasından değil, yaşadıkları dönem itibariyle bir imparatorluğun çökmesine, aynı zamanda bir ulusun küllerinden yeniden doğmasına şahitlik etmiş, bu deneyimlerini mütevazı aile arşivlerinde kayıt altına almayı başarmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Ailenin kişisel arşivinde yer alan belgeler, Türk-İngiliz ilişkileri, Osmanlı modernleşmesi ve Türk siyasi tarihine yönelik çarpıcı bilgiler içermektedir. Çalışmanın ilk kısmında tahlili yapılan “Whittall aile arşivinin” muhteviyatı hakkında kısa bir bilgi verilip sonraki alt başlıklarda ise ailenin Osmanlı siyasi elitleriyle olan ilişkilerine, ekonomik faaliyetlerine, sosyal yaşantılarına ve son döneminde yaşanan siyasi olaylara yönelik tespitleri ortaya konacaktır. Whittall ailesinin elindeki belgelerden yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin son döneminin ve Milli Mücadele döneminde yaşanan olayların yabancı bir aile tarafından nasıl algılandığı ve alternatif bakış açıları kapsamında sunduğu katkıların neler olduğu çalışmanın temel sorunsalı olarak benimsenmiştir. Bildirinin hazırlanmasında Exeter Üniversitesi’nin özel koleksiyonunda bulunan Whittall ait kişisel arşiv belgelerinden, İngiliz diasporası ve Levantenler üzerine literatürdeki ikincil kaynaklardan yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türk-İngiliz İlişkileri, Whittall Ailesi, Diaspora, Levanten, İngiliz Tacirler.
Abstract
The British diaspora, referring to imperial diasporas, needs a diff erent conceptualization in the context of Turkish-British relations. The British people settling in port cities such as Izmir and Istanbul during the 19th century, succeeded in infl uencing Ottoman modernization in various ways. Unlike the rest of the world, those who settled down the Ottoman lands and created a small community, did not have colonial or warrior group motivation. On the contrary, members of the diaspora were either technical staff (labor) within the developing industry of the Ottoman Empire or merchants (bourgeois) who came to trade. In this context, the British diaspora in the Ottoman lands can be characterized as a harmony of the worker/trade and entrepreneur diasporas in the literature. This study is about the Whittall family, one of the important representatives of the British diaspora. The family, which started to take root in Turkey after Charlton Whittall settled in Izmir, continued their commercial, social and administrative lives in trade centers such as Istanbul and Izmir with the privileges they had. The reason for choosing the Whittall family as an academic research topic does not derive from their privileges. Rather, they witnessed the collapse of an empire, but also the rebirth of a nation from its ashes. They managed to record these experiences in their humble family archives. These documents contain outstanding information about Turkish-British relations, Ottoman modernization and Turkish political history. In the fi rst part of the study, a brief information will be given about the content of the “Whittall family archive” analyzed, and in the following sub-titles, the family’s relations with the Ottoman political elite, their economic activities, social life and the political events in the last period will be explained. Based on the documents in the hands of the Whittall family, how the last period of the Ottoman Empire and the events that took place during the national struggle were perceived by a foreign family and what their contributions were within the scope of alternative perspectives were adopted as the main problematic of the study. This paper benefi ts from Whittall’s personal archive documents, which are in the private collection of the University of Exeter, and secondary sources in the literature on the British diaspora and Levantines were used.
Keywords: Anglo-Turkish Relations, Whittall Family, Diaspora, Levantine, English Merchant.
İngiliz Basınında Kırım Savaşı: Cengâver Türkler
Emel Demir Görür
ORCID: 0000-0003-1408-1377
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.70
Sayfalar: 1703-1746
Özet
Tarih boyunca Rusya, sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirmek amacıyla Osmanlı Devleti ile birçok kez savaşmıştır. Çariçe II. Katarina (1762-1796) döneminden itibaren bir dünya devleti olmayı hedefl eyen Rusya, Boğazlar, Kafkaslar ve Balkanları ele geçirmek için her türlü yolu denemiştir. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile hedefi ne büyük ölçüde yaklaşmış, 1841 Boğazlar Sözleşmesine kadar birçok avantajlı durum ele geçirmiştir. 1853 yılına gelindiğinde Rusya, Boğazlar üzerindeki emellerine ulaşma konusunda son noktayı koymak istemiştir. Kudüs’teki kutsal yerlerin gözetimini bahane ederek yeni bir sorun çıkarmış, kendi ürettiği sorunların çözümüne kadar, garantör olarak Efl ak ve Buğdan’ı işgal etmiştir. 1853 yılında Osmanlı Devleti’nin Rumeli Cephesi’nde başlattığı savaşa, 1854 yılından itibaren İngiltere, Fransa ve Sardunya Devletleri de müttefi k olarak katılmıştır. Böylece savaş geniş bir coğrafyaya dağılmış, umumi bir harbe dönüşmüştür. Çalışmada, Kırım Savaşı’nın diplomasi yönü ele alınmış, Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin siyasi, iktisadi ve sosyal alanda hangi düzlemde ilerlemiş olduğuna odaklanılmıştır. Kırım Savaşı öncesinde ve savaş sırasında İngiltere’nin tutumu, yine İngiltere’nin Şark Meselesi’ni ele alış şekli ve siyasi manevraları, İngiliz kamuoyunun politika inşa sürecindeki etki ve payının savaşa yansımaları üzerinde durulmuştur. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne destek vermesi ve savaşa dâhil olmasında kamuoyunun payı ve kamuoyunun İngiltere’nin reel politikası ve çıkarları doğrultusunda İngiliz Hükümeti’ni Osmanlı Devleti lehinde ne şekilde ve hangi gerekçelerle yönlendirdikleri ele alınmıştır. Basının Osmanlı-Tük algısı gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Çalışmada, İngiliz liberal ve muhafazakâr basınını içeren merkez ve yerelde yayın yapan yüzlerce gazete tetkik edilmiş, birçoğuna yer verilmiştir. Bunların dışında çalışmada, Osmanlı arşiv vesikaları, İngiliz arşiv vesikaları ve yayınlanmış belgelerden yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, İngiltere, Kırım Savaşı, İngiliz Kamuoyu, Basın.
Abstract
Russia has fought many times throughout history with the Ottoman State in order to realize its policy of landing in the Mediterranean. Aiming to become a world state since the reign of Tsarina Katarina II (1762-1796), Russia tried all kinds of ways to seize the Straits, Caucasus, and the Balkans. With the 1774 Treaty of Küçük Kaynarca, Russia approached its goal to a large extent and seized the patronage of the Orthodox living under Ottoman rule. Russia, which had many advantageous situations until the 1841 Straits Convention, wanted to put the last point in reaching its ambitions on the Straits by 1853. Russia created a new problem by using the surveillance of the holy places in Jerusalem as an excuse and occupied Moldavia and Wallachia as a guarantor until the problems it produced were solved. In 1853, the Ottoman Empire started the war on the Rumeli Front, and since 1854, England, France, and the States of Sardinia joined as allies. Thus, the war was spread over a wide geography. In the study, the diplomacy aspect of the Crimean War was discussed, and it was focused on which level the Ottoman-British relations had progressed in the political, economic and social fi elds. Britain’s attitude before and after the Crimean War, the way Britain handled the Eastern Question and its political maneuvers, and the refl ections of the British public’s infl uence and share in the policy-making process on the war were emphasized. The role of the British public in the British government’s support of the Ottoman Empire and its involvement in the war, and how and for what reasons they directed the government in favor of the Ottoman Empire were discussed. The Ottoman-Turkish perception of the press was tried to be revealed. In the study, hundreds of newspapers published in the center and locally, including the British liberal and conservative press, were examined and many of them were included. Apart from these, Ottoman archive documents, British archive documents, and published documents were used in the study.
Keywords: Ottoman State, England, Crimean War, British Public Opinion, Press.
Balkan Savaşı’nın Yerel Sesi: Edirne Kuşatması Sırasında Yayınlanan Vilayet Gazetesi
Hakan Şallı
ORCID: 0000-0003-2041-8888
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.71
Sayfalar: 1747-1787
Özet
Osmanlı ve uluslararası kamuoyunun Balkan Savaşları’na göstermiş olduğu büyük ilgi ülkemiz tarihçiliği nezdinde temel araştırma nesnesi “basın” olan pek çok çalışmanın kaleme alınmasına imkân tanımış ve bu doğrultuda oldukça geniş kapsamlı bir “Balkan Savaşları basın tarihi” literatürü meydana getirilmiştir. Ancak söz konusu literatürün ortaya çıkışı, gelişimi ve günümüzde ulaşmış olduğu nokta, bazı dikkat çekici özelliklere sahiptir. Bahse konu olan literatür genel anlamda İstanbul, Avrupa ve Amerika basını doğrultusunda şekillenirken, bu çalışmalarda kullanılan referans kaynaklar ise dönem içerisinde yayınlanan bir veya birkaç süreli yayın ile sınırlı kalmış; her çalışmada literatüre yeni bir gazete daha eklemlenmiştir. Söz konusu Osmanlı basını olduğunda Sabah, Tanin, İkdam, Alemdar ve Tasvir-i Efkâr uluslararası basın olduğunda ise The Times ve The New York Times gibi gazetelerin temel kaynak olarak kullanıldığı bu çalışmalar, Balkan Savaşları’nın iç ve dış kamuoyunda nasıl algılandığına ve nasıl yorumlandığına dair önemli veriler sunmaktadır. Öte taraftan bu çalışmaların odaklandığı temel konulardan biri de I. Balkan Savaşı sırasında Bulgaristan ve Sırbistan müttefk orduları tarafından kuşatılan Edirne olmuştur. Her ne kadar Edirne kuşatması sırasında şehirde görevde bulunan yerli ve yabancı muhabirlerden elde edilen bilgiler bölgede meydana gelen gelişmeler hakkında önemli detaylar sunsa da telsiz ve telgraf iletişimde yaşanan sorunlar nedeniyle basında yer alan haberler düzensiz, gayr-i resmi ve hatta kimi zaman da rivayet olmaktan öteye geçememiştir. Ne var ki bu sırada şehirde yayınlanmakta olan Edirne Vilayet Gazetesi, kuşatmanın tüm detaylarını ayrıntılı bir şekilde gözler önüne sermekte; kuşatma tarihine dair İstanbul, Avrupa ve Amerika gazetelerine kıyasla içeriden bir bakış açısı sunmaktadır. Edirne Vilayet Gazetesi bu bağlamda hem Balkan Savaşları basın tarihi literatürüne yeni bir kaynak olarak önemli bir katkı sunmakta hem dönemin İstanbul ile sınırlı olan Osmanlı basını ve kamuoyu kavramlarını genişletmekte hem de Edirne kuşatması hakkında gerek dönemin basınında gerekse literatürü meydana getiren çalışmalarda ileri sürülen bilgileri yeniden gözden geçirebilmeye imkân vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Balkan Savaşları, I. Balkan Savaşı, Edirne Kuşatması, Edirne Vilayet Gazetesi, Basın Tarihi.
Abstract
The great interest shown by the Ottoman and international public opinion to the Balkan Wars enabled many studies, the main research object of which was the “press”, to be written in the historiography of our country, and in this direction, a very comprehensive “Balkan Wars press history” literature was created. However, the emergence, development and current point of the mentioned literature has some remarkable features. While the aforementioned literature was shaped in line with the Istanbul, European and American press in general, the reference sources used in these studies were limited to one or a few periodicals published during the period; In each study, a new newspaper was added to the literature. These studies, in which newspapers such as Sabah, Tanin, İkdam, Alemdar and Tasvir-i Efkâr are used as the main sources when it comes to the Ottoman press, and The Times and The New York Times when it comes to the international press, show how the Balkan Wars were perceived and interpreted in domestic and foreign public opinion. provides impor tant data on On the other hand, one of the main subjects that these studies focused on was Edirne, which was besieged by the allied armies of Bulgaria and Serbia during the First Balkan War. Although the information obtained from the local and foreign correspondents who were on duty in the city during the siege of Edirne provides important details about the developments in the region, the news in the press is irregular, unofcial and sometimes beyond being a rumor due to the problems experienced in radio and telegraph communication. failed to pass. However, the Edirne Vilayet Newspaper, which is being published in the city at this time, reveals all the details of the siege in detail; It off ers an insider perspective on the history of the siege compared to Istanbul, European and American newspapers. In this context, Edirne Vilayet Newspaper not only makes an important contribution to the literature of the Balkan Wars press history, but also expands the concepts of the Ottoman press and public opinion, which was limited to Istanbul of the period, and helps to review the information put forward both in the press of the period and in the studies that created the literature about the Edirne siege.
Keywords: Balkan Wars, I. Balkan War, Edirne Siege, Edirne Provincial Newspaper, Press History.
Kürt Aşiret Beylerinin Ermeni Eşkıyalar Tarafından Katli
Meryem Günaydın
ORCID: 0000-0002-3957-1471
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.72
Sayfalar: 1789-1810
Özet
Taşnak ve Hınçak komitelerine mensup Ermeni eşkıyasının Kürt beylerini katli, Ermeni-Kürt ilişkilerinin anlaşılması açısından kritik öneme sahiptir. Ermenilerin Kürt beylerinden Halil Yaşar’ı, Karçıkanlı Hacı Musa Bey’i, Karkarlı Hacı Yakub Ağa ile arkadaşlarını katli bu bağlamda önemli olaylardır. Kürt beylerinin katledilmesi, Bitlis vilayetinin Pervari kazasına tabi Özim karyesi ile Van vilayetinin Gevaş kazasının Karkar nahiyesi köylerinde meydana gelen hadiselerin devamı olarak görülmüştür. Bu cinayetlere, evvelce Kürtlerle Ermeniler arasında vuku bulan taarruz hadiseleri yol açmıştır. Van Taşnak Komitesi’nin önemli isimlerinden Rafael ve arkadaşlarının, daha önceden Kürtlere yapılan taarruza binaen katledilmesi üzerine bazı Ermenilerce nümayişler düzenlenmiş ve komitenin suikasta niyetlendiği haber alınmıştır. Bununla ilişkili olarak Karkar karyesinde bir jandarma ile ahaliden dört kişinin gaddarca katli hadisesi neticesinde ilgili bulunan kırk Ermeni itham edilerek mahkemeye sevk edilmiştir. Nitekim bu hadisenin, evvelce katledilen Ermeni mektepleri müfettişi Rafael ile bir keşişin intikamı maksadıyla vuku bulduğu bildirilmiştir. Ermeni fesadından şikâyet eden İslam ahalisinin de tepkisini çeken bu hadise ile Van uleması tarafından Ermenilerin sınır dışına sürgün edilmesi istenmiştir. Akabinde meydana gelen galeyan ve gerginliğin giderilmesi için birtakım tedbirler alınmıştır. Olayların aslının anlaşılması için yürütülen araştırmalar neticesinde, asayişin temini için bazı şahıslar mahkemeye tevdi edilmiştir. Daha sonra Karkar ve Özim hadiselerinden dolayı haklarında tahkikat icra edilen ve fi rar halinde bulunanlar da dâhil olmak üzere mahkûm edilen Ermeni ve Kürt şahıslar, padişah tarafından aff edilmiştir. Kürt beylerinin Ermeni fesedesince katledilmesi, Tinis-Özim hadisesi akabinde süregelen çatışmaların devamı niteliğindedir. Bundan dolayı hangi katledilme vakalarının nasıl gerçekleştiğini anlamak mühimdir. Bu çalışmada Kürt aşiret beylerinin Ermeniler tarafından katli incelenecektir. Hadiselerin iki taraf üzerindeki etkileriyle birlikte hükümetin bu olaylara yaklaşımı, aldığı tedbirler arşiv belgeleri çerçevesinde değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kürt, Ermeni, Çatışma, Taarruz, Katletme.
Abstract
The murder of the Kurdish Begs by the Armenian bandits from the Dashnak and Hinchak committees is of critical importance in terms of understanding the ArmenianKurdish relations. The murders of the Armenians, one of the Kurdish chiefs, Halil Yaşar, Hacı Musa Bey of Karçıkan, Hacı Yakub Ağa from Karkar and his friends are important events in this context. The slaying of the Kurdish chiefs was seen as a continuation of the events that took place in the villages of Özim village, which is subject to the Pervari district of Bitlis Province, and Karkar District of the Gevaş district of Van Province. The off ensive events that took place between the Kurds and the Armenians in the past led to these murders. After Rafael and his friends, one of the important names of the Van Dashnak Committee, were killed due to the previous attack against the Kurds, demonstrations were organized by some Armenians and it was learned that the committee intended to assassinate. In connection with this, as a result of the brutal murder of a gendarme and four people in the Karkar village, forty Armenians who were involved were accused and referred to the court. As a matter of fact, it has been reported that this incident took place with the aim of avenging Armenian school inspector Rafael and a monk who had been murdered before. With this incident, which drew the reaction of the Islamic community with the complaint of the Armenian mischief, the Van ulema demanded that they be exiled outside the border. Afterwards, some measures were taken to relieve the agitation and tension. As a result of the research carried out to understand the origin of the events, some persons were submitted to the court for the maintenance of public order. Later, the Armenian and Kurdish persons, who were investigated and convicted, including those who were on the run, due to the Karkar and Özim incidents, were pardoned by the Sultan. The massacre of the Kurdish chiefs by the Armenian mischief-makers is a continuation of the ongoing confl icts after the Tinis-Özim incident. Therefore, it is important to understand which murder cases occurred and how. In this study, the murder of Kurdish tribal chiefs by Armenians will be examined. The eff ects of these events on both sides, as well as the government’s approach to these events, and the measures it took will be evaluated within the framework of archival documents.
Keywords: Kurdish, Armenian, Confl ict, Attack, Murder.
Ermeni İddiaları Ekseninde Osmanlı’da Sürgün ve Müslüman Sürgünleri Üzerine Bir Değerlendirme
Güzin Çaykıran
ORCID: 0000-0002-8524-8405
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.73
Sayfalar: 1811-1835
Özet
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin 1890’dan başlamak üzere Ermeni toplumunu sistematik bir şekilde yok etmek üzere kararlar aldığını iddia etmektedir. Bu iddialar arasında 1915 yılında Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin güney vilayetlerine sürgün edilmesi kararı da yer almaktadır. Sürgün; bir grubun, topluluğun veya kişinin yaşadığı yeri değiştirmek, bulunduğu yerden uzaklaştırmak veya mecburi göç ettirmek anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla sürgünün iskân ve yerleştirme gibi bir misyonu vardı. Diğer bir anlamda ise sürgün; devletin nizamını bozan, kanunlara karşı gelen, şeri hükümlere uymayan, iftira atan, eşkıyalık veya hırsızlık yapan, gayri ahlaki davranışlarda bulunan Müslüman veya gayrimüslim kişi, grup veya toplumlara karşı uygulanan ceza idi. Nitekim Ermeniler de devletin nizamını bozarak Osmanlı Devleti’ne isyan etmişlerdi. Bundan dolayı sürgün cezasına çarptırılarak Osmanlı Devleti’nin güney vilayetlerine sürgün edilmişlerdi. Çalışmada alınan bu sürgün cezası kararıyla ilgili Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne isnat ettiği “Ermeni toplumunu sistematik bir şekilde yok ettiğine” dair iddiaların çürütülmesi hedefl enmektedir. Bu kapsamda çeşitli sebeplerden dolayı Osmanlı kanunlarına karşı gelen Müslüman unsurların sürgünleri ele alınmıştır. Böylece sürgün cezasının sadece Ermenilere uygulanmadığı, devletin güvenliği ve asayişin temini için Müslüman unsurlara karşı da uygulandığı ortaya konulmuştur. Konuyla ilgili yapılan Literatür taramasında Osmanlı Devleti’nde sürgün konulu çeşitli çalışmalar tespit edilmiştir. Fakat konu, Ermeni iddiaları ekseninde ele alınmamıştır. Dolayısıyla ortaya konulan araştırma problemi, Literatürde yer alan çalışmalar, Ermenice kaynaklar ve Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’nden temin edilen belgeler ile nitel ve karşılaştırma yöntemiyle analiz edilerek ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Ermeni İddiaları, 1915 Olayları, Tehcir, Sürgün, Sürgün Cezaları, Ermenilerin Sürgünü, Müslümanların Sürgünü.
Abstract
Armenians claim that the Ottoman State made decisions to systematically exterminate Armenian society beginning in 1890. These claims include the decision to exile Armenians in the southern provinces of the Ottoman State in 1915. Exile means the resettlement of a person, group, or community, removing them from a place or forcibly migrating them. In this sense, exile had a mission like resettlement and placement. In other words, exile was the punishment imposed against Muslim or non-Muslim persons, groups, or societies that violated the law, did not comply with sharia provisions, defamed, committed banditry or theft, engaged in non-moral behaviors. Indeed, Armenians had also rebelled against the Ottoman State by disturbing the state’s order. They were hereby sentenced to exile and transferred to the southern provinces of the Ottoman State. The study aims to confute the allegations that “Armenian society was systematically destroyed” which the Armenians attributed to the Ottoman State regarding this exile penalty decision. The exiles of Muslim tribes who defi ed Ottoman law for various reasons were discussed. It was thus revealed that exile punishment was not only applied to Armenians, it was also applied against Muslim tribes for the security of the state and the provision of public order. In the literature review conducted on the subject, various studies on exile in the Ottoman Empire were identifi ed. However, the subject has not been addressed in the context of Armenian claims. The research problem was therefore revealed by analyzing the works in the literature, Armenian sources, and documents obtained from the Presidential Ottoman Archive through qualitative and comparative methods.
Keywords: Armenian Claims, 1915 Events, Deportation, Exile, Exile Penalties, Exile of Armenians, Exile of Muslims.
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusunda Develi Nakliye Kolları
Hüseyin Kalemli
ORCID: 0000-0003-4522-7009
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.74
Sayfalar: 1837-1880
Özet
Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri blokunda yer alan Osmanlı Devleti İtilaf Devletlerine karşı Kafkas, Çanakkale, Kanal, Irak, Suriye, Galiçya, Makedonya gibi çeşitli cephelerde savaşmıştır. Osmanlı Devleti bu cephelerde savaşırken önemli bir yükü de omuzlamış ve dört yıl boyunca ciddi zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde geniş bir coğrafyada İtilaf Devletlerine karşı savaşıp direnebilmesi önemli bir askeri gücü gerekli kıldığı gibi lojistik, ikmal ve nakliye işlerinin de düzenli bir halde yapılabilmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu açıdan Osmanlı Devleti’nde lojistik ve ikmal merkezlerinden cephe hatlarına nakliye işleri genel olarak demiryolları, suyolları ve karayolları ile yapılmıştır. Nakliye işinde kısıtlı da olsa demiryolu ve suyollarından yararlanılmakla birlikte asıl karayollarından faydalanılmıştır. Karayollarında motorlu araçlar ve yük hayvanları kullanılmıştır. Ülkedeki motorlu araç sayısının oldukça sınırlı olmasından dolayı karayolu ulaşımında daha çok öküz, manda, at, katır, merkep ve deve gibi yük hayvanları ön plana çıkmıştır. Yük hayvanlarından kendi içlerindeki türlerine göre öküzlü, mandalı, atlı, katırlı, merkepli ve develi nakliye kolları meydana getirilmiştir. Yürüyüş sırasında kolların hız ve kabiliyetlerinin muhafaza edilebilmesi için aynı tür hayvanların bir kol içerisinde birleştirilmelerine dikkat edilmiştir. Nakliye hizmetinde kullanılacak bu yük hayvanlarının taşıma kapasiteleri cinslerine göre ayrı ayrı tespit edilmiş ve ona göre sınıfl andırılmıştır. Bu çalışmada Birinci Dünya Savaşı sürecinde Türk ordusu içerisinde yer alan develi nakliye kollarının mahiyeti incelenecektir. Önce lojistik ve ikmal açısından nakliye işinin önemi değerlendirilecek ardından da bunun için develi nakliye kollarında yer alan develerin türleri, bakımları, sıhhatleri, yaraları ve hastalıkları ile bunlara karşı ne yapılması gerektiği ele alınacaktır. Devamında bir deve kolunun kadrosu, teşkilat yapısı, develi nakliye taburu konuları üzerinde durulacaktır. Son olarak da develere yük yüklenmesi, bunların indirilmesi, ağır yüklerin taşınması, yürüyüş düzeni, ordugâhlara girişleri ve çıkışları ile teftişleri anlatılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti, Lojistik, İkmal, Nakliye, Develi Nakliye Kolları.
Abstract
In the First World War, the Ottoman Empire, which was in the Central Powers bloc, fought on various fronts such as the Caucasus, Çanakkale, Canal, Iraq, Syria, Galicia, and Macedonia against the Entente Powers. While the Ottoman Empire was fi ghting on these fronts, it also shouldered a signifi cant burden and faced serious diffi culties for four years. The fact that the Ottoman Empire was able to fi ght and resist the Entente Powers in a wide geography in this period necessitated a signifi cant military power as well as making it necessary to carry out logistics, supply and transportation in a regular manner. In this respect, transportation from logistics and supply centers to the front lines in the Ottoman Empire was generally made by railways, waterways and highways. Although railways and waterways were used limitedly for transportation, mainly highways were utilized. Due to the limited number of motor vehicles in the country, in the highway transportation mostly pack animals such as ox, buff alo, horse, mule, donkey and camel have come to the fore. Carriage units as ox, latch, horse, mule, donkey and camel were created from pack animals according to their types. In order to maintain the speed and ability of the units during travel, attention was paid to combining animals of the same species in one unit. The carrying capacities of these pack animals to be used in the transportation service have been determined separately according to their types and classifi ed accordingly. In this study, the nature of the Camel Corps in the Turkish army during the First World War will be examined. First, the importance of transportation will be evaluated in terms of logistics and supply. Then, the types, care, health, wounds and diseases of the camels in the Camel Corps and their well-being and protection will be discussed. Afterwards, the staff of the Camel Corps, its organizational structure, and the Camel Corps will be discussed. Finally, the loading of camels, their unloading, the transportation of heavy loads, the marching order, their entrance and exit to the camps and their inspections will be explained.
Keywords: First World War, Ottoman Empire, Logistics, Supply, Transportation, Camel Corps.
Giresunlu Osman Ağa’nın I. Dünya Savaşı’ndaki Artvin Çıkarması
Ahmet Atalay
ORCID: 0000-0002-5293-0942
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.75
Sayfalar: 1881-1915
Özet
Bu çalışmanın konusu Balkan Savaşları’ndan Cumhuriyet sonrasındaki yaşamına kadar vatanın kurtarılması ve Türk Milleti’nin istiklâli uğruna varını yoğunu ortaya koyarak mücadele eden Giresunlu Osman Ağa’nın kahramanlıklarla dolu hayatından pek bilinmeyen bir kesit olup bundan amaçlanan, Türklerdeki vatan sevgisi duygusunun ne denli önemli bir olgu olduğunu vurgulamaya yöneliktir. Bu nedenle her Türk ferdinin kayıtsız, şartsız, hilafsız dilinden düşürmediği, “Vatan-Millet-Bayrak” için taşıdığı hasletler ve “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” sözü, diğer toplumların bireylerine oranla daha kıymeti harbiye si olan bir darbı hakikattir. Bu sebeple günümüzde bile, ola ki bahse konu olağanüstü durumlarda, en gencinden çok yaşlısına kadar hepsini aynı anda, aynı yerde bir arada görmek mümkündür. Bununla alakalı geçmişten bugüne, Türk Tarihi’nde saysız örnekler vardır. Millî Mücadele döneminde ise, Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya Vilayet Konağında yaptığı konuşmada söylediği, “Vatanımızı düşmanlardan kurtarıp istiklâlimizi elde edeceğiz. Şayet bunda başarılı olamaz isek, ülkemizin her köşesini ateşe verip viraneye çevirerek işgalcilere öyle terk edeceğiz” sözü hala güncelliğini muhafaza etmektedir. Sivas Kongresi’nde söylediği, “Parolamız tektir ve değişmez o da, Ya istiklâl!.. Ya Ölüm!..” vecizesi ise 2021’de bile Türkler adına öneminden asla bir değer kaybetmemiş gelecekte de kaybetmeyecektir. Aynı durumla ilgili bir diğer anı ise, Giresunlu Osman Ağa’nın I. Dünya Savaşı esnasındaki Artvin ve çevresine olan gelişidir. Çok hasta olmasına rağmen etrafına topladığı askeri eğitimden yoksun 800 kadar gençle gelen Osman Ağa, bütün olumsuzluklara rağmen ve takati tükenmişken gösterdiği olağanüstü gayreti takdire şayandır. Resmi kayıtlarda yer almayan, ancak bazı yöresel gazete ve araştırmalarda kısmen görebildiğimiz bu kahramanlık destanı, Genel Tarih yazılımının, Yerel Tarih’in tam ve net detayına kadar anlaşılmasından sonra yazılabileceği algısını güçlendirmektedir. Bu araştırma bu bakımdan önem arz etmekte olup, Osman Ağa’nın bu davranışının her durum ve ahvalde, bütün Türklerin namus olarak addettiği vatanları uğruna hiçbir fedakârlıktan kaçmadıklarını ve günümüz delikanlılarına bu konuda kayda değer bir örnek teşkil edebileceğini teyit edip göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Vatan, Millet, Türk, Rus, Artvin, Osman Ağa, I. Dünya Savaşı.
Abstract
The subject of this study is a little-known section of the life of Osman Agha, whose life is full of heroism and who did the hard yards for saving the homeland and the independence of Turkish nation from the Balkan wars till the post republic period and the aim of the study is to emphasize what an important phenomenon patriotism is for Turkish nation. Hence, for Turkish people, traits like “Homeland-Nation-Flag”, which every Turk keep harping on about unconditionally and the saying “if the topic in question is homeland, everything else is just detail” are realities which are more important for Turks compared to individuals from other nations. Thus, even today, when it comes to extraordinary situations in terms of defending homeland, it is possible to see every Turk from the youngest to the eldest at the same place and at the same time. In this respect, there are countless examples in Turkish history. Mustafa Kemal’s words at Amasya provincial hall during the independence war “We are going to save our homeland from the enemy and if we fail to do this, we are going to surrender our country to invaders after burning every corner of the country and devastating it.” still continue to be relevant. His apothegm at Sivas congress “We have only one motto and it is either independence or death” has not lost its importance for Turks till 2021 and will not lose its importance in the future either. Another relevant experience is the coming of Osman Agha to Artvin and around during World War I. Despite being very ill, he came to Artvin with 800 youngsters who didn’t have a proper military training and despite all the unfavorable conditions and being exhausted, his extraordinary eff ort deserves admiration. This heroic saga, which does not appear in formal documents but can be found in some local newspapers and local studies reinforces the notion that general history should be written once the local history has been understood completely and in detail. This is why this study is important and this conduct of Osman Agha’s shows and verifi es that in all circumstances and conditions, Turks spare no sacrifi ce for their homeland, which they consider as their honor and that it may serve as an important example for the present Turkish youth in this respect.
Keywords: Homeland, Nation, Turk, Russian, Artvin, Osman Agha, World War I.
1. Dünya Savaşı’nda Antalya Kıyı Muharebeleri ve Bir Türk Subayının Başarıları
Suat Akgül
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.76
Sayfalar: 1917-1941
Özet
Çanakkale cephesinin kapanması ile bu cephede görevlendirilmiş olan İngiliz ve Fransızlara ait bazı gemiler Doğu Akdeniz bölgesinde görevlendirildiler. Bu savaş gemileri öncelikle Antalya kıyıları ve limanları olmak üzere birçok bölgeye abluka uyguladılar. 1916 yılının ikinci yarısından itibaren Antalya sahillerinde dolaşan bu gemiler kıyılardaki birçok fabrikanın, binanın ve evin yanmasına, yıkılmasına yol açmışlar korku ve göçe neden olmuşlardır. Hatta bu baskı ve abluka bölgede kıtlık yaşanmasına da neden olmuştur. Büyük yıkımlara neden olan bu gemilere karşı Osmanlı Devleti bazı tedbirler almaya karar verdi. Bu amaçla Almanlardan ve Türklerden oluşan bir birlik görevlendirildi. Türk Topçu birliğine Teğmen Mustafa Ertuğrul atandı. Bu görevlendirme ile birlikte bölgenin kaderi değişti. Antalya kıyılarında yapılan muharebelerde; İngiliz Ben My Chree adlı uçak gemisi, içindeki 4 uçakla birlikte Meis Adası açıklarında batırıldı. Ayrıca bir torpido hasara uğratıldı. 200’e yakın yelkenli gemi ve tekne batırıldı. Meis Adasında bulunan 2 Fransız topu ve 1 telsiz istasyonu imha edildi. 2 ve 26 Şubat 1917 tarihlerinde 2 yelkenli gemi daha batırıldı. Bu olaylar üzerine İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Antalya kıyılarındaki bombardımanı şiddetlenerek devam etti. Bu bombardımanlar bölgede büyük kayıplar oluşturuyordu. Bunun üzerine bölgede yine Mustafa Ertuğrul komutasında bir birlik görevlendirildi. Mustafa Ertuğrul Kemer açıklarında Fransızlara ait Paris II ve Aleksandra gemilerini batırdı. Böylece Fransızlar çok önemli 2 savaş gemisini kaybetmiş oldular. Aynı zamanda moralleri bozuldu, itibarları sarsıldı. İşte bu bildiri ile Antalya sahillerinde faaliyet gösteren İngiliz ve Fransız savaş gemilerine karşı başta Mustafa Ertuğrul komutasındaki Topçu birliği olmak üzere bölgede yürütülen, ancak pek bahsedilmeyen ve bilinmeyen askeri faaliyetler ve başarılı muharebeler anlatılacaktır. Bu muharebeler anlatılırken genç yaşına ve küçük rütbesine rağmen büyük bir başarı sağlayan Mustafa Ertuğrul’dan da bahsedilecektir. Konu incelenirken Genelkurmay ATASE Arşivi ve MSB Askeri Arşivi ile Mustafa Ertuğrul’un 1935 yılında kaleme aldığı anılarından ve yazılarından da yararlanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Antalya, Mustafa Ertuğrul, Meis, Kemer, Kaş.
Abstract
With the closure of the Çanakkale front, some ships belonging to the British and French were assigned to the Eastern Mediterranean region. These battleships imposed blockades on many areas, primarily Antalya coasts and ports. Since the second half of 1916, these ships, which have been wandering around the coasts of Antalya, led to the burning and destruction of many factories, buildings and houses on the coasts and caused fear and migration. In fact, this pressure and blockade has caused famine in the region. The Ottoman Empire decided to take some measures against these ships causing great destruction. For this purpose, a union of Germans and Turks was appointed. Lieutenant Mustafa Ertuğrul was appointed to the Turkish Artillery Association. With this assignment, the fate of the region has changed. During the battles in Antalya coasts; The British ship My Chree was sunk off the island of Meis with 4 aircraft in it. Also a torpedo was damaged. Close to 200 sailing ships and boats were sunk. Two French cannons and 1 radio station at Meis Island were destroyed. 2 and 26 February 1917 2 more sailing ships were sunk. The bombardment of British and French warships on the shores of Antalya continued on these events. These bombardments caused great losses in the region. Then a unit under the command of Mustafa Ertugrul was appointed in the region. Mustafa Ertuğrul sank French and Paris II and Aleksandra ships off Kemer. So the French have lost two very important warships. At the same time, their morale is broken, their reputation is shaken. With this declaration, military operations and successful battles in the region will be explained against the British and French battleships operating in the coasts of Antalya, especially the artillery under the command of Mustafa Ertuğrul. While talking about these battles, Mustafa Ertugrul, who provided a great success despite his young age and small rank, will be mentioned. While examining the subject, the General Staff ATASE Archive and the MSB Military Archive will be used in the memoirs and writings written by Mustafa Ertuğrul in 1935.
Keywords: Antalya, Mustafa Ertuğrul, Meis, Kemer, Kaş
Osmanlı Ordusu’nda Firari Askerler: Birinci Dünya Savaşı’ndan Kanıtlar
Adem Çalışkan
ORCID: 0000-0003-1487-465X
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.77
Sayfalar: 1943-1978
Özet
Osmanlı Devleti 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nda aynı anda birçok cephede savaştı. Bu nedenle seferberlik ilan eden Osmanlı, üç milyona yakın Müslim-gayrimüslim askerle topraklarını müdafaa etti. Savaş sırasında dört yüz bin askeri şehit, altı yüz bin askeri gazi ve üç yüz bin askeri de İtilaf Devletlerince esir alınan Osmanlı, bu savaştan mağlup ayrıldı. Osmanlı Devleti’nin cephe gerisindeki en büyük sorunlarının başında ordudan çeşitli nedenlerle fi rar edenler veya bakaya kalan askerler olmuştur. Uzun süren savaşlar, psikolojik tükenmişlik, İtilaf Devletleri’nin propagandaları, iaşe ve lojistik sorunları, salgınlar, askerlerin ailelerini merak etmeleri ve haklı bir dava için savaşıldığına inanılmaması gibi birçok faktör etkili olmuştur. Osmanlı Devleti bu sorunu engellemek için gerekli tedbirleri aldı. Örneğin, fi rari askerlerin yakalanması için Jandarma birlikleri görevlendirilmiş, fi rari ve bakaya kalanlar için ise görevli komutanlar tarafından içinde fi rari ve bakaya kalmış Müslüman ve gayrimüslim askerlerin yer aldığı teferruatlı cetveller hazırlanarak merkeze gönderilmiştir. Bu çalışmanın amacı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi Kataloğunda yer alan H. 1336/M. 1918 tarihli Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti 6. Şube ve 44/19 numaralı belgeden yararlanarak Osmanlı’nın muhtelif kentlerindeki fi rari askerler hakkında bilgi vermektir. Buna göre; İstanbul başta olmak üzere, Alanya, Akseki, Korkuteli, Finike, Manavgat, Kaş, Elmalı, Sivas ve Tokat’ta, Merkez, Bafra, Çarşamba, Ünye ve Fatsa, Canik, Sivas, Tokat, Antalya civarı, Mamuretülaziz gibi yerlerden Osmanlı ordusundan çok sayıda fi rar eden, bakaya kalan ve birliğine teslim olmayan askerlerin olduğu tespit edilmiştir. 1917’de Alanya, Akseki, Korkuteli, Finike, Manavgat, Kaş, Elmalı’da ölü veya diri olarak ele geçirilen fi rarilerin sayısı 588 ve bakaya kalanların sayısı 171 kişidir. Sivas ve Tokat’ta fi rari asker sayısı ise 488 kişi olarak tespit edilmiştir. 1918’de Hüdavendigar vilayetinden fi rar eden 57 kişidir. Bu askerlerin 42’si Müslim, geriye kalanı gayrimüslim askerlerden oluşmaktadır. Yine aynı yılda Bafra, Çarşamba, Ünye ve Fatsa’da fi rar eden ve bakaya kalan asker sayısı ise 55 olarak tespit edilmiştir. Canik’te ise silahlı ve silahsız fi rari, bakaya, birliğine teslim olmayan ve çeşitli nedenlerle olmak üzere toplam 5.961 asker tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı, Firariler.
Abstract
The Ottoman Empire fought on several fronts simultaneously in World War I in 1914. For this reason, the Ottoman Empire, which declared mobilisation, defended its borders with approximately three million Muslim and non-Muslim soldiers. However, during the war, four hundred thousand soldiers were martyred, six hundred thousand soldiers became veterans and three hundred thousand soldiers were captured by the Allied Powers. One of the biggest problems of the Ottoman Empire behind the front line was the soldiers who deserted or were left behind for various reasons. There were many factors such as long wars, psychological burnout, Allied propaganda, food and logistics problems, epidemics, soldiers’ curiosity about their families and the lack of belief that they were fi ghting for a just cause. The Ottoman Empire took the necessary measures to prevent this problem. For example, gendarmerie units were assigned to capture the deserters, and detailed reports, including Muslim and nonMuslim soldiers who deserted and those who stayed behind, were prepared by the commanders in charge and sent to the centre. This study aims to provide information about the deserters in diff erent cities of the Ottoman Empire by using the 6th Branch of the Police Department of the Ministry of Interior and document number 44/19 and date H. 1336/M. 1918 in the Ottoman Archives Catalogue of the Presidency of the Republic of Turkey. The fi ndings show that there were many soldiers who deserted, stayed behind and did not surrender to their unit in Istanbul, Alanya, Akseki, Korkuteli, Finike, Manavgat, Kaş, Elmalı, Tokat, Bafra, Çarşamba, Ünye, Fatsa, Canik, Sivas, nearby Antalya and Mamuretulaziz. In 1917, the number of deserters who were captured dead or alive in Alanya, Akseki, Korkuteli, Finike, Manavgat, Kaş and Elmalı was 588 and the number of the remaining 171. There were 57 people who deserted from Hüdavendigar province in 1918. Out of these, 42 were Muslim soldiers and the rest were non-Muslim soldiers. In Canik, a total of 5,961 soldiers were identifi ed as armed or unarmed deserters who did not surrender to their troops for various reasons.
Keywords: World War I, Ottoman, Deserters.
Alman Gazete ve Konsolosluk Raporlarına Göre Cemal Paşa’nın Fiziksel ve Kişisel Özelliklerinin Analizi
Mustafa Çolak
ORCID: 0000-0001-8310-3766
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.78
Sayfalar: 1979-2005
Özet
Birinci Dünya Savaşı’ndaki Osmanlı-Alman İttifakı 2 Ağustos 1914’de imzalandıktan sonra hem Almanca çıkan gazetelerde hem de Alman Dışişleri bürokrasisinde Osmanlı Devleti’nde iktidarda olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen liderlerine karşı olan ilgi daha da artmıştır. Bu bağlamda, bir taraftan Osmanlı Bahriye Nazırlığı görevinden dolayı siyasetin içinde olan diğer taraftan da Suriye bölgesine konuşlandırılmış, Osmanlı Dördüncü Ordu Komutanlığına, geniş yetkilerle atanmış olan Cemal Paşa’nın fi ziksel ve kişisel nitelikleri Alman basınında ve konsolosluk raporlarında geniş yer tutmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda gazete yazısı ve konsolosluk raporu olmasından dolayı biz burada meseleyi ancak bir bildiri çerçevesinde ele alarak sınırlandırmayı uygun gördük. Sınırlandırmayı iki alanda yaptık; Önce kendimize kronolojik bir alan belirledik. Bu bağlamda Cemal Paşa’nın aktif olarak Osmanlı Devleti’nin üst düzey yöneticisi olduğu dönemi seçtik. Yani 1914 ile 1918 arasını. İkinci olarak ana kaynaklarda sınırlamaya gittik. Dolayısıyla belirtilen dönemde Cemal Paşa’nın fi ziksel ve kişisel özellikleri ile ilgili gazete haberlerinin ve konsolosluk raporlarının tamamını ele almadık. Sadece Frankfurter Zeitung, Neue Freie Presse gibi dönemin etkili ve güvenilir gazetelerini değerlendirmeye tabi tuttuk. Aynı şekilde konsolosluk raporlarını da ele alırken, Cemal Paşa’nın görevi gereği Alman konsolosları arasında en fazla iletişimde olduğu Şam Başkonsolosu Loytved Hardegg’in, 1 Ekim 1915 tarihli raporu üzerinde durduk. Bu raporu Berlin’deki Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nden elde ettik. Cemal Paşa’nın Tifl is’te Temmuz 1922 yılında öldürülmesi üzerine Alman basınında çıkan değerlendirmeleri ve Alman bürokratlarının raporlarını ise burada hiç ele almadık. Ele alacağımız bu gazete değerlendirmeleri ve konsolosluk raporlarının bir kısmı Türkiye’de hiç bilinmemekte bir kısmı da bilimsel çalışmalarda kullanılmış olmasına rağmen gerekli analiz ve derinlikten yoksundur. Bu nedenle bu bildirinin özgün ve alana katkı sağlar nitelikte olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Cemal Paşa, Loytved Hardegg, Frankfurter Zeitung, Dördüncü Ordu, Neue Freie Presse.
Abstract
After the Ottoman-German Alliance in the World War I was signed on August 2, 1914, both German newspapers and the German Foreign Offi ce showed particular interest in leading fi gures of the Union and Progress Committee, which was in power in the Ottoman State at that time. In this regard, the physical and personal qualities of Cemal Pasha were featured highly in the German press and consular reports as he was in politics due to his position as the Ottoman Naval Minister along with the Commander of the Ottoman Fourth Army, which was deployed to Syria Region. Since there are numerous newspaper articles and consular reports available on the subject, the study was limited to two aspects. Firstly, chronological area was determined. With this respect, the period (1914-1918) when Cemal Pasha was an active senior administrator of the Ottoman State was chosen. Secondly, the main sources were also limited. Thus, all the newspaper reports and consular reports about Cemal Pasha’s physical and personal characteristics in the specifi ed period were not included in the study. Only the infl uential and reliable newspapers of the period such as Frankfurter Zeitung and Neue Freie Presse were evaluated. In the same vein, with respect to the consular reports, the report of Loytved Hardegg, the Consul General of Damascus, issued on October 1, 1915 was evaluated as Cemal Pasha had the most frequent communication with him among the other German consuls for his duty. The aforementioned report was obtained from the archives of the German Ministry of Foreign Aff airs in Berlin. The evaluations in the German press and the reports of German bureaucrats regarding the murder of Cemal Pasha in Tbilisi in July 1922 are not included in this study. Some of these newspaper reviews and consular reports discussed here are not known at all in Turkey and some of them have been used in various scientifi c studies but lack the necessary indepth analysis. Thus, this paper is original and contributes to the field.
Keywords: Cemal Pasha, Loytved Hardegg, Frankfurter Zeitung, Fourth Army, Neue Freie Presse.
Mütareke Döneminde Prens Sabahattin Yanlısı Basın, Cemiyet ve Fırkalar
Ramazan Erhan Güllü
ORCID: 0000-0002-6819-4003
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.79
Sayfalar: 2007-2035
Özet
Prens Sabahattin, Osmanlı toplumunda liberalizmin öncüsü olarak kabul edilen “adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsi” düşüncesiyle tanınmaktaydı. Meşrutiyet döneminde Prens Sabahattin’in destekçileri tarafından kurulan Ahrar Fırkası da bu fi krin siyasi savunucusu olmuştu. Prens Sabahattin, İttihat ve Terakki Fırkası’na muhalefeti ve fırka aleyhtarı faaliyetleri dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı öncesi Türkiye’den ayrılarak Avrupa’ya gitmişti. Mondros Mütarekesi imzalandığı dönemde de yurt dışında bulunmaktaydı. İttihat ve Terakki yönetiminin sonlanması dolayısıyla ülkeye dönmek istemesine rağmen gelişi ancak 1919 yılı sonlarını bulmuştu. Bu gecikmenin en temel nedeni, mütareke sonrası Sadaret’e getirilen Damat Ferit Paşa ile ilişkilerinin kötü olmasıydı. Damat Ferit Paşa, Prens Sabahattin’in ülkeye dönmesiyle Sultan Vahdettin’in Sadaret’e Sabahattin Bey’i getireceği endişesini taşıdığı gibi, ikili arasında mütareke döneminin siyasi gelişmelerine bakışta da ciddi ayrılıklar bulunmaktaydı. Bu yüzden 1919 yılı sonlarına doğru Damat Ferit Paşa’nın Sadaret’ten ayrılması sonrası Türkiye’ye dönmüştü. Prens Sabahattin’in genel politik tavrı, kendisi bir fırka lideri olarak ortaya çıkmak yerine, destekçileri tarafından kurulan siyasi oluşumlara destek vermek şeklindeydi. Ahrar Fırkası kurulduğunda da aynı tavrı göstermişti. Fırka, “Prens Sabahattin’in fırkası” olarak bilinmesine ve onun fi kirlerini savunmasına rağmen ne yönetici ne kurucu kadrosunda kendisi yer almaktaydı. Prens Sabahattin aynı tavrını mütareke döneminde de sürdürmüştü. Kendisi henüz ülkeye dönmeden önce kendisini destekleyen çeşitli cemiyet ve fırkalar kurulmuş, gazeteler yayımlanmıştı. Bunlar arasında açıkça Sabahattin Bey’in Sadaret’e gelmesini ve fi kirlerinin hükümet tarafından uygulanmasını savunanlar vardı. Ancak hiçbir oluşumun yine ne lideri ne de kurucusu Sabahattin Bey’di. Osmanlı Sulh ve Selâmet Cemiyeti ile Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti gibi cemiyetler; Sulh ve Selâmet-i Osmâniyye ile Milli Ahrar gibi fırkalar bu oluşumların başlıcalarıydı. Yine İstanbul’da yayımlanan Söz, Yeni İstanbul ve Tarik ile İzmir’de yayımlanan Hukuk-ı Beşer ve Sulh ve Selâmet gazeteleri Prens Sabahattin destekçisi yayın organlarıydı. Bu tebliğde mütareke döneminde yayımlanan bu gazeteler ile Prens Sabahattin yanlısı cemiyet ve fırkalardan bahsedilerek, Prens Sabahattin ve destekçilerinin bu dönemdeki siyasi tutumları ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Prens Sabahattin, Millî Mücadele, Liberalizm, Liberal Milliyetçilik, Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-i Şahsi.
Abstract
Prince Sabahattin was known for his views on the League of Private Initiative and Decentralization (Adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsi) that was considered the leader of liberalism among the Ottoman society. The Liberal (Ahrar) Party founded by supporters of Prince Sabahattin in the Constitutional era became the political advocator of this conception. Due to his opposition of the CUP (Committee of Union and Progress) Party and activities of the adversaries of this party, before World War I Prince Sabahattin left Turkey and travelled to Europe. He was also abroad at the time of the signing of the Armistice of Mudros. Although his intention was to return to Turkey when the CUP administration was abolished, he was only able to return in 1919. The main reason for this delay was the unstable relationship between him and Damat Ferit Pasha who was appointed Grand Vizier. Damat Ferit Pasha was not only concerned that if Prince Sabahattin returned to the country, Sultan Vahdettin would appoint Sabahattin Bey as the Grand Vizier, but there were also serious disagreements between the two regarding views on political developments in the armistice era. In view of this, he returned to Turkey after Damat Ferit Pasha was dismissed from his position towards the end of 1919. Instead of becoming the leader of a party, Prince Sabahattin’s general political stance was to support the political formations founded by his supporters. He displayed the same attitude when the Liberal (Ahrar) Party was formed. Although the party was known as “Prince Sabahattin’s party” and that this party supported his ideas, he was neither on the administrative or founding board of this party. Prince Sabahattin maintained this stance during the armistice era. Even before he returned to Turkey, various unions and parties were formed and newspapers published in support of him. However, Sabahattin Bey was neither the leader nor founder of any of these formations. The Union of Ottoman Peace and Welfare (Osmanlı Sulh ve Selâmet Cemiyeti) and the League of Private Initiative and Decentralization (Adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsi), and parties such as the Ottoman Peace and Welfare Party and the National Liberal Party (Milli Ahrar Fırkası) were the main bodies of these formations. Again, the Söz, Yeni Istanbul and Tarik newspapers published in Istanbul and the Hukuk-ı Beşer and Sulh ve Selamet newspapers published in Izmir were all pro-Prince Sabahattin media organs. In this paper, an attempt will be made to reveal the political stances during this period by studying these newspapers, the pro-Prince Sabahattin unions and parties, and his supporters.
Keywords: Prince Sabahattin, The Turkish National Struggle, Liberalism, Liberal Nationalism, League of Private Initiative and Decentralization.
Osmanlı Basınında Meclis Tartışmaları, “Uygun Zaman-Zemin” Arayışları ve Beka Bağlantısı
Musa Gümüş
ORCID: 0000-0002-0431-9997
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.80
Sayfalar: 2037-2071
Özet
Osmanlı basını, 1860’lı yılların sonundan itibaren fi krî tartışmaların yapıldığı ve karşılık bulduğu önemli bir platform olarak ortaya çıkmış, birçok meseleye dair tartışmalarda ve Osmanlı aydınları arasında karşılıklı fi krî iletişimlerinde önemli roller oynamıştır. Bu haliyle basın, Türk entelektüel birikimlerinin 19. yüzyıl görünümlerinin en etkili bir şekilde kamuoyuna mal edildiği mecraların başında gelmektedir. Bu durum, Batılı fi kir hareketlerinin Türk fi kir hareketlerine eklemlenmesinde de etkili olmuştur. Bugün dahi oldukça aktüel olan meclis ve temsil meselesi, Osmanlı Devleti’nin son döneminde fi krî manada etkili olmuş ve meclis ve temsil anlayışımızı etkilemiştir. Basında yer alan meclis tartışmaları, “zemin ve zamanın” uygun olup olmadığı üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu zemin ve zaman meselesinin arkasındaki en önemli sebebin, gayrimüslim Osmanlı tebaasının içinde bulunduğu düşünce ve onların devlete karşı yaklaşımları ile birebir bağlantılı olduğu görülmektedir. Meclis tartışmaları, gayrimüslim odaklı endişelerin belirgin bir hal almadığını açıkça göstermiştir. Tartışmaların ayrılıkçı hareketlerin yoğun olarak yaşandığı dönemde olması, bu endişelerin temel sebebiydi. Bunun yanında meclis ve temsil konusunun modernleşmeyi direkt alakadar etmesi, meselenin aceleci bir tavırla ele alınmasına ve Osmanlıcılık düşüncesinin etkinliğini arttırmaya dönük kaygıların beslenmesine yol açmıştır. Bizim burada ele alacağımız konu ise, “devlet nasıl kurtulabilir?” sorusunun beka meselesi olarak algılandığına ve meclis ile temsil konusunun hakikatte Osmanlı uygulamalarında ne tür sorunlara sebep olacağına dair kaygı ile çözümlere ne şekilde kapı açacağına dair beklentilerle şekillendiğine odaklanmaktadır. Meseleyi Ali Suavi’den itibaren ele aldığımızda da meclis ve temsil meselesinin tartışma duraklarında Polonyalı Hayreddin, Namık Kemal ve Selahaddin Bey gibi Osmanlı aydınlarının gündemde tuttuğunu ve Mecmua-i Maarif, Hürriyet, İbret, Terakki, Sabah ve Basiret gibi gazetelerin de bu tartışmalara alan açtığını görmekteyiz. Biz de, bahsedilen kişilikler ve gazeteler etrafında meclis tartışmalarında “uygun zemin ve zaman” tartışmalarının seyrini izleyerek meclis meselesinin bu konudaki konumunu belirlemeye çalışarak beka meselesinin bu konuda hangi sebeplere dayandığının izlerini süreceğiz.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Basınında Meclis Tartışmaları, “Uygun Zaman-Zemin” Arayışları ve Beka Bağlantısı.
Abstract
By the end of the 1860s, the Ottoman press emerged as an important platform where intellectual discussions were made and responded to, and played an important role in their discussions on many issues and in mutual intellectual communication among Ottoman intellectuals. As such, the press is one of the leading channels where the 19th century appearances of Turkish intellectual accumulation are most eff ectively publicized. This situation has also been eff ective in the articulation of Western intellectual movements with Turkish intellectual movements. The issue of parliament and representation, which are quite current debates even today were infl uential in the intellectual sense in the last period of the Ottoman Empire and aff ected our understanding of parliament and representation. Parliamentary debates in the press focused on whether the “conditions and time” were appropriate. It is seen that the most important reason behind this condition and time issue is directly related to the thoughts of the non-Muslim Ottoman subjects and their approaches towards the state. The parliamentary debates clearly showed that non-Muslim-related concerns became prominent. The main reason for these concerns was the fact that the discussions took place during a period of intense separatist movements. In addition, the direct concern of the assembly and representation to modernization fed the concerns that the issue was handled in a hasty manner and to increase the eff ectiveness of the thought of Ottomanism. The issue that we will discuss here is that the question of “how can the state be saved” is perceived as a matter of survival, and it is seen that the issue of parliament and representation is shaped by the concerns about what kind of problems it will cause in Ottoman practices and the expectations about how it will open the door to solutions. When we consider the issue by starting with Ali Suavi, it is clear that the parliament and representation issue is on the agenda at the discussion stations by Ottoman intellectuals such as Polish Hayreddin, Namık Kemal and Selahaddin Bey, and newspapers such as Mecmua-i Maarif, Hürriyet, İbret, Terakki and Basiret also contribute to these discussions. We will try to determine the position of the parliamentary discussions on this issue by following the course of the “appropriate conditions and time” debates in the parliamentary discussions around the aforementioned personalities and newspapers, and trace the reasons why the issue of survival is based on this issue.
Keywords: Discussions on Parliament in the Ottoman Press, Search for “Appropriate Time & Ground”, the Connection of Survival.
Süleyman El-Baruni Adlı Hatırattan: Trablusgarp’ın Hal-i Pür-Melali ve Kendisine Yönelik İthamlar
Ercüment Topuz
ORCID: 0000-0001-9458-1384
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.81
Sayfalar: 2073-2098
Özet
Balkan uluslarının eski efendilerine karşı savaş çığırtkanlıklarını yüksek perdeden seslendirmeleri, İtalya’nın Trablusgarp’a yönelik sömürge iştahını kabartmıştır. XIX. yüzyılın son çeyreğinde başlayan bloklaşma faaliyetleri, siyasi birliğini yeni tamamlamış İtalya’yı anahtar devlet konumuna itmiştir. İtalya, bu özgüvenle Balkanlardaki siyasi ve askeri tansiyonun yükselmesini de fırsat bilerek, Osmanlı Devleti’nin Batı Afrika’daki son toprak parçasını işgal etmiştir. Siyasi krizlerle boğuşan İstanbul, İtalya’nın devletlerarası hukuka aykırı bu askeri densizliğini sadece protesto etmiştir. Dönem siyasi hareketinin arkasındaki İttihatçı ruh ise kendi kuruluş misyonuyla münasip bir manevrayı Trablusgarp’ta sergilemiştir. Ancak Balkan Devletlerinin saldırgan tutumu mezkûr mücadeleyi sahipsiz bırakmıştır. 1911 yılından itibaren İtalyanlara karşı çok çetin çelimsizliklere rağmen kişisel özveri ve feragatlerle sürdürülen Trablusgarp savunusunu akim bırakan bu gelişme, Batı Afrika ile sınırlı Türk-Arap İmparatorluğu hayalinin de sonunu getirmiştir. Bu gelişmeler neticesinde Trablusgarp, üç buçuk asırlık hamisinin muhafızlığından mahrum kalmıştır. Uşi Antlaşması, XVI. yüzyılın ikinci yarısında kurulan Osmanlı/Trablus arasındaki hami-mahmi iş birliğini sona erdirmiş ve İtalya/Trablus arasında sömüren ve sömürülen “ilişkisizliğini” başlatmıştır. Ancak bu paradoksun iki yüzlükle tesis edilmesi için İtalyanlar 20 yıl kadar beklemek zorunda kalmışlardır. Antlaşmadaki bazı maddelerin muğlaklığından kaynaklı olarak mücadele 1917 yılına kadar devam etmiş, bölge tam anlamıyla İtalyanlara 1932’de teslim olmuştur. Uşi Antlaşması’nın öncesinde ve sonrasında sahada aktif olarak görev alanlardan birisi de Cebeli Garb Mebusu Süleyman Baruni’dir. 1911’de başlayan vatan savunusunda görev alan Süleyman Baruni, Uşi Antlaşması sonrasında da mücadelesini hem siyasi hem de askeri arenada sürdürmüştür. Taht-ı idaresinde bir hükümet-i müstakile teşkil etmiş olan Süleyman Baruni, mücadelesinin sürdürülebilirliğini temin eden maddi ve manevi kaynakların tükenmesinden dolayı ya izmihlal ya da muhtari bir yönetim arasında tercihe zorlanmıştır. Dönem koşulları muvacehesinde ikinci seçeneği tercih eden Süleyman Baruni Paşa, bazı çevrelerce İtalya’dan rüşvet karşılığında böyle bir karar verdiği şeklinde ithamlara maruz bırakılmıştır. Çalışmanın sıhhati, Süleyman Baruni ile yapılan mülakata atfen “Baruni’nin Hatıratı” adıyla yayımlanmış eser ve dönem vesikalarının değerlendirilmesiyle sağlanmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla metinde ana kaynak Baruni’nin hatıratı olmuş ve Osmanlı arşivine yansıyan vesikalar başta olmak üzere bölge ve kişiyle ilgili kaleme alınan birincil ve ikincil kaynaklar kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Süleyman Baruni Paşa, Osmanlı Devleti, Trablusgarb, Uşi Antlaşması.
Abstract
The high-pitched vocalization of the war cries of the Balkan nations against their former masters caused Italy to whet its colonial appetite for Tripoli since 1880. Italy, which became the key state in the 20th century of the bloc that started in the last quarter of the 19th century, occupied the last piece of land of the Ottoman Empire in West Africa, taking advantage of the rise of political and military tensions in the Balkans with this self-confi dence. Due to the current situation, Istanbul had only protested against this military indolence of Italy, which is against international law. The Union spirit behind the period’s political movement has demonstrated a maneuver related to its founding mission in Tripoli. However, the fact that this resulted in a defeat against the Balkan states left the mentioned struggle unstable. Since 1911, the attitude of Balkan Nations has brought to the end the dream of the Turkish-Arab Empire limited to Western Africa, which was created by both the Tripoli Defence and the struggle, maintained with personal dedication and waivers despite the hardships against the Italians. On the other hand, the same screeching deprived Tripoli of the protection of the three-and-a-half-century protector. The Ouchy Treaty ended the protector-protected cooperation between the Ottoman Empire and Tripoli, which was established in the second half of the 16th century, and started the “non-relationship” between Italy/Tripoli between the exploiter and the exploited. However, the Italians had to wait 20 years for this paradox to be established insincerely. Due to the ambiguity of some clauses in the treaty, the struggle continued until 1917, and the region literally surrendered to the Italians in 1932. In one of those who active in the fi eld before and after the Ouchy Treaty is Süleyman Baruni, a member of Parliament of Western Cebel. Suleyman Baruni, who was defended his homeland during the war which started in 1911, continued his struggle in both political and military Arena after the Ouchy Treaty. Suleyman Baruni, an independent government under his administration, was forced to choose between a dependent or semi-dependent government due to the depletion of material and spiritual resources to ensure the sustainability of his struggle. Süleyman Baruni Pasha, who preferred the second option considering the terms of the period, was accused of such a decision by some groups in return for bribery from Italy. The health of the study was tried to be ensured by evaluating the works and period documents published under the title of “Baruni’s Memory” in reference to the interview conducted with Suleyman Baruni.For this reason, the main source in the study is the memory of Süleyman Baruni, and primary and secondary sources written about the region and the person, especially the documents refl ected in the Ottoman archive, were used.
Keywords: Sulayman Baruni Pasha, Ottoman State, Tripoli, Ouchy Treaty.
An Ottoman forgotten front during the First World War? Ottoman support to Moroccan local resistance in North Africa (1914-1918)
Odile Moreau
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.82
Sayfalar: 2099-2112
Özet
Kuzey Afrika, Fransız seferberliğine katılmasına ek olarak, aslında Birinci Dünya Savaşı’na dahil olan geniş bir alan, bir çatışma ve bazen askeri operasyonların yapıldığı bir yerdi. Ancak, Kuzey Afrika henüz Birinci Dünya Savaşı tarihine tam olarak entegre edilmemiştir. Bu makale, Kuzey Afrika’da Osmanlılar ve yerel aktörler arasındaki etkileşimleri ve Fransız sömürgeciliğine karşı Faslı direniş gruplarına Osmanlı desteğini sunacaktır. Anti-emperyalist hareketleri teşvik etmek için Osmanlı desteğini ve yerel liderlerin ve aşiretlerin Fransızlara karşı seferber edilmesini nasıl başardıklarını analiz edecektir. Savaşın en başından itibaren, Ekim 1914’te Harbiye Nazırı Enver Paşa, Madrid’deki Osmanlı Büyükelçiliğine bir grup Osmanlı subayı göndermeyi planladı. İspanya’daki böyle bir Osmanlı askeri misyonu resmi bir görevdi ve Alman Büyükelçiliği ile iş birliği içinde örgütlendi. Bu bildiride, Osmanlı İstihbarat Teşkilatı “Teskilât-ı Mahsusa” ve Alman yetkililerle bağlantılı olarak çeşitli aktörler ve faaliyetleri sunulacaktır. Aslında, Kuzey Afrika’da savaş operasyonları düzenlemek, özellikle Fas’ta genel bir ayaklanma çıkarmak ve İttifak Devletleri’nin yeraltı faaliyetlerine katkıda bulunmak için gönderildiler. İspanyol Fas’ı, Fas’ın daha güneyindeki Fransız kuvvetlerine karşı düşmanlık başlatmak için kullanıldı. Bu operasyonlar Pan-İslam bayrağı altında gerçekleştirildi. Açıkça, dahil etmek istedikleri kilit aktörlerden biri, o sırada İspanya’da bulunan eski Fas sultanı Mevlay Abdül Hafız’dı. Bu makale, Osmanlı İmparatorluğu, Fransa, Fas, Almanya ve Büyük Britanya gibi çatışmanın farklı alanlarındaki çeşitli arşiv ve belgelerden yararlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı, Teskilat-ı Mahsusa, Anti-Emperyalist Hareketler, Kuzey Afrika, Fas.
Abstract
North Africa, in addition to its participation to French War eff ort, was, in fact, a vast space involved in the First World War, a place of confrontation and sometimes of military operations. However, North Africa has not yet been fully integrated in the history of the First World War. This paper will present the interactions in North Africa between Ottomans and local actors, and Ottoman support to Moroccan resistance groups to French colonisation. It will analyse Ottoman support to foment anti-imperialist movements and how they managed the mobilisation of local leaders and tribes against the French. From the very beginning of the war, in October 1914, the Ottoman War minister, Enver Pasha, planned to send a group of Ottoman offi cers to the Ottoman Embassy in Madrid. This kind of Ottoman military mission in Spain was an offi cial one and organized in collaboration with the German Embassy. I will present the various actors and their activities, in connection with « Teskilât-ı Mahsusa », the Ottoman Intelligence Service, and the German offi cials. In fact, they were sent to organize war operations in North Africa, especially to stir up a general insurrection in Morocco, and to contribute to the underground activities of the Central Powers. The Spanish Morocco was used to launch hostilities against the French forces further South in Morocco. These operations were carried out under the banner of Pan-Islam. Clearly, one of the key actors they wanted to get involved was Mawlay Abd-al Hafi z, the former Moroccan sultan based in Spain at this time. This paper draws from various archives and documents throughout the diff erent areas of the confl ict, such as the Ottoman Empire, France, Morocco, Germany, and Great Britain.
Keywords: Ottoman Empire, First World War, Teskilat-i Mahsusa, Anti-imperialist Movements, North Africa, Morocco.
Musul’un Kaybına Giden Süreçte Irak’ta 6. Ordu
Figen Atabey
ORCID: 0000-0002-7916-1602
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.83
Sayfalar: 2113-2137
Özet
İngiltere’nin 5 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti’ne savaş ilanının hemen ardından Basra Körfezi’ne asker çıkartmasıyla Irak cephesi açıldı. İngilizler, Kasım 1914 ayından Ekim 1915 ayına kadar sürdürdükleri taarruzla Basra, Kurna, Ammare, Nasıriye ve Kutü’lAmâre’yi ele geçirerek, Bağdat’ı tehdit etmeye başladılar. İngiliz ilerleyişini durdurmak maksadıyla Osmanlı Başkomutanlık Vekâleti tarafından Ekim 1915’te Irak’ta 6. Ordu Komutanlığı teşkil edildi. Selman-ı Pak Meydan Muharebesi’nin ardından 6. İngiliz Tümeni 7 Aralık 1915 tarihinde Kutü’l-Amâre’de kuşatılarak, 29 Nisan 1916’da teslim alındı. Ancak bu büyük zaferden sonra 1916 yılı sonunda başlayan İngiliz taarruzlarına karşı konulamadı ve 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat, İngiliz işgaline uğradı. Bağdat’ın kaybedilmesinden sonraki süreç, 6. Ordu’nun Bağdat’ın kuzeyinden Anadolu’ya doğru (Altınköprü-Kerkük-Musul yönü) geri çekilmesi şeklinde gerçekleşti. 6. Ordu’nun özellikle 1917 yılının ikinci yarısından sonra en önemli sorunlarından biri iaşe sorunu oldu. 1918 yılının Temmuz ayında Kafkas İslam Ordusu teşkilatına 6. Ordu birliklerinden çok değerli subayların kaydırılması da 6. Ordu’nun zafi yetinde etkin rol oynadı. 6. Ordu’nun bu zayıflığını fırsat bilen İngilizler, 23 Ekim 1918’de Musul üzerine taarruza geçerek, 25 Ekim 1918’de Kerkük’ü işgal ettiler. 6. Ordu’ya bağlı tek muharip kuvvet olan Dicle Grubu, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı gün mütarekeye saatler kala İngilizlere esir düştü. Mütareke imzalandığında 6. Ordu’dan geriye sadece birkaç bin dağınık güçten başka bir şey kalmamıştı. 30 Ekim 1918 tarihinde Musul’un 60 kilometre güneyinde bulunan İngiliz kuvvetleri ise mütareke hükümlerini ihlal ederek, 3 Kasım 1918 tarihinde Musul’a girdi. Bu durum karşısında Ali İhsan Paşa komutasındaki 6. Ordu, 9 Kasım 1918 tarihi itibariyle şehri tahliye etmek zorunda kaldı. Çalışmada Bağdat’ı kaybından Musul’un tahliyesine kadar olan süreçte 6. Ordunun Irak cephesinde büyük zorluklarla vermiş olduğu mücadelenin arşiv belgeleri doğrultusunda ortaya çıkarılması amaçlandı. Bu kapsamda çalışmada Mondros Mütarekesi’ne değin Irak’ın kuzeyine doğru geri çekilmek zorunda kalan 6. Ordu ve İngiliz birlikleri arasında gerçekleşen muharebelere, 6. Ordu bölgesindeki iaşe sorununa, Ordu kuruluşundaki düzenlemelere ve Mütarekeyi takiben 6. Ordu’nun Musul’u tahliye sürecine yer verildi. Çalışmanın ana kaynağını Millî Savunma Bakanlığı Askerî Tarih Arşivi ile İngiliz Ulusal Arşivi’nden temin edilen belgeler oluşturdu. Konuya ilişkin yerli ve yabancı başvuru eserlerinden de istifade edildi.
Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Irak Cephesi, 6. Ordu, İngiltere, Musul.
Abstract
The Iraqi (Mesopotamian) front was opened with the landing of troops in the Persian Gulf, right after the British declared war on the Ottoman Empire on November 5, 1914. The British began to threaten Baghdad by capturing Basra, Kurna, Ammare, Nasıriye and Kutü’l-Amâre with the off ensive they continued from November 1914 to October 1915. In order to stop the British advance, the 6th Turkish Army was formed in Iraq in October 1915 by the Ottoman Deputy Commander-in-Chief. After the Battle of Selman-ı Pak, the 6th British Division was surrounded on 7 December 1915 in Kutü’l-Amâre and surrendered on 29 April 1916. However, after this great victory, the British attacks that started at the end of 1916 could not be resisted and on March 11, 1917, Baghdad was occupied by the British. The process after the loss of Baghdad took place in the form of the withdrawal of the 6th Army from the north of Baghdad towards Anatolia (Altınköprü-Kirkuk-Mosul direction). One of the most important problems of the 6th Army, especially after the second half of 1917, was the problem of subsistance.The transfer of valuable offi cers from the 6th Army units to the Caucasus Islamic Army organization in July 1918 also played an active role in the weakness of the 6th Army. Taking advantage of this weakness of the 6th Army, the British attacked towards Mosul on October 23, 1918, and occupied Kirkuk on October 25, 1918. The only combat force of the 6th Army, the Tigris Group, was captured by the British on 30 October 1918, hours before the Armistice of Mudros was signed.When the armistice was signed, only a few thousand scattered forces remained of the 6th Army. The British forces, located 60 kilometers south of Mosul on October 30, 1918, violated the terms of the armistice and entered Mosul on November 3, 1918.In the face of this situation, the 6th Army under the command of Ali İhsan Pasha had to evacuate the city as of 9 November 1918.In the study, it is aimed to reveal the struggle of the 6th Army on the Iraqi front with great diffi culties in the process from the loss of Baghdad to the evacuation of Mosul in the direction of archival documents. In this context, the battles between the 6th Army which had to retreat to the north of Iraq until the Armistice of Mudros and the British troops, the supply problem in the 6th Army region, the arrangements in the establishment of the Army, and also 6th Army’s evacuation process from Mosul following the Armistice is given. The main source of the study is the documents obtained from the Turkish National Defence Ministry Military History Archive and the British National Archive. Local and foreign reference works on the subject were used.
Keywords: First World War, Iraqi (Mesopotamian) Front, 6th Army, England, Mosul.
1919-1922 Mısır Bağımsızlık Mücadelesi
Hilal Görgün
ORCID: 0000-0001-7607-1866
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.84
Sayfalar: 2139-2172
Özet
I. Dünya Harbi’nin akabinde Anadolu’da başlayan milli mücadeleyle paralel bir şekilde Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan veya dünyanın sömürgeleştirilmiş pek çok yerinde işgal güçlerine karşı ayaklanmalar başladı. Anadolu, Türkistan, İrlanda, Hindistan, Afganistan, Irak, Suriye ve Mısır’da neredeyse eşzamanlı başlayan bağımsızlık mücadeleleri bunlardan birkaçıdır. Her ne kadar tarihçiler genellikle bu hareketleri birbirinden kopuk bir şekilde tek başına incelemeye eğilimli olsalar da bu istiklal mücadelelerinin sebep ve sonuçlarıyla bütünlüklü bir şekilde ele alınmaya ihtiyacı vardır. Anadolu milli mücadele hareketinin de dünya çapında genel bir sorunun parçası olarak bu ayaklanmalardan ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Biz bu çalışmamızda 1918- 1922 arasında Mısır’da vuku bulan istiklal mücadelesinin ortaya çıkış şartlarını ve amaçlarını ele almaya çalışacağız. Modern Mısır tarihine “Sevretü 1919” (1919 Devrimi) olarak geçen bu mücadele Türk tarihçiliğinde hak ettiği ilgiyi görmemiştir. 1914’te Avrupa’da I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde, İngiltere 1882’den beri işgali altında tuttuğu Mısır’da sıkıyönetim ilan etti. Savaş sırasında Mısır, İtilaf Devletleri için önemli bir askeri üs haline geldi ve Çanakkale Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Arap bölgelerin işgalinde önemli bir rol oynadı. Kolonilerinden topladığı askerleri Mısır’da konuşlandıran İngiltere, onları burada eğitti ve Mısır üzerindeki baskılarını arttırdı. Sa’d Zağlul ve arkadaşları gibi bazı politikacılar hem Mısır vatanperver hareketinden hem de ABD Başkanı Woodrow Wilson’un “halkların kendi kaderini tayin hakkına” sahip olması için verdiği sözlerden destek alarak Mısır’ı 1919 Paris Barış Konferansında temsil etmeyi umuyorlardı. Ancak İngilizler Mısırlıların taleplerini reddederek Zağlul ve arkadaşlarını tutukladı. Bu tavır Mısır Devriminin fi tilini ateşledi ve ulema, öğrenci ve köylü gibi toplumun pek çok kesimi İngilizlere karşı birleşti. Öğrenci gösterileri ve işçilerin grevleri kısa sürede ülkeyi felç eden bir genel greve dönüştü. Kahire ve diğer şehirlerde ayaklanmalar başladı. 1922 yılına kadar devam eden bu mücadeleler sonucunda Mısır kısmen de olsa bağımsızlığını kazandı.
Anahtar Kelimeler: Milli Mücadele, “1919 Mısır Devrimi”, Mısır’ın Bağımsızlığı, Sa’ad Zağlul Paşa, Mısır Milliyetçiliği.
Abstract
After the First World War, there were revolts against the occupation forces not only in Anatolia, but in many parts of the World. Anatolian, Turkistan, Irish, Indian, Afghan, Iraqi, Syrian and Egyptian uprisings are just a few of them. Although historians generally tend to examine these movements in isolation from each other, the causes and consequences of these struggles for independence, which started after the First World War, need to be dealt holistically. It is not possible to consider the Anatolian national struggle movement separately from these uprisings as a part of a global problem. In this study, we will try to deal with the conditions and aims of the emergence of the uprisings that took place in Egypt in the spring of 1919. This struggle, known as “1919 Revolution / Thawratu 1919” in modern Egyptian history, has not received the attention it deserves in Turkish historiography. When the World War I broke out in Europe in 1914, Egypt had been under British occupation since 1882 and the British authorities imposed martial law on the country. During the war Egypt became an important military base for Allied forces, serving as the rear area for the Gallipoli campaign, and for the invasions of Arabic lands of Ottoman Empire. England, which deployed the soldiers gathered from its colonies trained them in Egypt. Egyptians had been squeezed during this time by Britain. Some politicians such as Sa’d Zaghlul and his fellow politicians hoped to represent Egypt at the Paris Peace Conference 1919 drawing from both Egyptian nationalism and the promises made by US President Woodrow Wilson for peoples to enjoy ‘selfdetermination’. The British rejected the demands of Egyptians and arrested Zaghlul and his friends. The arrests sparked the Egyptian Revolution and Egyptians from all religions and classes such as ulamas, students and peasants united against the British. Student demonstrations led to strikes by transport workers supported by trade unions, and morphed into a national general strike that paralysed the country. Riots broke out in Cairo and other cities. As a result of these struggles that continued until 1922, Egypt gained its independence, albeit partially.
Keywords: National Struggle, “1919 Egyptian Revolution” Egyptian Independence, Saʻd Zaghloul, Egyptian Nationalism.
Trabzon ve Batum Konferanslarının Gürcü Basınında Yansımaları
Roin Kavrelishvili
ORCID: 0000-0001-5829-8557
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.85
Sayfalar: 2173-2205
Özet
Birinci Dünya Savaşı döneminde Kafkasya Cephesi önemli askeri ve siyasi gelişmelere sahne olmuştur. Trabzon ve Batum Konferansları da söz konusu meselelere dâhildir. Dönemin Gürcü basınında Trabzon ve Batum Konferanslarına ilişkin kayda değer haberler yer almıştır. Bu bakımdan, Sosyal Demokrat İşçi Partisi Merkezi Komitesi gazetesi “Ertoba”, Sosyal Federalist Devrimci Partisi Genel Komitesi gazetesi “Sakhalkho Sakme” ve Milli Demokrat Partisi Genel Komitesi gazetesi “Sakartvelo” gibi gazeteler dikkate değerdir. Bu bildiride, söz konusu gazetelerde yer alan yaklaşımlar, konferansa katılan tarafarın resmi temsilcilerinin ifadeleri ile konferans sonuçları üzerine durulmuştur. Bildirinin amacı, kamuoyunu bilgilendirmek için okuyuculara gazetelerin yayın politikasını tanıtmak, gazetelerde yer alan haberlere göre heyetlerin bir araya geldiklerinde amaçlarına yönelik resmi tutumlarının ana hatlarını belirlemek, Trabzon Konferansı sırasında Osmanlı Heyeti tarafından talep edilen Maverâ-yı Kafkasya Hükümeti’nin ilk etapta bağımsızlığını ilan etmemesinin nedenlerini açıklamaktır. Gazete makaleleri konferanslar arasında devam eden askeri hareketler hakkında birçok bilgi içeriyor. Bilindiği gibi bu durum Osmanlı hükümetinin anlaşmayı imzalamanın ana koşullarından biri olarak gördüğü Maverâ-yı Kafkasya’nın bağımsızlık ilanını hızlandırdı. Ayrıca yayınlanan haberlerin içeriğine göre, Kafkasya’da Alman-Osmanlı rekabetinden ve Batum’da Alman heyeti tarafından gösterilen yaklaşımlardan dolayı söz konusu iki konferans arasındaki farklılıklara da vurgu yapılmıştır. Maverâ-yı Kafkasya Hükümeti dağıldıktan sonra bağımsızlığını ilan eden Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti ile Osmanlı Heyeti arasında yapılan anlaşmalara dayalı yer alan siyasi ve askeri münasebetlerin kurulması süreci anlatılmıştır. Gazetede yayınlanan bilgiler dönemin arşiv malzemeleri, hatıralar, Gürcüce, Türkçe ve Rusça yayınlanmış kitap malzemeleriyle tamamlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Batum, Trabzon, Osmanlı Devleti, Maverâ-yı Kafkasya, Basın.
Abstract
During the First World War, the Caucasus Front witnessed important military and political developments. Trabzon and Batumi Conferences are also included in these issues. There were signifcant news about Trabzon and Batumi Conferences in the Georgian press of the period. In this respect, newspapers such as “Ertoba”, the newspaper of the Central Committee of the Social Democratic Workers Party, “Sakhalkho Sakme”, the newspaper of the General Committee of the Social Federalist Revolutionary Party, and “Sakartvelo”, the newspaper of the General Committee of the National Democratic Party, are noteworthy. In this paper, the approaches in the mentioned newspapers, the statements of the ofcial representatives of the parties participating in the conferences and the results of the conferences are emphasized. The purpose of the paper is to introduce the editorial policy of the newspapers to the readers in order to inform the public according to the news in the newspapers, to outline the ofcial attitudes of the delegations towards their purpose when they came together, and to explain the reasons why the Maveray Caucasus Government, which was demanded by the Ottoman Delegation during the Trabzon Conference, did not declare its independence in the frst place. Newspaper articles contain a lot of information about the military movements going on between the conferences. As it is known, this situation accelerated the declaration of independence of Transoxiana Caucasus, which the Ottoman government regarded as one of the main conditions for signing the agreement. In addition, according to the content of the news published, the diff erences between the two conferences were emphasized due to the German-Ottoman rivalry in the Caucasus and the approaches shown by the German delegation in Batumi. The process of establishing political and military relations based on the agreements made between the Democratic Republic of Georgia, which declared its independence after the Transcaucasus Government collapsed, and the Ottoman Delegation is explained. The information published in the newspaper was complemented by archival materials of the period, memoirs, and book materials published in Georgian, Turkish and Russian.
Keywords: Batumi, Trabzon, Ottoman Empire, Transoxiana Caucasus, Press.
I. Dünya Savaşı Sonrasında Osmanlı Topraklarından Müttefik Macar Asker ve Sivilin Tahliyesi
Yücel Namal
ORCID: 0000-0002-8074-0134
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.86
Sayfalar: 2207-2245
Özet
30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Mütarekesinin imzalanmasıyla Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşından çekilmiştir. Savaş sırasında müttefi klerine yardım amacıyla Osmanlı cephelerinde ve cephe gerisinde görev alan birçok Macar subay, asker, sağlık görevlisi ve sivil bulunuyordu. Ancak Mondros Mütarekesinin on dokuzuncu maddesinde belirtildiği üzere Osmanlı topraklarında bulunan müttefi k asker ve sivilin en kısa sürede terk etmeleri istenmiştir. Bunun üzerine gerek Osmanlı topraklarındaki ve gerekse diğer yerlerdeki Macar askerleri İstanbul üzerinden Macaristan’a gönderilmeye başlanmıştır. Bildirimiz Osmanlı Arşivleri ve Macar kaynakları ışığında ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mondros Mütarekesi, Osmanlı, Macar, I. Dünya Savaşı, İstanbul.
Abstract
With the signing of the Armistice of Mudros on October 30, 1918, the Ottoman Empire withdrew from the First World War. During the war, there were many Hungarian offi cers, soldiers, paramedics and civilians who served on the Ottoman fronts and behind the fronts to help their allies. However, as stated in the nineteenth article of the Armistice of Mudros, allied soldiers and civilians in the Ottoman lands were asked to leave as soon as possible. Thereupon, Hungarian soldiers in Ottoman lands and elsewhere began to be sent to Hungary via Istanbul. Our paper will be discussed in the light of Ottoman Archives and Hungarian sources.
Keywords: Mondros Armistice, Ottoman , Magyar, I. World War, Istanbul.
Needs of Kos and Rhodes Islands Turks During the Early Period of First World War
Fatih Damlıbağ
ORCID: 0000-0003-2356-4557
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.87
Sayfalar: 2247-2256
Özet
İtalya Osmanlı On İki Adalarına 24 Nisan 1912’de saldırdı. Yaklaşık bir ay süren bir savaş sonrası, İtalya bu adaları kontrol altına aldı. Yerel Türkler için İtalyan işgali pek çok zorluklara sebep oldu. Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi, bu problemleri daha da şiddetlendirdi. Savaş bütün insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasını zorlaştırmıştı. Antalya’da şeker, kahve ve pirinç stokları büyük ölçüde tükenmişti. Diğer yandan İtalyan işgalindeki İstanköy ve Rodos adaları ise buğday ve un kıtlığı çekmekteydi. Adaların Müslüman ahalisi, Antalya Valiliğine iki tarafın da faydasına olacak bir ticaret teklifi nde bulundu. Valilik 24 Aralık 1914 tarihinde izin için Dâhiliye Nezaretine başvurdu. İki gün sonra, İstanköy Müslüman ahalisinden Adil isimli bir şahıs Dâhiliye Nezaretine telgraf çekti. Burada 5000 Müslüman ahalinin un kıtlığından sıkıntı çektiğini ifade etti. Eğer ihtiyaçları karşılanmazsa, Anadolu’ya göç etmek zorunda kalacaklardı. Meclis-i Vükela bu ticaret teklifi ni 6 Ocak 1915’te inceledi. Ada insanlarının takas oranları aynen kabul edildi. Fakat Meclis-i Vükela muhtemel Yunanistan’a yapılacak transit ticaret riskine dikkat çekti. Bu tarz girişimlerin önünü almak için gerekli önlemlerin alınmasını emretti. Antalyalı tüccarlar ticarete başlamışlardı, çünkü şeker ve gazyağına Antalya’da büyük ihtiyaç vardı. Müslüman ahalinin ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği için, Sadaret bu ticarete izin verdi. Sonrasında aylık olarak 2000 çuval un veya aynı miktar buğday bu adalara ihraç edilecekti. Bu ticaretin onaylanmasına rağmen, savaş koşullarında insanların ihtiyaçları sona ermiyordu. Adalılar hasat zamanına kadar Bodrum Kaymakamlığından 10.000 okka arpa talep ettiler. Fakat bütün bu ticaret çabaları anlamsız hale geldi, çünkü işgalci İtalya İtilaf Devletleri safında 23 Mayıs 1915’de savaşa girmişti.
Anahtar Kelimeler: Rodos, İstanköy, Şeker, Un.
Abstract
Italy attacked Ottoman Aegean Islands on 24 April 1912. After approximately one month lasted battle, Italy controlled these islands. Italian occupation caused many difculties for local Turks. Outbreak of First World War additionally severed these problems. War brought out many difculties for providing basic needs of all people. In Antalya, sugar, coff ee and rice stocks were mostly perished. On the other hand, Italian occupied Rhodes and Kos Islands had lived wheat and four famine. Muslim people of these islands applied to Antalya governorate for possible trade, for the sake of both parties. The governorate requested permission from Ministry of Interior on 24 December 1914. Two days later, Adil named representative of Kos Island’s Muslim people telegraphed to Ministry of Interior. He expressed that 5000 Muslim people suff ered from scarcity of four. If their needs would not meet, they had to immigrate to Anatolia. Meclis-i Vükela evaluated this trade off er on 6 January 1915. Barter ratio of islands’ people was exactly accepted. But, Meclis-i Vükela underlined the risk of probable transit trade to Greece. They ordered to take measurements to prevent these eff orts. Merchants of Antalya had already started this trade, because, there were great needs to both sugar and oil in Antalya. The Porte granted permission to this trade that needs of Muslim people of these islands must be met. After that, 2000 sack of four or same amount of wheat could be monthly exported to these islands. Although this commerce had been approved, needs of people did not end under the war conditions. They demanded 10,000 okkas barley up to harvest time via Bodrum governorate. But all trade eff orts became meaningless, because invader Italy entered the war on 23 May 1915, in the side of Entente States.
Keywords: Rhodes, Kos, Sugar, Flour.
Son Dönem Osmanlı Araştırmalarında İngiliz Parlamento Tutanakları ve Command Papers’ın Önemi
Mustafa Malhut
ORCID: 0000-0002-0421-3818
DOI: 10.37879/9789751756442.2023.88
Sayfalar: 2257-2279
Özet
İngiltere dünya üzerinde sanayi ve sömürge imparatorluğunu kurarken diğer taraftan bilgi toplama ve depolama sistemini de geliştiriyordu. 17. yüzyıldan itibaren yerleşmeye başlayan ve düzenli bir hal alan İngiliz Parlamentosu yayınları zamanla dünyanın dört bir tarafındaki tarih araştırmaları açısından birincil kaynaklar arasındaki yerini aldı. Genel olarak Parliamentary Papers olarak anılan bu kayıtlar her biri üç seri olarak iki grup halinde düzenlendi. Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası’nın ayrı serileri vardı. Ancak Command Papers (Hükümet Tutanakları/Emir Tutanakları) her iki meclis için ortaktı. Command Papers, görünüşte Majestelerinin emriyle ama uygulamada bir Hükümet Bakanı tarafından düzenlenirdi. Command Paper terimi “Majestelerinin Emriyle Parlamentoya Sunulan” belgelerde yer alan ibareden türemişti. Ermeni Meselesi’ne ilişkin literatürde adı geçen ve kapak rengi dolayısıyla kimi zaman Blue Books (Mavi Kitap) olarak da anılan Command Papers, genellikle numaralandırıldı ve farklı seriler halinde 1833’ten itibaren yayınlandı. Osmanlı tarihi açısından Command Papers’ın içinde vilayetlerde bulunan konsolos ve temsilcilerin yanı sıra özellikle İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği ile İngiliz Dışişleri arasındaki yazışmalar, çeşitli rapor ve direktifl erin dışında detaylı ekonomik ve toplumsal veriler bulunur. Bu tutanaklar çoğu zaman kronolojik olarak ilerlediği için konu bütünlüğünü sağlamakta ve tarihi gelişmelerin izlerinin sürülmesini kolaylaştırmaktadır. Hali hazırda bazı tarihçilerin başvurduğu bu kaynakların kullanımı ve önemi hakkında diğer araştırmacıların da dikkatinin çekilmesi ve onlara yol gösterilmesi Osmanlı tarihi araştırmalarının yeni bilgi ve yorumlarla zenginleşmesine yardımcı olabilecektir. Bu çalışmada İngiliz Parlamentosu yayınları genel olarak açıklanacak ve özellikle Osmanlı tarihi araştırmaları açısından son derece değerli olan Command Papers üzerinde durulacaktır. Araştırmacılar için bir rehber olması açısından Osmanlı İmparatorluğu’na ilişkin tutanaklara işaret edilecektir. Ayrıca tutanaklardan bazılarının içeriğine ilişkin örnekler verilerek bu kaynakların önemine dikkat çekilecektir.
Anahtar Kelimeler: Parliamentary Papers, Command Papers, Osmanlı İmparatorluğu, Yakınçağ, Tarih Araştırmaları.
Abstract
While Britain was establishing its industrial and colonial empire on the world, on the other hand, it was also developing the information collection and storage system. UK parliamentary publications, which began to mature and become regular since the 17th century, gradually took their place among the primary sources for historical research all over the world. Commonly referred to as the Parliamentary Papers, these records were organized in two groups, each in three series. The House of Lords and the House of Commons had separate series. But Command Papers were common to both houses. Command Papers were laid nominally by command of His/Her Majesty, but in practice by a Government Minister. The term ‘Command Paper’ derived from the wording included in the documents ‘Presented to Parliament by Command of His/ Her Majesty’ Command Papers, which are mentioned in the literature on the Armenian Question and sometimes referred to as Blue Books due to their cover color, were generally numbered and published in diff erent series since 1833. In terms of Ottoman history, Command Papers contain detailed economic and social data besides the consuls and representatives in the provinces, as well as the correspondence between the British Embassy in Istanbul and the British Foreign Offi ce, various reports and directives. Since these papers often proceed chronologically, they ensure the integrity of the subject and facilitate the traces of historical developments. Attracting the attention of other researchers and guiding them about the use and importance of these sources, which some historians already refer to, will help enrich Ottoman historical studies with new information and interpretations. In this study, the publications of the British Parliament will be explained in general and the Command Papers, which are extremely valuable in terms of Ottoman history research, will be emphasized. As a guide for researchers, the papers of the Ottoman Empire will be pointed out. In addition, examples of the content of some of the papers will be given and attention will be drawn to the importance of these sources.
Keywords: Parliamentary Papers, Command Papers, Ottoman Empire, Late Modern Period, Historical Studies.