XIX. Türk Tarih Kongresi
Kongreye Sunulan Bildiriler (I. Cilt)
Eski Anadolu Uygarlıkları
Türk tarihçiliği açısından güçlü bir geleneği gösteren Türk Tarih Kongrelerinin 19’uncusu 3-6 Ekim 2022 tarihlerinde Ankara’da icra edilmişti. Kurumumuza ulaşan 600’e yakın bildiri özeti, kapsamlı bir hakem kurulu tarafından titizlikle incelenmiş ve neticede 233 bildirinin kongrede sunulması kararlaştırılmıştır. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının yanında, Azerbaycan, Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Gürcistan, Hindistan, İngiltere, İran, İskoçya, İsviçre, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Malezya, Özbekistan, Romanya, Rusya, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ülkelerden 70 araştırmacı da bu kongrede çalışmalarını bilim dünyasıyla paylaşmışlardır. Kongredeki bildiriler Eski Anadolu Uygarlıkları, Türk-İslam Devletleri Tarihi, Osmanlı Tarihi, Orta Asya Türk Tarihi, Dünya Tarihi, Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ile Büyük Taarruzun 100. Yıl Dönümü Özel Oturumu olmak üzere toplamda 8 ana konuda ve 59 oturumda sunulmuştur. İşbu Kongre Bildirileri Kitabı, yukarıda zikredilen 233 bildirinin Kurumumuza son hâli ulaştırılan 212’sini içermekte ve yedi cilt olarak yayımlanmaktadır. Bildirilerin hem fizikî olarak hem de çevrimiçi ortamda istifadeye sunulmasıyla da Türkiye’de ve dünyada Türk tarihi ile ilgilenen çok daha geniş çevrelere ulaşılabileceği düşünülmektedir.
Eskişehir ve Kütahya Tarih Öncesi Dönem Yüzey Araştırmaları
(2017-2021, Beş Yıllık Genel Bir Değerlendirme)
Mustafa Erkan Fidan
ORCID: 0000-0002-6777-927X
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.1
Sayfalar: 1-17
Özet
Eskişehir ve Kütahya İlleri Tarih Öncesi Dönem Yüzey Araştırması’nın (EKAR), ana amacı yeni teknolojiler kullanılarak, bölgedeki tarih öncesi dönemlere ilişkin sorunları ve kronolojik boşlukları doldurabilecek büyük yerleşmelerde yoğun yüzey araştırması (intensive survey) yapmak üzerine kurulmuştur. Özellikle de bölgede MÖ 3. Binyıl sonu ile MÖ 2 Binyılı içeren büyük merkezlere yoğunlaşılmış, yüzey araştırmalarının ilk beş yılında bölgenin en önemli tarih öncesi dönem yerleşmeleri olarak tespit ettiğimiz Kütahya ilindeki Kocahöyük, Tavşanlı, Hacıkebir, Ortaca Höyük ile Eskişehir ilindeki Yakakaya, Porsuk, Toraman, Karapazar ve Soğulcak gibi yerleşmelerde, bu doğrultuda çalışmalar yapılmıştır. Burada yapılan araştırmalar neticesinde ileride kazı yapmak isteyen arkeologlara önemli bir bilgi paketi bırakılmıştır. Yüzey araştırmaları ile yapılan diğer bir çalışma da dağlık alanlarda ve Kütahya’nın batısındaki vadilerde ve Eskişehir’in doğu ve güneydoğusunda (Sivrihisar ve Günyüzü ilçeleri) eksik olan alanlarda tarama yapılması olmuştur. Bu sayede bölgede çok az bilgi sahibi olduğumuz Paleolitik ve Neolitik Dönemlere ilişkin yeni bulgular ortaya konulmuştur Projenin diğer önemli başka bir hedefi ise Tarih Öncesi Dönem maden yataklarıdır. Metalik maden bakımından oldukça zengin olan bölgedeki yapılan araştırmalar, Emet ve Domaniç bölgesindeki kaynakların keşfedilmesi açısından çok verimli olmuştur. Sonuç olarak Eskişehir ve Kütahya İlleri Tarih Öncesi Dönem Yüzey Araştırmasının ilk beş yıllık çalışma dönemi, 100’ün üzerinde merkezde yapılan araştırma, yeni yöntem ve teknolojiler kullanılarak detaylı yerleşme dağılım haritalarının çıkarılması ve dolayısıyla bölgenin tarih öncesi dönemlerde konumunu açık bir şekilde ortaya konması ve 2021 yılında başlayan Tavşanlı Höyük Kazısına bilimsel zemin hazırlanması açısından oldukça yararlı olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Yüzey Araştırması, Eskişehir, Kütahya, Madencilik.
Abstract
The main purpose of the Prehistoric Surveys in Eskişehir and Kütahya Provinces (EKAR) is to carry out intensive surveys by using new technologies at large settlements that can answer problems related to prehistoric periods in the region and fi ll the chronological gaps. Thus, the focus was to investigate large centers revealing material from the late 3rd and 2nd Millennium BC. During the fi rst fi ve seasons intensive surveys were conducted on both provinces; namely at Kocahöyük, Tavşanlı, Hacıkebir, Ortaca Höyük in Kütahya and at Yakakaya, Porsuk, Toraman, Karapazar and Soğulcak in Eskişehir. All these centers were determined as key settlements for the mentioned periods in the region. The results of these surveys provided a valuable information package for the researchers who may wish to excavate these settlements in the future. Another main interest of this study was to survey the mountainous areas and valleys to the west of Kütahya and the less known areas to the east and southeast of Eskişehir (Sivrihisar and Günyüzü districts). Thus, important new data have been collected regarding the Palaeolithic and Neolithic periods, of which we had previously no or limited information in the region. Another important target of the project is to locate and identify the possible ore sources that were used during prehistoric periods. The surveys carried out in the region, which is very rich in terms of metallic ores, have been very productive with the discovery of such locations in Emet and Domaniç districts. As a result, the initial fi ve-years study period of EKAR was very productive and successful by surveying more than 100 settlements, which resulted in the preparation of detailed settlement distribution maps using new methods and technologies, thus clearly revealing the importance of the region during the prehistoric periods. In addition, all these results provided a solid and important scientifi c ground for the excavations at Tavşanlı Höyük, which have recently started in the summer of 2021.
Keywords: Survey, Eskişehir, Kütahya, Mining.
Erken Tunç Çağı’nda Acemhöyük
Yalçın Kamış
ORCID: 0000-0001-5524-9418
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.2
Sayfalar: 19-46
Özet
Erken Tunç Çağı, Orta Anadolu’da çok sayıda yerleşimin kentleşme yönünde adımlar atmaya başladığı bir dönüşüm sürecine işaret etmektedir. Söz konusu kentleşme sürecine özellikle MÖ 3. binyılın ikinci yarısında, Orta Anadolu Bölgesi’ni Mezopotamya ve Batı Anadolu gibi bölgelere bağlayan ticari ilişkilerin eşlik ettiği görülmektedir. Ticari bağlantıların insanların, hammaddelerin, ürünlerin ve farklı teknolojilerin dolaşımını hızlandırdığı bilinmektedir. Acemhöyük Tuz Gölü’nün güneyinde, Melendiz Nehri’nin oluşturduğu alüvyal yelpazenin merkezinde yer alan büyük boyutlu bir eski kenttir. Yerleşim, MÖ 3. binyıldan modern zamanlara kadar uzanan uzun bir zaman aralığında farklı yerleşim katmanlarının üst üste gelmesiyle yükselmiştir. Yerleşimde, yaklaşık 60 yıla ulaşan uzun soluklu kazılar neticesinde farklı dönemlere tarihlenen geniş alanların araştırılması mümkün olmuştur. Kent, Suriye, Kilikya, Batı Anadolu ve Orta Anadolu’nun farklı bölümlerine bağlanan güzergâhların kesişim noktasında bulunmaktadır. Yerleşimin karmaşık tarihinin söz konusu bölgelerle kurduğu ve kültürel-siyasal gelişmelere bağlı olarak değişen ilişkilerini yansıttığı görülebilmektedir. Bu çalışma, Acemhöyük Erken Tunç Çağı tabakalarında yürütülen kazıların sonuçlarına dair genel bir değerlendirme sunmayı amaçlamaktadır. Değerlendirmenin ana ekseni höyüğün güney yamacında gerçekleştirilen çalışmalara dayanmaktadır. Son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalarla birlikte, güney yamaçta kazısı gerçekleştirilen alan yaklaşık 3000 metrekareye ulaşmıştır. Bu alanın bazı bölümleri modern köy yerleşimleri tarafından ağır bir şekilde tahrip edilmiştir. Ancak bu alanın geniş bölümlerinde, köy yerleşimi tarafından tahrip edilmemiş arkeolojik dolgulara ulaşmak mümkün olmuştur. Söz konusu dolgular, yerleşimin geçirdiği dönüşümlerin kronolojik ve kültürel eksenlerde tanımlanmasını sağlamıştır. Bu çalışma, söz konusu dönüşümlere tanıklık eden Erken Tunç Çağı tabakalarına odaklanmıştır. Bu tabakalarda tespit edilen ve yerleşimin farklı bölgelerle kurduğu ticari bağların yanı sıra ağırlıkla kentleşme sürecine ışık tutan bulgular üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Acemhöyük, Erken Tunç Çağı, Kentleşme, Ticaret, Seramik.
Abstract
The Early Bronze Age is a formative period for central Anatolia where many settlements start becoming urban centers. It is generally acknowledged that an important aspect of the urbanization process is the trade networks connecting the central Anatolia to neighboring regions like Mesopotamia and western Anatolia during the second half of the 3rd millennium BC. Trade contacts triggered circulation of people, raw materials fi nished products and technologies. Acemhöyük is a large ancient city located on the alluvial fan of the Melendiz River near the southern tip of Tuz Gölü. It was formed by a long continuous sequence of superimposed settlements from at least 3rd millennium BCE to the Modern times. Long term excavation projects were carried at the site for many decades, revealing wide areas of diff erent periods. The site is located at a crossroads between Syro-Cilicia, central Anatolia and western Anatolia, and its complex history refl ects its changing relations associated with cultural and political developments. This paper aims at providing an overview of the excavation results related with Acemhöyük Early Bronze Age sequence and mainly based on the investigations held on the southern slope. Overall surface of the excavated area exceeded 3000 m² with the extensions of the last years. Although some parts of this area were heavily disturbed by the modern settlement, it was possible to reach untouched archaeological fi lls defi ning the chronological and cultural transformations of the site. This paper will focus on discoveries from the Early Bronze Age layers indicating the urbanization process and trade relations with different regions.
Keywords: Acemhöyük, Early Bronze Age, Urbanization, Trade.
Şehir Devletinden Başkente: Perinthos/Herakleia/Marmara Ereğlisi’nin Eskiçağda Şehir Devletinden Thrakia Eyaletinin ve Geç Antik Devirde Europa Eyaletinin Başşehri Olma Konumuna Uzanan Tarihinde Coğrafi Konumunun Oynadığı Rol
Mustafa H. Sayar
ORCID: 0000-0001-6339-9002
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.3
Sayfalar: 47-66
Özet
Perinthos olağanüstü coğrafi konumuyla eskiçağın bütün önemli olaylarına sahne olmuştur. Marmara Denizinin kuzey sahilinde sonradan karaya bağlanmış bir adanın üzerinde kurulmuş Perinthos eskiçağın iki önemli kara ulaşım yolu olan Via Egnatia ve Via militaris (=Via diagonalis) kavşağı yakınında bulunmasının ötesinde Karadeniz ile Ege ve Akdeniz arasındaki deniz yolunun üzerinde önemli bir liman olarak yer almaktaydı. Herşeyden önce liman ve bu önemli liman şehrini Trakya ve Balkanlar ile bağlayan yollar bu şehrin çağlar boyunca çok kültürlü bir merkeze dönüşmesini sağlamıştır. Farklı bölgelerden gelen ve değişik diller konuşan insanların kendine özgü bir kültür ve sanat merkezine dönüşen şehir Trakya, Asya, Akdeniz ve Karadeniz arasındaki yolların kesiştiği yerdeki limanı sayesinde bölgenin en önemli ticaret şehri oldu.
Anahtar Kelimeler: Şehir Devleti, Başşehir, Ticaret, Tahkimat, Liman.
Abstract
All the changes that took place throughout the history of Perinthos/Herakleia were due the harbour and due to the connections of the city with the Black Sea, the Aegean, the Mediterranean Sea and Anatolia and Egypt via the port and the roads passing through the city. Because of this position, a multicultural environment was formed in the city, where groups speaking diff erent languages came from diff erent regions. Since the Roman annexation of Thrace in AD 46, Perinthos had the primacy in the administration of the province, and it was organized as the capital of Thracia founded by Emperor Claudius. On October 13, 286, Perinthos was renamed as Herakleia, which is mentioned also as Thracian Herakleia in Europe or as Herakleia near Thrace. The province Europa was established by Diocletian, who divided the province Thrace into four smaller provinces in 293. Probably in 297 Herakleia became the capital of the newly founded province of Europa, administered by a consularis, until Byzantium became the capital of the Roman state with the name Constantinople in 330.
Keywords: Harbour, Capital, City-State, Trade, Fortification.
Ayanis Kentinden Urartu Dinine Dair Yeni Veriler: Podyumlu Salon Yeni Bir Dinsel Yapı Mı?
Mehmet Işıklı
ORCID: 0000-0001-6205-4117
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.4
Sayfalar: 67-87
Özet
MÖ 9. Yüzyılda Doğu Anadolu merkezli kurulan Urartu krallığı, yaklaşık 250 yıl ayakta kalmayı başarabilmiş ve oldukça geniş bir coğrafyada yayılım göstermiştir. Bu süre zarfında hükmettiği coğrafyada bizlere çok sayıda taş, metal ve anıtsal mimari öğeleri bırakmışlardır. Bu eserler sayesinde Urartu krallığının birçok kültürel kodlarını çözmek mümkün olabilmiştir. Krallığa dair özellikle dini bilgileri kazısı yapılan az sayıdaki tapınaklardan ve belirli yazıtlardan edinmekteyiz. Bu alandaki bilgilerimiz daha çok erken dönem kazılarından elde edilen verilerle şekillenmiştir. Bu nedenle Urartu dinine dair bilgilerimiz son 20 yıla kadar stabil bir durumdaydı. Günümüzde, Urartu kültürüne dair en büyük veri kaynağımız, krallığın son büyük projesi olan Ayanis kenti ve kazılarıdır. Kentte 30 yılı aşkın süredir devam eden kazı lar, Urartu dinine dair var olan bilgileri tekrar gözden geçirmeye yöneltmiştir. Urartu Krallığının rönesansı olarak adlandırılan Argişti oğlu Rusa döneminde inşa ettirilen bu kent, özellikle dini verileri ve mimarisiyle ön plana çıkar. Bu bağlamda Urartu dinine yeni bir ivme kazandıran ilk yapı grubu Tapınak Alanıdır. Burada bulunan Haldi Tapınağı, hali hazırda ünik sanat eserleri sunarken, Urartu dini ritüelleri hakkında da son derece zengin bilgiler sunmuştur. Bilhassa son dönem kazıları ile ortaya çıkarılan “Podyumlu Salon” ve konteksti, Urartu rönesansının zirvesini gösterirken, dini hakkında da bir dizi tartışmayı beraberinde getirmiştir. Özellikle Podyumlu Salon ile birlikte tüm Ayanis verileri dikkate alındığında, Urartu dini, dini mimarisi ve ritüelleri için yeni yorumlar söz konusudur. Bu çalışmada, tüm Ayanis verileri genel bir çerçevede değerlendirilerek, Urartu dinine dair bazı hususlar tartışmaya açılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Urartu, Ayanis, Din, Podyumlu Salon.
Abstract
The Urartian kingdom, which was founded in the 9th century BC in Eastern Anatolia, managed to survive for about 250 years and spread over a wide geography. During this period, they left us a lot of stone, metal and monumental architectural elements in the geography which they ruled. Thanks to them, it was possible to decipher many cultural codes of the Urartian kingdom. We get especially religious information about the kingdom from the few temples which excavated systematically and certain inscriptions. Our knowledge about this subject has been shaped by the data obtained from the early excavations. Therefore, our knowledge of the Urartian religion was stable until the last 20 years. Today, our biggest source of data on Urartian culture was the last major project of the kingdom, the city of Ayanis and its excavations. Excavations that have been going on for more than 30 years at this city have led to a review of the existing information about the Urartian religion. This city, which was built during the period of Rusa, son of Argishti, which is called “the renaissance of the Urartian kingdom”, stands out especially with its religious data and architecture. In this context, the fi rst building group that gave a new impetus to the Urartian religion is the Temple Area. The Haldi Temple, located here, already presents famous works of art, and also provides extremely rich information about Urartian religious rituals. In particular, the “Hall with Podium” and its context, which were unearthed during the last period of excavations, showed the peak of the Urartian renaissance and brought along a series of discussions about its religion. Particularly considering all the Ayanis data together with the Podium Hall, there are new interpretations of the Urartian religion, religious architecture and rituals. In this study, all Ayanis data will be evaluated in a general framework, and some aspects of the Urartian religion will be discussed.
Keywords: Urartian, Ayanis, Religion, Hall with Podium.
Nahçıvan Bölgesinin İki Şehri Hakkında Asur Metinleri
Allahverdi Alimirzeyev
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.5
Sayfalar: 89-96
Özet
MÖ XII yüzyılın sonunda Şerur (veya Şarur; Nahçıvan bölgesi) topraklarında Asur karşıtı askeri koalisyonun bir parçası olan siyasi bir varlık vardı. Asur çivi yazılı metinlerde bu siyasi varlığa, modern “Şerur” adının orijinal şekli olan “Şururia” adı verilmiştir. M.Ö. 9. yüzyılda Şururia, “Nairi ülkeleri” olarak bilinen konfederasyonun diğer üyeleri gibi, Asurlulara, genellikle sığırlarla haraç öderdi. Bu, Berlin’deki Orta Doğu Müzesi’nden bir ekonomik metinle kanıtlanmıştır. Şu metn iki bölümden (VAT 18190 + 19203) oluşmaktadır. Şu metn aynı zamanda Nahçıvan’ın Ordubad bölgesindeki Orta Çağ kenti Kilan’ın (veya Kiran) adının orijinal şekli olan Kilani (Tiglatpileser I yıllıklarında Kirini) toponiminden de bahsetmektedir. Berlin’deki ekonomik metin, Asur eyaleti Katmuhi’ye (Anadolu’da, Tur-Abdin dağlarından kuzeyde) Shururia’dan 23, Kilani’den 38 boğa başı teslim edildiğini bildirmektedir. M.Ö. 9.-5. yüzyılların kültürel katmanlarından. Harabagilan yakınlarındaki Muncuklu nekropolünde (Kilan kenti harabelerinin günümüzdeki adı), kızılcık boncuklar, seramik parçaları, bir hançer, ok uçları, silindirik bir mühür bulunmuştur. Şerur‘un kendisinde, merkezi Oğlankala kalesinde olan erken şehir kültürü o zamanlar gelişti. Kazılar sırasında, biri kentin kendisini gösterir gibi görünen çivi yazılı seramik kap parçaları bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Eski Nahçıvan, Çivi Yazılı Metinler, Antik Kentler, Nairi Ülkeleri, Asur-Azerbaycan İlişkileri.
Abstract
At the end of the XII century BC on the territory of Sharur (Nakhchivan region) there was a political entity that was part of the anti-Assyrian military coalition. In the Assyrian cuneiform texts, this political entity was called “Shururia”, which is the original form of the modern name “Sharur”. In the IX century. BC. Shururia, like other members of this confederation known as the “Nairian countries”, paid tribute to the Assyrians, usually with cattle. This is evidenced by an economic text from the Museum of the Middle East in Berlin. The business text consists of two fragments (VAT 18190 + 19203). This document also mentions the toponym Kilani (Kirini in the annals of Tiglatpileser I), which is apparently the original form of the name of the medieval city of Kilan (or Kiran) in the Ordubad region of Nakhchivan. Economic text in Berlin reports on the delivery to the Assyrian province of Katmukhi (north of the Tur-Abdin mountains in Anatolia) from Shururia 23, from Kilani 38 heads of bulls. From the cultural layers of the 9th-5th centuries. BC. At the Munjuklu necropolis near Kharabagilan (the modern name of the ruins of the city of Kilan), cornelian beads, fragments of ceramics, a dagger, arrowheads, a cylindrical seal, etc. were found. In Sharur itself, the early city culture fl ourished at that time, the center of which was in the Oghlankala fortress. During excavations there were found fragments of ceramic vessels with cuneiform signs, one of which seems to indicate the city itself.
Keywords: ancient Nakhchivan, cuneiform texts, ancient cities, Nairian countries, Assyrian-Azerbaijani relations.
Hitit Ritüellerinde Dinî Bir Mekân Olarak “Ev”
Sevgül Çilingir Cesur
ORCID: 0000-0001-6943-7153
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.6
Sayfalar: 97-125
Özet
Ev, insanın yalnızca barınma ihtiyacını karşılayan bir mekân değil aynı zamanda kültürün anlamla yüklü parçası, toplumun kültürel ve etik değerlerinin buluştuğu yerdir. Kültürel antropolog Victor Turner’ın da belirttiği üzere ev, çok sesli bir semboldür. Düşünce ve eylemin bir araya geldiği bu mekân, bireylerin yaşadığı varoluş ve kimliklenme sorunlarına çözüm sunar. Dinsel açıdan değerlendirildiğinde ev, sakinleri için kâinatın mikrokozmik tasvirinin üretildiği aşkın (transandantal) bir mekândır. Hitit ritüelleri, yaşanan olumsuz durumların ortadan kaldırılması için doğaüstü güçlerin ölümlü yararına harekete geçirilmesine hizmet eden dinî uygulamalardır. Hitit metinleri, ritüelin doğru bir şekilde işlemesinde mekânın önemli rol oynadığını gösterir. Tabletlerde genellikle uygulamanın nerede gerçekleştirileceği bilgisi açık bir şekilde yazılır. Metinlerde Hititçe per-/parn- ve Sümerce É kavramlarıyla tanımlanan ev, büyü ritüellerinin gerçekleştirildiği önemli kapalı mekânlardan biridir. Tapınak ve saray gibi yapıların kolektif doğasına nazaran, ev bireysel bir alandır. Hitit düşüncesinde onun iki yönlü bir doğası vardır. Ritüeller kapsamında değerlendirildiğinde ev hem kutsal ve temiz/arı hem de sakinlerinin günahlarıyla kirlenebilendir. Bu çalışma, Hitit insanının evle olan ilişkisini ve ona atfettiği sembolik anlamları ritüel metinleri aracılığıyla incelemeyi amaçlamaktadır. İki bölümden oluşan araştırmada öncelikle dinî bir mekân (religio locus) olarak ev ve evin anlamı tartışılacak, ardından iç oda, çatı, kapı, pencere, sunak ve ocak gibi evin çeşitli birimlerinde gerçekleştirilen ritüel davranışları ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hititler, Ritüel, Dinî Mekân, Ev.
Abstract
A house is not merely a physical shelter for humans but also a meaningful cultural object in an ordered human world; it is endowed with meaning by society in conformity with the latter’s world-view and ethos. As cultural anthropologist Victor Turner suggests, the house is a multi-vocal symbol that integrates thought and action, and thus serves to resolve the basic dilemmas of existence and identity. In the sense of religion, it creates a transcendental locus for dwellers by reproducing the universe on a microcosmic scale. Hittite rituals are religious practices mostly enacted against adversities to activate supernatural powers for the sake of human beings. Examination of the evidence from the Hittite texts allows one to infer that ritual space plays an important role in regulating the course of rites, since tablets off er precise information about where each ritual—and often various parts thereof—were to be enacted. Defi ned with the terms per-/parn in Hittite and É in Sumerian, the house constituted one of the prominent indoor spaces for the Hittites to perform their rituals. Contrary to the temple and palace, it was an individual space. The house in Hittite thought was considered two-sided in character: On the one hand, it was accepted as sacred and purifi ed, while on the other, sins of the household made it prone to be contaminated. This study examines the relationship of the Hittites with their houses and the symbolic meanings they attributed to these structures. Consisting of two main parts, the paper begins by discussing the house as the religio locus and continues to focus on the ritual mobility as well as house units in Hittite rituals, such as the inner chamber, roof, door, window, altar, and hearth.
Keywords: Hittites, Ritual, Religio Locus, House.
II. Philippos’un Doğu Trakya Politikaları ve Odrys Kralları
Ayşen Sina
ORCID: 0000-0002-5301-5973
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.7
Sayfalar: 127-149
Özet
Trakya, tarihi dönemler boyunca stratejik konumu nedeniyle değişken dinamiklere sahip bir bölge olagelmiştir. Bu bölgeye egemen olan Pers, Atina ve Sparta gibi devletler, MÖ 4. yüzyılda artık gücünü kaybeder ve yeni güçlerin egemenliğine açık bir hale gelir. Buna neden olan Peloponnesos savaşlarının yol açtığı siyasi parçalanmışlık, ekonomik zorluklar ve thalassokrasiyle güçlenen Atina’ya duyulan güvensizlik gibi etkenler önemli rol oynar. MÖ 360’ta tahta çıkan II. Philippos’un önemli bir politik fi gür olması bölgede yeni güç dengelerinin kurulmasına yol açar. Aynı zamanda Trakya’da ise güçlü Odrys kralı I. Kotys’in öldürülmesi Doğu Trakya’da üç ayrı krallık kurulmasına sebep olur. Kotys’in oğullarından Kersobleptes, Meriç ve Tunca nehirlerinin doğusunu, Berisades Karasu Nehri çevresini ve Amadokos ise Maroniea’nın dağlık bölgesine egemen olur. MÖ 352’de Doğu Trakya’nın egemeni Odrys kralı Kersobleptes’tir. Bu parçalanmış krallık, II. Phillipos’un öncelikle Atina ticaretini engellemek amacıyla yürüttüğü politikasının başlangıcı olarak Doğu Trakya’ya yapacağı askerî bir harekâtın önünü açar. II. Phillippos Byzantion, Perinthos gibi özgür kent devletlerinin desteğiyle Atina ile müttefk olan Doğu Trakya kralının topraklarına sefer düzenler. Kersobleptes’in yenildiği bu kısa seferin başarılı olup olmadığı tartışmalı olsa da Trakya-Atina yakınlaşmasını artırdığı açıktır. Bu tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla II. Phillippos, Hellespontos (Çanakkale) ile Bosphoros (İstanbul) boğazlarının kontrolünü ele geçirmek için bir kez daha Doğu Trakya seferi başlatır. MÖ 342-340 yılları arasında yapılan savaşlarda Kersobleptes yenilir ve bölgede Trak egemenliği son bulur. Konuyla ilgili başlıca başvuru kaynaklarını oluşturur. Bu çalışmanın amacı, Demosthenes, Plutarkhos, Diodoros, Isokrates gibi antik yazarların anlatımlarından yola çıkarak, bölgenin egemeni olma çabasındaki II. Philippos’un Doğu Trakya’daki ticaret yollarını kontrol etmek ve altın madenlerini ele geçirmek amacıyla Odrys krallarına karşı izlediği diplomatik, askeri ve politik ilişkileri incelemektir.
Anahtar Kelimeler: II. Philippos’un Yayılmacı Politikaları, Doğu Trakya Tarihi, Devletlerarası Diplomasi Savaşları, Doğu Trakya’nın İşgali, Kersobleptes.
Abstract
Throughout history, Thrace has been a region with changing dynamics due to its strategic location. The states dominating this region, such as Persia, Athens and Sparta, lost their powers in the 4th Century BC and the region became open to the domination of new powers. Factors such as the political disintegration, economic difculties and the distrust in Athens caused by the Peloponnesian wars, which is strengthened by the thalassocracy, played an important role. The fact that Philip II became a signifcant political fgure, who ascended to the throne in 360 BC, led to the establishment of new power balances in the region. At the same time, in Thrace, the murder of the powerful Odrysian king Kotys I caused the establishment of three separate kingdoms in Eastern Thrace. Of the sons of Kotys, Kersobleptes dominated the east of the Maritsa and Tundzha rivers, Berisades was around the Nestos River and Amadokos dominated the mountainous region of Maroniea. In 352 BC, the ruler of Eastern Thrace was Kersobleptes, the king of Odrys. This fragmented kingdom paved the way for a military action on the Eastern Thrace to be conducted by Philip II as a beginning of his politics, primarily to prevent Athenian trade. Phillip II, organized expeditions to the lands of the Eastern Thracian king, who was an ally of Athens, with the support of free city states, such as Byzantion and Perinthos. Although it is debatable whether this short campaign in which Kersobleptes was defeated is successful or not, it is clear that it increased the rapprochement of Thrace-Athens. In order to eliminate this danger, Phillip II once again launched an Eastern Thrace expedition to seize the control of Hellespontos (Galipoli) and Bosphorus (Istanbul). In the wars between 342-340 BC, Cersobleptes was defeated and the Thracian domination in the region came to an end. It constituted the main reference sources on the subject. The purpose of this study is to examine diplomatic, military and political relations of Philip II, who tried to take over the region, against the kings of Odrys in order to control the trade routes in the Eastern Thrace and to seize the gold mines, based on the narratives of ancient writers such as Demosthenes, Plutarch, Diodorus, Isocrates.
Keywords: Philip’s II Expansionary Policies, The History of Eastern Thrace, Interstate Diplomatic Wars, Invasion of Eastern Thrace, Kersobleptes.
Perslerin Anadolu’daki Vergilendirme Sistemi
Ercüment Yıldırım
ORCID: 0000-0001-5376-4061
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.8
Sayfalar: 151-166
Özet
Asurluların askeri sefer düzenleyerek yağma ile gelir elde etme stratejisini, Persler, hakimiyet altına alınan bölgelere askeri garnizonlar yerleştirip, vekil yöneticilerle idare etme sistemine dönüştürmüşlerdir. “Satraplık” olarak isimlendirilen bu sistem ile birçok ulusu bir yönetim altında toplamayı başaran Persler, dönemin en güçlü krallığı haline gelmiştir. Perslerin hakimiyet altına aldığı bölgelerde satraplık ile yönetilen halk, yaşamlarının korunması ve mülkiyet haklarının tanınması karşılığında, Perslere vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. Persler, satrapları ve dolayısıyla satraplıklarda yaşayan halkı vergilendirerek, krallığın gelirini artırırken, bağlı bölgelerin zenginleşmesini engellemiş ve merkezi yönetime karşı oluşabilecek olan isyan girişimlerini önlemişlerdir. Persler, satraplıklara bağlı olarak belirlenmiş olan idari yönetim bölgelerini aynı zamanda vergilendirme alanları olarak kabul etmiştir. Perslerin vergilendirme alanları hakkında Heredot’dan bilgi almaktayız. Heredot, tüm Pers ülkesinin yirmi; Anadolu’nun ise dört vergi alanına ayrıldığını, alınacak vergi miktarının önceden belirlenmiş olduğunu ve ödemenin gümüş olarak yapıldığını söylemiştir. Aristoteles’in “Oikonomika” eserinde ise Perslerin satraplıklarda uyguladığı vergilendirme sisteminin detaylarına ilişkin kayıtlar bulunmaktadır. Aristoteles, satraplıklarda altı farklı vergilendirme bölümünün olduğunu belirtmektedir. Bu bölümleri açıklayan Aristoteles; topraktan, kralın şahsi mülklerinden, pazar yerlerinden, yetiştirilen ürünlerden, hayvan sürülerinden ve zanaatkarlardan vergi alındığını belirtmektedir. Aristoteles’in açıklamalarına bakıldığında Perslerin her türlü üretimden vergi almış olduğu görülmektedir. Hatta üretilen mahsul üzerinden alınan vergiye ilaveten aynı ürünün pazar yerinde satılırken de vergilendirildiği görülmektedir. Perslerin, Anadolu’da uygulamış olduğu bu vergilendirme sistemi ile kraliyet hazinesine büyük gelir sağladığı görülürken Anadolu’daki halkın geçim sıkıntısı çektiği bilinmektedir. Bu çalışma, Antik Yunan yazarlarının eserleri, Behistun Kitabesi, Babil Vergi Listeleri, Persepolis Tahkimat Tabletleri, Persepolis Hazine Tabletleri’nden faydalanılarak Perslerin, Anadolu’da uygulamış olduğu vergilendirme sistemi hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Ayrıca çalışmada, Pers hakimiyeti altında yaşayan Anadolu toplumlarının vergilendirmeden dolayı yaşam tarzında ve üretim biçiminde meydana gelen değişimler incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Anadolu, Pers, Satraplık, Vergilendirme.
Abstract
Persians placed military garrisons in the regions under their control and transformed them into a system of administration with proxy rulers instead of The Assyrians’ strategy of gaining income by looting by organizing military expeditions. The Persians, who managed to gather many nations under one rule with this system called “Satrapy”, became the most powerful kingdom of the period. In the regions dominated by the Persians, the people ruled by satrapy were obliged to pay taxes to the Persians in return for the protection of their lives and the recognition of their property rights. While the Persians increased the income of the kingdom by taxing the satraps and therefore the people living in the satraps, they prevented the enrichment of the dependent regions and prevented the rebellion attempts that could occur against the central government. The Persians also accepted the administrative regions determined under the satrapies as taxation areas. We get information from Herodotus about the taxation areas of the Persians. Herodotus said that the entire Persian country was divided into twenty tax areas and Anatolia was divided into four tax areas, the amount of tax to be charged was predetermined and the payment was made in silver. In Aristotle’s “Oikonomika”, there are records regarding the details of the taxation system applied by the Persians in the satraps. Aristotle states that there are six diff erent taxation divisions in satrapies. Aristotle explaining these sections; He states that these taxes were taken from the land, the personal properties of the king, the market places, the crops grown, the herds of cattle and the craftsman. When we look at the explanations of Aristotle, it is seen that the Persians received taxes from all kinds of production. In addition to the tax on the produced product, it is seen that the same product is also taxed when sold in the market place. While it is seen that the Persians provided great income to the royal treasury with this taxation system applied in Anatolia, it is known that the people in Anatolia suff ered from fi nancial diffi culties. This study aims to give information about the taxation system that the Persians applied in Anatolia by making use of the works of Ancient Greek authors, the Behistun Inscription, the Babylonian Tax Lists, the Persepolis Fortifi cation Tablets, the Persepolis Treasure Tablets. In addition, the changes in the lifestyle and production style of Anatolian societies living under Persian domination due to taxation were examined in the study.
Keywords: Anatolia, Persia, Satrapy, Taxation.
Ksenophon’un Kyrou Paideia ve Anabasisinde Askeri Eğitim, Strateji ve Taktik
Alican Doğan
ORCID: 0000-0001-5658-2183
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.9
Sayfalar: 167-186
Özet
Askeri tarih alanındaki çalışmalar son yıllarda artmış olmasına rağmen antik döneme dair askeri tarih çalışmalarının sınırlı kaldığı görülmektedir. Genellikle politik, ekonomik, bölgesel nedenlerden kaynaklı olarak çıkan savaşlar toplumların kaderlerini şekillendiren önemli bir etmen olmuştur. Devletler sınırlarını genişletebilmek, çıkan isyanları bastırmak ve topraklarını koruyabilmek için ordulara ihtiyaç duymuşlardır. Bu yüzden antik dönem devletleri de ordu ve askeri eğitimle ilgili uygulamalara önem vermişlerdir. Modern anlamda gelişmiş bir askeri teknolojinin olmadığı bir ortamda, savaş meydanlarında zafer kazanılması ya da mevcut barışın korunması her şeyden önce iyi eğitilmiş bir orduya ve gelişmiş askeri teçhizatlara sahip olmayı zorunlu kılmıştır. Bu doğrultuda askeri seferler, yılın belli dönemlerinde düzenlenen ritmik bir döngünün bir parçası haline gelmiştir. Başında tecrübeli komutanların bulunduğu düzenli ve donanımlı orduları olanlar, düşmanları karşısında çoğu kez istediklerini elde etmişlerdir. Bunun tam tersi bir şekilde saldırılardan korunma düşüncesi ise insanları yerleşimlerinin etrafını surlarla çevirmeye teşvik etmiştir. Tüm bu süreçler de savunma sistemlerinde, orduların boyutlarında ve yapılarında vb. birtakım gelişim ve değişimleri beraberinde getirmiştir. Ordularını çağın gereklerine göre düzenleyen ve daimî ordular bulunduran devletler giderek büyümüş ve merkezileşmiştir. Bu çalışmanın amacı, döneminin önde gelen askeri liderlerinden ve savaş stratejistlerinden biri olan Ksenophon’un (MÖ yaklaşık 430-354), Pers kralı II. Kyros’un hayatını aktardığı Kyrou Paideia ve Sardeis satrabı Genç Kyros’un, abisi Pers kralı II. Artakserkses’i devirmek için yaptığı başarısız seferin ardından Hellen paralı askerlerinin yurtlarına dönüş yolculuğunu anlattığı Anabasis adlı eserlerindeki ordu ve savaşla ilgili açıklamalarını temel alarak, antik dönemde askeri eğitim ve ordu psikolojisi, kullanılan savaş aletleri, ordudaki hiyerarşik yapı, savaş prensipleri ve taktikleri hakkında bazı yeni tespitlerde bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Ksenophon, Askeri Eğitim, Taktik, Ordu, Savaş.
Abstract
Although the studies in the fi eld of military history have increased in recent years, it is seen that the studies regarding ancient military history are limited. Wars generally caused by political, economic, and regional reasons, have been an important factor shaping the destinies of societies. States needed armies to expand their borders, suppress rebellions and protect their lands. For this reason, the ancient states also gave importance to the practices related to the army and military training. In an environment where there was no advanced military technology in a modern sense, winning a victory on the battlefi elds or maintaining the current peace required fi rstly to have a well-trained army and advanced military equipment. In this direction, military expeditions became a part of a rhythmic cycle organized at certain times of the year. Those with regular and well-equipped armies led by experienced commanders often achieved what they wanted against their enemies. On the contrary, the idea of protecting themselves from attacks encouraged people to surround their settlements with city walls. All these processes led to some developments and changes in defence systems, size, and structure of armies, etc. States having organized their armies according to the requirements of their age and having had permanent armies gradually grew and centralized. The aim of this study is to make some new determinations about military training and army psychology, military supplies utilized, military hierarchy structure, war principles and tactics in ancient times. The works of Xenophon (ca. 430-354 BC), one of the leading military leaders and war strategist of his period, called Kyrou Paideia and Anabasis are the main sources. In the former he narrated the life of Persian king, Cyrus the Great and in the latter the return journey of Hellenic mercenaries to their homeland after the unsuccessful expedition of Cyrus the Younger, the satrap of Sardeis, to overthrow the Persian king Artaxerxes II who was also his elder brother.
Keywords: Xenophon, Military Training, Tactics, Army, War.
Pers Kralları ile Satraplar Arasındaki “Patronaj” İlişkisinde Bir Sapma Örneği Olarak Herodotos’un Sardeis Satrabı Oroites’e İlişkin Anlatısı
Fariz Öncü
ORCID: 0000-0002-0759-7968
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.10
Sayfalar: 187-210
Özet
Makedonyalı III. Aleksandros (Büyük İskender) Doğu seferine çıktığında (MÖ 334) Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının birçok bölgesi ve halkı iki yüzyıldan fazla bir süredir güçlü Akhaimenid Pers İmparatorluğu’nun egemenliği altındaydı. Patrimonyal bir devlet karakterine sahip Pers İmparatorluğu Satraplık adı verilen bir idari sistem aracılığıyla Anadolu’nun da dâhil olduğu fethedilen bölgeleri Charles Tilly’nin dolaylı yönetim olarak kavramsallaştırdığı bir politik müdahale biçimine denk gelecek şekilde yönetmeyi başardı. Bu idari sistemin düzgün bir şekilde çalışmasında Büyük Kyros Dönemi’nden (MÖ 559-530) itibaren imparatorluk eyaletlerine atanan satrapların başat bir rolü vardı. İmparatorun dostları, koruyucuları ya da temsilcileri olarak bilinen Pers satrapları ile kendilerini atayan krallar arasında politik ve idari anlamda “patronaj” bir ilişkinin varlığı söz konusuydu. Bu ilişkide satrapların krala olan bağlılıkları şüpheye mahal vermeyecek bir düzeyde olmak zorundaydı, yoksa ne yaşamsal olarak varlıklarını sürdürmeleri ne de ekonomik ve politik olarak güçlerini korumaları mümkündü. Paradoksal bir şekilde Pers krallarının da politik ve ekonomik etki alanlarının genişlemesi büyük ölçüde satrapların eylemlerine bağlıydı. Ancak kral ile satraplar arasındaki bu patronaj ilişkinin Akhaimenid tarihinin bazı dönemlerinde beklenen çizginin dışına saptığı da görülebilmektedir. Herodotos’un Pers kralları Smerdis ile I. Dareios dönemlerinde Anadolu’nun en önemli satraplık merkezi olan Sardeis’te hyparkhos (satrap) olan Oroites’in başına buyruk eylemleri hakkında verdiği bilgiler bu açıdan çarpıcı bir örnektir. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, Herodotos’un Sardeis hyparkhos’u Oroites’le ilgili anlatısını Pers kralları ile satraplar arasındaki ilişkinin niteliği çerçevesinde başka bir perspektiften yeniden değerlendirmektir. Bu bağlamda problem edilen hususlar Max Weber’in geleneksel devlet yapılarını analiz etmede öne sürdüğü patrimonyal devlet tipi ve patronaj ilişkisi kavramlarının sunduğu teorik yaklaşım üzerinden işlenecektir.
Anahtar Kelimeler: Oroites, Satraplık, Paronaj İlişki, Pers Kralları.
Abstract
When Alexander III of Macedon began his campaign to the East (334 BC), a signifi cant part of Asia, Europe, and Africa had been under the rule of the mighty Achaemenid Persian Empire for more than two centuries. The Persian Empire, which had the character of a patrimonial state, was able to administer the conquered regions, including Anatolia, through an administrative system called satrapy, which corresponded to a form of political intervention that Charles Tilly conceptualized as “indirect rule”. The satraps appointed to the imperial provinces since the Cyrus the Great period had a dominant role in the proper functioning of this administrative system. There was a political and administrative “patronage” relationship between the Persian satraps known as the friends, protectors, or representatives of the emperor and the kings; the loyalty of the satraps to the king had to be beyond doubt if not they could neither survive nor maintain their economic and political power. Paradoxically, the expansion of the political and economic spheres of infl uence of the Persian kings was largely based on the actions of the satraps. However, it seems that this patronage relationship between the king and the satraps deviated from the expected line in some periods of Achaemenid history. The information given by Herodotus about the maverick actions of Oroites, who was the hyparkhos (Satrap) in Sardis, the most signifi cant satrapal center of Anatolia during the periods of Persian kings Smerdis and I. Dareios, can be seen as a striking example in this respect. This study aims to reevaluate Herodotus’s narrative about Sardis hyparkhos, Oroites, from another perspective by taking into account the nature of the relationship between Persian kings and satraps. In this context, whether the narrative in question corresponds to a situation that deviates from the usual line in the king-satrap relations will be examined by considering the functioning of the Persian local administrative system and historical conditions. To make the problematic issues more understandable, the concepts of patrimonial state and patronage relations, which Max Weber put forward in analyzing traditional state structures, will be used.
Keywords: Oroites, Satrapy, Patronage Relations, Persian Kings.
Erzincan ve Çevresinde Erken Dönem Kurganlar
İbrahim Üngör
ORCID: 0000-0002-4600-0933
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.11
Sayfalar: 211-232
Özet
MÖ 4. bin yıldan itibaren İç ve Orta Asya bozkır kuşağında ortaya çıkarak Anadolu ve Avrupa içlerine kadar geniş bir coğrafyada benzer şekilde ölü gömme geleneği ve mezar tipolojisinin yayıldığı bilinmektedir. Kurgan olarak bilinen bu mezarların Anadolu’da pek çok yerde değişik örnekleri tespit edilmiştir. Bu tip mezarların değişik formlarının olmasına rağmen bazı ortak özellikleri vardır. Anadolu’ya yakın coğrafyalarda İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi yerlerde rastlanılan bu türden mezarlar Erzincan ve çevresinde de tarafımızdan tespit edilmiştir. Bu tip mezarları bozkır kuşağında yaşam sürdürmüş konar-göçer kültürdeki insanların ölülerini defnetmek için kullandıklarını unutmamak gerekir. Kurgan tipindeki mezarların dış ve iç görünümlerinde farklılıklar bulunmaktadır. Bunlar bazen yüksek, bazen de orta yükseklikteki taş yığınları ile örtülmüştür. Bazen de zemin seviyesinde taşlarla kapatılan küçük boyutlu kurganlardır. Ayrıca oldukça büyük ölçülerde kurganlar da olabilmektedir. Erzincan’da çok sayıda kurgan sahası tarihi ve arkeolojik yüzey araştırmaları yapan ekibimiz tarafından tespit edilmiştir. Bunların bazıları İlk Tunç Çağı kalelerinin yakınlarında, bazıları ise herhangi bir merkezle bağlantısı olmayan yaylalarda tespit edilmiştir. Erzincan ve çevresinde kurganlara yönelik herhangi bir kazı çalışması yapılmadığı için, ekibimiz uzun yıllar bunları kurgan olarak tanımlama konusunda temkinli davranmıştır. Tercan ilçesi Çadırkaya beldesinde tespit ettiğimiz kurgan sahasında yapılan kaçak kazı ise bu anlamda ekibimizde şüpheye yer bırakmamıştır. Erzincan ili genelinde tespit ettiğimiz kurgan sahalarının birbirleri ile benzer tipte olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar genellikle en az 2, en çok 6 m çapında ve en fazla da 1.5 m yüksekliğe sahiptir. Çadırkaya Şamlıdağ Kurgan Sahası’ndan anlaşıldığına göre; mezar içleri iki uzun, iki kısa ve ölünün üstünü örten kapak taşından oluşmaktadır. Mezarın derinliği ise 1 m’den azdır. Bu kurganlar, Erzincan gibi hayvancılık ve tarım açısından oldukça verimli olan coğrafyanın en erken çağlardan itibaren İç Asya, Orta Asya ve çevre coğrafyalar ile kültürel bağlantılarını ortaya koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Bozkır kültürü, Kurgan, Doğu Anadolu, Erzincan, Şamlıdağ Kurganları.
Abstract
From the 4 th millennium BC, a burial tradition with certain burial characteristics has been found in a wide geographical area from the belt of the Central Asian steppe to Anatolia and even into Europe. Diff erent examples of tombs known as kurgan have been found in many places in Anatolia. Although these tombs have diff erent forms, they also have some common features. These types of tombs, which can be found in regions close to Anatolia such as the Caucasus, Iran, Azerbaijan, Georgia and Armenia are also found in Erzincan, Turkey and its surroundings. The people who used these types of graves to bury their dead were from a nomadic culture who lived in the steppe belt. There are diff erences in the external appearance of the kurgan-type tombs. These tombs are often covered with high and sometimes medium-height stone piles, and sometimes they are covered with stones at the ground level. There are some kurgans whose sizes are enormous. Numerous kurgan sites in Erzincan were identifi ed by our team. Some of these tombs were found near Early Bronze Age castles, and some of them were found in the highlands that are not connected to any local center. Since no excavations have been carried out for these tombs in and around Erzincan, our scientifi c team has hesitated to quickly confi rm and identify them as kurgans for many years. However, illegal excavations carried out at a site, that our team identifi ed in the Çadırkaya town of the Tercan district, left no room for doubt in this sense. The kurgan areas we have identifi ed throughout the province of Erzincan are of a certain type that is quite similar to each other. They are usually at least two meters in diameter and at most 1.5 meters in height. As was found in the Çadırkaya Şamlıdağ Kurgan, the tomb interiors consist of two long and two short overlying capstones and have a short depth. These kurgans reveal the connections of a region like Erzincan, which is very fertile in terms of agriculture and animal husbandry, with the surrounding regions of Central Asia since the earliest times.
Keywords: Steppe Culture, Kurgan, Eastern Anatolia, Erzincan, Şamlıdağ Kurgans.
Ankara Güdül Adalıkuzu Petrogliflerindeki “Ok-Adam” Tasvirleri
Başaran Doğu Göktürk
ORCID: 0000-0002-5069-1220
DOI: 10.37879/9789751756411.2023.12
Sayfalar: 233-275
Özet
Ankara ili Güdül ilçe merkezinin güneybatısında konumlanan Adalıkuzu, tapu parsel kayıtlarına göre belirlenmiş sınırları içerisinde çeşitli petroglif alanlarını barındırmaktadır. Bunlar, Adalıkuzu’nun kuş uçumu 3 km güneybatısında bulunan ve Düdük Dağı olarak isimlendirilen mevkiinin güney doğu yamaçlarındaki doğal ana kaya sıralarındaki pano olarak tanımlanan yüzeylerinde görülebilmektedir. Bölgede yapılan uzun süreli çalışmalar neticesinde birbirinden farklı noktalarda belirlenmiş petroglif alanları içerisindeki kaya yüzeylerinde insan, süvari, hayvan, bitki/ ağaç, damga, şekil, haç ve yazıtlar gibi ana gruplarda incelenebilecek tasvirler olduğu gözlenmiştir. Bu tasvirlerden, insan ana başlığında değerlendirdiğimiz, çizgilerin yoğun biçimde birbiri üzerinden defalarca geçirilmesiyle oluşturulan, genel formu itibariyle oka benzeyen, kolları ve bacakları aşağıya dönük ters “V” şeklinde verilen insan benzeri betimlemeler bu bildirinin asıl konusunu oluşturmaktadır. Bu fi gürler, bulundukları petroglif alanı içerisindeki konumuyla birlikte değerlendirilerek münferit açıklamalarına ek olarak fotoğrafl arı ve ölçekli çizimleri kullanılarak tanıtılacaktır. Birbirine benzer form özellikleri gösteren ok-adam tasvirlerinin, kendi içerisinde sahip oldukları baş biçimlerine, duruş şekillerine ve taşıdıkları nesnelere göre ayrı başlıklar altında değerlendirmeleri yapılarak, karşılaştırmalı örnekleri özellikle Orta Asya ve Türklerin göçlerle yayıldığı bilenen coğrafyalardaki petroglif-grafi tiler içerisinde aranacaktır. Ayrıca arkeolojik veriler içerisinde ve sanat eserleriyle analoji ve stil kritikleri gerçekleştirilerek, kültürel, sosyolojik, mitolojik, ikonografi k anlatımlarla da, fi gürlerin Türk Sanatındaki yeri desteklenecektir. Özellikle ata ruhları/ koruyucu ruhları simgelediği düşünülen bu tasvirlerin gruplar halinde birbirine yakın olarak kazınmış örnekleri, bulundukları pano içerisindeki sahne anlatımlarıyla da irdelenecektir. Yazılı kaynakların sınırlı olduğu dönemlerin birer görsel kanıtı olarak açıklanabilecek bölgedeki petroglifl er içerisindeki ok-adam tasvirlerinin, hangi teknikler kullanılarak, kimler tarafından ve ne zaman yapıldığına yönelik sorulara, cevaplar aranacak, tasvirlerin ait oldukları kültür ve geleneğin izleri bu kapsamda sürülecektir.
Anahtar Kelimeler: Ankara, Güdül, Adalıkuzu, Petroglif, Ok-Adam, Grafiti.
Abstract
Adalikuzu is located in the southwest of Ankara Güdül Province which has various petroglyph areas within its borders according to the land registry. Further, the petroglyphs on the surfaces natural bedrock rows of the Düdük mountain are placed also approximately beeline 3 km. southwest of the Adalıkuzu. As a result of the long running studies, depictions were determined which may examined in main groups include humans, horsemen, animals, plant/trees, tamga/ damgas, geometrik forms, crosses (about christianity) and epigraphic inscriptions on the diff erent areas from each other. From these depictions “arrow shaped man” which have arms and legs reversed “V” formed and were also shaped with hundreds of scratched lines to create of the general form of the fi gures constitutes the main subject of this paper. Arrow shaped man fi gures going to introduce with individual descriptions for each fi gure and location of the petroglyph inside areas, in addition photographs and scaled drawings. Depictions of the arrow shaped men are going to discuss species of head forms, body shapes and carried tools in the hands. Moreover, comparative samples of arrow shaped men depictions going to search for especially petroglyphs in the Middle Asia and inside of petroglyph-graffi ties places where as known to Turks spread of the migrations. Furthermore, role of depictions within Turkis Art will support with evidences cultural, sociological, mythological and iconographic expressions, make an analogy with archaelogical fi ndings and artworks. These depictions which symbolized particularly ancestory/ guardian spirits are going to consider scene expressions where they carved with close-set group of samples on the panel of bedrock surfaces. Arrow shaped man depictions in the petroglyphs of Adalıkuzu could explain to visual evidence that periods in which the written evidence are scarce and thereby, the methods employed in the petroglyphs as well as the questions of when and who created them are explored.
Keywords: Ankara, Güdül, Adalıkuzu, Petroglyph, Arrow Shaped Man, Graffiti.